Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 127

İmanı ve teslimiyeti anlamak üzere birlikte Saffat Sûresi 103-109. ayetlere bakalım:
103: “İkisi de teslim olup O’nu alnı şakağı üzerine yıkınca”
104: “Biz O’na “Ya İbrahim” diye nida ettik.”
105: “Gerçekten rüyanı tasdik ettin. Doğrusu biz muhsinleri böyle cezalandırırız.”
106: “Muhakkak ki bu apaçık bir beladır (idrak ettirici bir tecrübedir).”
107: “O’na Sema’dan zibh-i aziym (büyük kurbanlık) fidye (bedel) verdik.”
108: “Ahıriyn (sonrakiler, Vahdet ehli, örneğin zamanımızda bizler) içinde onun üzerine (ona alamet olan bir bakışla anış, yâd ediş) bıraktık.”
109: “Selâm olsun İbrahim’e.”
Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as) arasındaki olayı, kurban işini, Hz. İbrahim (as)’ın teslimiyetini anlatırken verdiğimiz örneğin konumuz gereği imanla ilgili kısmını ele alalım. Hz. İbrahim (as) dönemindeki enteresan alışkanlıklardan birisi de insan kurban etmek. Maalesef günümüzde de insan kurban etmek doğal ve normal, herhangi bir şey için, herhangi bir evrensel olay için insan kurban etmek yaygın. Dört yüz yıl öncesine ait bir kaynakta, Meksika’da bir tapınak açılışında, yirmi bin insan kurban ediliyor. Hala insanı kurban etmek devam ediyor. Ama geçmişte bu hem çok daha yaygın hem çok daha önemli… Hz. İbrahim (as)’ın “çocuğum olursa sana kurban ederim Allahım” demesi bu yüzden çok normal. O günün yaşantısı içerisinde o iş o kadar normal. Ama yapamıyor? Ancak yavrusu “babacığım, emrolunduğunu yap, ben hazırım” dediğinde, öyle bir teslimiyet yaşıyor ki… O teslimiyetle yürüyorlar. Hiçbir üzüntü, hiçbir tasa olmaksızın, bunlar söz konusu bile olmaksızın ikisi de çok mutmain bir şekilde teslimler. Ayetten öğreniyoruz. Ayet diyor ki yavrusunun alnını taşa koyup da bıçağı boynuna uzattığında ona seslendik: Ya İbrahim, sözünü yerine getirdin, rüyanı doğruladın dedik ve ona o teslimiyetinin fidyesini verdik. Lütfen dikkat edin, “hediye ettik, armağan ettik” demiyor. Bir yerlerde rastlamayacağınız önemli bir şey: “Fidyesini verdik” diyor. Allah o teslimiyeti satın alıyor, fidyesini veriyor, Hz. İbrahim’in teslimiyetine bedel ödüyor, onun o teslimiyetine fidye veriyor. Buradan çıkaracağımız ders ne? Şimdi onu açalım.
Bir kere, gelen ikram (fidye) teslimiyetten sonra! Kul teslim olduktan yani ihbat ettikten sonra beklenen müjde geliyor. Hz. İbrahim ve İsmail ikisi de ihbat etti, teslim oldu, boyunlarını büktüler ve Allah onların o hallerini satın aldı, bedelini verdi.
Ayet diyor ki: Daha sonra gelecekler için bu davranış hayrla anılsın diye bu olayı bıraktık, hatırlattık. Yani hem Hazreti İbrahim’i bu olayların içerisinde hayrla anın, hem de buradaki apaçık belayı (idrak ettirici tecrübeyi) edinin. Bu olayı size yalnızca bir kıssa duyasınız diye anlatmış değiliz, burada sizin için bir bela, idrak etmeniz gereken bir tecrübe var, onu çıkarın ama olayı da hayrla anın. Bir işi hayrla anmanın en güzel şekli nedir? O olayı konuşmak değil yaşamaktır, yaşatmaktır. Normal yaşantıda birini anmak istediklerinde ne yapıyorlar? Eserleriyle gündeme getiriyorlar, onu yaşatıyorlar. Daha çok yaşatmak için adına eserler yapıyorlar. Demek ki yalnızca söz değil, yaşamak, yaşatmak gerekiyor. Dolayısıyla “İbrahim’i hayrla anın” demek, bu tecrübî bilgiyi yaşayın, yaşatın demektir. “Sizdeki Hz. İbrahim olayına bakın, bu işi yaşayın da ben satın alayım, fidyesini ödeyeyim” demektir. Bu olayı bir ayetle daha pekiştirip, kısa bir yorum yapalım.
Al-u İmran 154. ayet Uhud Savaşı sırasında gerçekleşen bir olayla ilgilidir. Ayetin kolay ve daha iyi anlaşılması için önce ayetle ilgili küçük bir bilgi verelim. Müslümanlar Uhud Savaşı sırasında bakıyorlar ki düşmanın sayısı inananlardan kat kat fazla. Silahları da öyle… Düşünün ki o savaş bugünkü gibi “düğme”lerle değil. Bu savaş kılıçla, mızrakla, yüz yüze… Düğmeye basarak yapılan savaşta sayı çok önemli olmayabilir. Dolayısıyla, kılıç sayısı, mızrak sayısı, insan sayısı, at sayısı çok önemli; çünkü savaş bunların üzerine bina edilmiş. Bu koşullarda, karşıya bakıyorlar ki müthiş kalabalık ve silah da çok. Bu tablo karşısında inananlar temelde ikiye ayrılıyor. Bir grup; “bu savaş başlamadan bizim görüşümüz sorulmadı, sorulsaydı gelmezdik, burada boşu boşuna ölmezdik, bu savaşın bizi ilgilendiren bir yanı yok” diyor. Bunu diyenler müslümanların içerisinde. Bir kısmı da az önce bahsettiğimiz Hazreti İbrahim olayındaki gibi boyun bükmüş, teslim olmuş; çünkü emir veren Allah. Buradaki çok önemli şey, Allah’ın emrine teslim olmak, bir beşere değil. Burada Rasulullah’a teslim olmak Allah’a teslim olmaktır. Çünkü Allah’ın emrini duyuruyor. Bu sebeple teslim olmuşlar. Ve savaş başlıyor. Başlar başlamaz münafıklar kaçıyor. Ama bakın, teslim olanları, yani Allah’ın emrine boyun bükenleri Allah savaşın tam ortasında uyutuyor. Allah’a teslim olanlar kalabalıktan korkup savaşta psikolojik bir mağlubiyet yaşamasınlar diye Uhud Günü savaşta uyukluyorlar. Hatta bunlardan birisi Ebu Talha radıyallahu anh. Düşünebiliyor musunuz; bir olay yaşıyorlar, sonra Allah o olayı anlatıyor, içlerinden Aliymün Bi-Zatis’sudur sonucu geçen cümlelerle ayet onları anlatıyor. Bu ayetlere muhatap bir grubu düşünün, böyle bir hal… Şimdi onun imanı nasıl olur, onun ameli nasıldır… Ebu Talha radıyallahu anh, savaştan dönüp de ayeti dinledikten sonra diyor ki; “Uhud Günü savaşırken uyudum, kılıcım düştü. Aldım yine uyudum, kılıcım yine düştü, aldım. Yine uyudum, kılıcım düştü aldım.” Ve böyle savaşıyorlar, savaş devam ediyor aslında. O teslim olanların teslimiyetlerini Allah fidyelendiriyor. İşte onu anlatan bir ayet:
Al’u İmran 154: “Sonra o gamın (endişenin) ardından üzerinize bir emene (bir güven), sizden bir taifeyi bürüyen bir uyuklama inzal etti. Bir taife de (münafıklar) gerçekten kendi nefislerinin kaygısına düşmüştü. Allah’a hak olmayan bir şekilde cahiliye zannı gibi bir zanla yaklaşıyorlardı. “Bu emirden bize bir şey var mı, bize ne?” diyorlardı. De ki; emir bütünüyle Allah’ındır. Onlar sana açmadıklarını kendi nefislerinde gizliyorlar. “Şu emirden bize de bir şey olsaydı burada öldürülmezdik” derler. De ki; “evlerinizde kalsaydınız da üzerlerine öldürülme yazılmış olanlar elbette yine devrilip yatacakları yere gideceklerdir.” Bu, Allah sadırlarınızdakini denesin ve kalplerinizin içinde olanı arındırıp temizlesin diyedir. Allah Aliymün Bi-Zatis’sudur’dur.”

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER