Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 109

Efendimiz (SAV) buyuruyor: “İman yetmiş küsur şubedir. Utanmak da imanda bir şubedir.”
Allah’tan utanmak olan rukû hâli haşyetullah ile ulaşılan bir sonuç hâldir. Haşyetullah ile ulaşılan ilk ve esas sonuç Allah korkusudur. Allah’tan utanmak hâli bu Allah korkusunun beden dilidir, Allah korkusunun elbisesidir. Burası çok önemli, lütfen dikkat buyurun, saf rukûyu anlamaya çalışıyoruz. O sadece bir insanca utanma değildir. Haşyetullah’la başlıyor ki Haşyetullah Allah ilminin kişide oluşturduğu duygudur, o ilmin karşılığı olan duygudur. Kul Allah’ı tanıdıkça Allah ilminin, o ilmi tanımanın karşılığı bir duygu bütünü oluşur, o duygulardan birisi Allah Korkusu’dur. Allah Korkusu bedendir, o bedenin dışarıya verdiği görüntü, o bedenin dili Allah’tan utanmadır ki bu Rukû Hayat Tarzı olarak tanımlanmıştır. Bütün bunları açan Allah’ı tanımaktır, Billâhi anlamdır. Allah’tan utanma hâli Allah korkusunun beden dilidir, elbisesidir. Haşyetullah Allah ilminin duygusudur ve Allah ilmiyle ilgili her sonucu da içerir. Ancak, bütün sonuçlar birleşince Allah Korkusu bedenini, üstünde de Allah’tan Utanmak elbisesini oluşturur ki bu rukû hâlidir. Rukû hâli müttakiyi âlim sonra ârif yapar. Sonra da Arif-i Billah’a taşır inşaAllah. Bu hâli tekrar tanımlayalım. Kaynağı Haşyetullah, içi Allah korkusu, dışı Allah’tan utanmak, bakışları Allah’tan ummak olan rükû hâline Kur’ân “takva libası, takva elbisesi, takva kılığı, takva kişiliği, takvanın görünüşü” der.
Bu hallerin hepsinin başlatıcı sebebi haşyetullahtır. Onun oluşturduğu iç beden Allah’tan korkudur. Elbisesi Allah’tan utanmaktır. Allah’a bakışı ise ummaktır. Kul bu yüksek korku ve umut ile Allah’tan rahmetini, merhametini, hidayetini, mükâfatlarını umuyor. Rukû hali bütün bunları uman bir bakıştır, bu halin adıdır. Allah’tan umma halinde korku ve umma yani havf ve reca eşit olmalıdır. Bu yüksek korku ve umma haline Kur’ân Takva Elbisesi, Takva Kılığı, Takva Kişiliği, Takvanın Görünüşü der: “Takva libası elbette hayrlısıdır.” (A’raf-26) DûniHİ algi ve zanlarının oluşturduğu korku ile Billâhi algı ve ikanının Allah korkusu tabiatı gereği birbirinden çok farklıdır, birbirinden çok uzaktır. DûniHİ algının korkusu bir ızdıraptır. DûniHİ algıdakiler Billâhi kapsamdaki korkuyu da ızdırap zannettikleri için “bizi Allah’la korkutmayın” derler. Bilmiyorlar! Oysa Allah’tan korku huzur sebebidir. Ama dûniHİ idrakla korkanın korkusu, o korkunun tabiatı ızdıraptır.
“Allah bir şehri misal verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşılık nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku libasını tattırdı (giydirdi).” (Nahl-112)
Nankörlüklerinden dolayı giydikleri bu libas dûniHİ algının korkusu elbisesidir. Bu elbise de o algının göstergesidir. Bu korku bahsettiğimiz Allah korkusundan farklı ve uzaktır. Bu korku onlara bir azap olarak giydirilmiştir. Bu iki korkunun farkını anlayabilmek için paylaşalım ki, Billâhi algıdaki tâlib yaratılmışlardan değil, yaratılmışların Sahibi’nden korkar. “Sadece Allah’tan korkun” deyince bazıları soruyor: Bir uçurumun başındaysak da korkmayacak mıyız? Veya bir aslanla karşılaşırsak korkmayacak mıyız? “Uçurumdan, aslandan korkmayın” demiyoruz. Her şeyin sahibinden korkun. Korktuğunuz şeyde Allah’ı bulun ve O’ndan korkun O’na sığının.
Billâhi algıdaki kul, yaratılanların yaratıcısından korkar. DûniHİ algıda olan kişi yaratılmışlara vehmettiği “müstakilen var ve muhtar” zannettiği güçlerden korkar. DûniHİ algıdaki kişi “müstakilen var, muhtar” güçler oluşturup etiketler yapıştırmıştı, yapıştırdığı o etiketlerden korkuyor. Ayetleri gördük, etiketlenen inkâr edecek. İşte dûniHİ algıyla yapıştırdığı o etiketten korkar, o etiketi gerçek zanneder. Onun korkuları hep dûniHİ zanlarının, dûniHİ güçlerin korkusudur. Aslında iki korkunun birbiriyle hiç ilişkisi yoktur.
Billâhi algıda olan tâlib için, Allahtan korkan için “kimsenin olmadığı yer” kavramı yoktur. Bu yüzden, o hep kendini kendi denetler. Bir örnek verelim. Salât ikamesi için camiye girerken kapıda abdestinizi soran var mı? Bir denetleyen yok. Kendimizi kendimiz denetleriz ve abdestsiz girmeyiz. Denetçiye gerek yok, herkes abdestiyle girer. Birisi abdestsiz girip namaz kılıp çıkıyor, sonra da “abdestsiz namaz kılınabilir, ben denedim oldu” diyor. Olur ama dûniHİ iştir, boş iştir. Niye? Buna cevap iki korku arasındaki başka bir farktır: DûniHİ algıda olan kişi için “kimsenin olmadığı bir yer ve an” vardır ve o an kuralların çiğneneceği bir fırsattır. Örneğimizdeki kişiye göre, camide kimse yok, onu kimse kontrol etmediğine göre abdestsiz girebilir. O algının yaşam tarzında “kimsenin olmadığı yerler ve anlar” vardır ve oralar önemli bir fırsattır. Kendinizde bunu inceleyin. Esfele sâfiliynde bu özellik var, buna meyil var! Bu yüzden, toplumsal yaşantıda uyması gereken kuralları kimse yoksa çiğner, onu açıkgözlülük zanneder. Polis varsa kırmızı ışıktan korkar, yoksa korkmaz. DûniHİ algıda olduğu için korkuları birisine göredir, Allah’a göre değil! Korkuları dûniHİ’dir. Bizim yaşamaya çalıştığımız Billâhi kapsamındaki korkunun dûniHİ algıya ait korkuyla hiç ilgisi var mı? O korku bâtıldır, kullanılacak bir malzeme değildir. Korku birisine dayanıyorsa, kimsenin yani denetleyenin olmadığı yerde korktuğu bir şey de yoktur. Fırsat elinde olunca kuralları rahatlıkla çiğneyebilir, yani açıkgözlülük yapabilir. Bu sebeplerden dolayı dûniHİ algıdakiler kendi aralarında bu kişiye utanmaz adam derler. Bu işleri yaşantı haline getirenlere halk arasında “utanmaz adam” derler. Bizim Rukû hali diye anlattıklarımız tamamen imanlı kul içindir, onlar utanmaz adamın ancak küfrünü artırır: “Kalblerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık marazı) olanlara gelince onların inkârlarını büsbütün artırır ve onlar kâfir olarak ölürler.” (Tevbe-125)
Allah ve Rasûlünü duydu, nefreti arttı ve dûniHİ algıyla kâfir olarak öldü. DûniHİ algıyla öldü, sonsuza dek bitti. DûniHİ algı öyle bir musibet ki o hâl üzere ölmemek gerekir. Kur’ân bize; “Billâhi algı veya ikanı üzere ölün” diyor. Uyarıyor; sakın dûniHİ algı üzere ölmeyin. Bu yüzden son nefes çok önemlidir. Son nefesinde insan Allah’ın dışındayım zannıyla ölürse idrakı bu seviyede kalır ve ahiret hayatında bu idrakının sonucunu yaşar. Son nefesi doğru götürebilmek için Billâhi algı hayali, onun zikrullahı, Billâhi algı ve hayallerini ikana dönüştürmek için onları hayat tarzı haline getirme gayretleri çok önemlidir. Yaşarken bu gayrete girmemişseniz “o an yaparım” sanmayın. O anda aklınız başınızda değil. Ancak otomatikleşmişse yaparsınız, değilse olmaz. Bu yüzden Efendimiz (SAV) buyuruyor; “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölmüşseniz öyle dirilirsiniz.” Dolayısıyla sözün sonu olarak inşaAllah diyelim ki:
“Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla ittika edin ve ancak müslimler olarak Billâhi algıyla ölün.” (Al-u İmran; 102)

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER