Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 99

“Yeni ve derin bir iz oluşturmak ve batıldan kurtulmak için fuadı zapturapt altına almalıyız, zapturapt altına almak için de algı yani zann malzemesinden yararlanmalıyız. Fuada öyle bir algı pompalamalıyız ki nihayet fuad pes etsin. Ve öyle bir algı pompalamalıyız ki kalbteki Lüb faaliyete geçsin. Ve yine öyle bir algı pompalamalıyız ki bu faaliyetten Allah râzı olmalı ve yardım eylemeli” demiş ve bunun için nasıl bir yol izlememiz gerektiğini, bunun yöntemlerini maddeler halinde özetlemeye başlamıştık. Şöyleydi:
1. Malzememiz algı olduğu için önce bize yeni bir algı gerekiyordu. Çaremiz yeni bir algı! Ama nasıl bir algı? Billâhi algı! Bu yeni Billahi algı olmalıdır, kendimizi içinde bulduğumuz dûniHİ algıya karşı Billâhi algı ile mücadele etmek şart çünkü. Bize duniHİ algıya karşı Billâhi algı ile mücadeleyi öğreten âyetleri de tekrar haıtrlatalım:
“Âminû Billâhi ve RasûliHİ (Billâhi anlamda Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin) ve sizi hakkında tasarruf sahibi kıldığı şeylerden infak edin. Sizden iman eden ve infak eden kimseler için ecru kebiyr vardır.” (Hadîd-7)
Hadîd-7 bu yolda gereken ilk şeyin algı değişikliği olduğunu, “Billâhi algı ve infak”ın kurtuluş yolunun şartı olduğunu öğretiyor.
“Rabbinden sana inzal olunanın Hakk olduğunu bilen kimse, (senin tebliğine) âmâ (bakan) kimse gibi midir? (Bu farkı) yalnızca Lüb sahipleri tezekkür eder. Onlar Allah ahdini (ezeli hükmü) ifâ ederler, miysakı (söz verdikleri fıtratı) bozmazlar.” (Ra’d; 19-20)
“Âmentü Billâhi” diyerek iman etmiş kişinin hayat tarzı, ölümü, dirilişi, hesabı, ahiret hayatı dûniHİ algı ve zanlarını benimsemiş olanınki ile bir olmaz. Bir kul Billâhi algıya girmişse, diğeri dûniHİ algıda ısrarlıysa, bu ikisinin hayat tarzları, ölümleri, dirilişleri, hesapları ve ahiret hayatları aynı olmaz. Bu öğütle bize yararlanabileceğimiz bir ipucu gösteriliyor. Ama yararlanan var mıdır? Billâhi ve dûniHİ algılar arasındaki bu farkı dünyada yaşarken fark eden olur mu? “Evet” var. Onlar âyette bize Lüb Sahipleri olarak tanıtılıyor. Bu iki hayatın farkını Lüb Sahipleri gözleriyle görür gibi görürler ve onu size gözünüzle görüyor gibi anlatırlar. Ayet diyor ki bunu ancak Lüb Sahipleri yapabilir, öyleyse onların özelliklerini öğrenin, onları örnek alın. Onlar Allah ahdini yerine getirirler, yani iyi bir “işittik ve itaat ettik” grubudurlar. Allah Ahdi’ni yerine getirmek böyle olur. Siz hiçbir şey söylemezsiniz ama onlar yine de durmadan “işittik ve itaat ettik” der, “İşittik ve itaat ettik” zikrinde ve yaşantısındadırlar, daima. Bu en zâhirî hayat tarzı için de, daha bâtınî mânâlardaki ileri hayat tarzları için de böyledir. Dolayısıyla siz “işittik ve itaat ettik” dediğinizde, “zâhirî olandan bâtınî olana kadar bütün mânâlar Billâhi kapsamındadır; “bunu kabul ettim, gereğini de inşaAllah yaşayacağım” demiş olursunuz.
Özendiğimiz ve o kapsamda olmak istediğimiz bir grup vardı: Lüb sahipleri! Onların Ra’d 20’de anlatılan şu özelliğine dikkatle bakalım: Onlar (lüb sahipleri) misakı (fıtratı) bozmazlar.
Misak, Allah fıtratı üzere söz verdiğimiz haldir. Ahseni takviym ile bize verilmiş olan “Allah’ı hakkıyla bilebilme” özelliği taşıyan fıtratımız dûniHİ algı yüzünden örtülmüştü. Lüb Sahipleri bunu fark eder, o fıtratın dûniHİ algı yüzünden bozulmasına izin vermez, onu saf tutar. Kur’ân, talip olana bu özellikleri anlatır ve “böyle yap” der. Onlar zaten “Belâ şehidnâ (evet Rabbimizsin, buna şahit olduk)” demişlerdi. Lüb sahipleri verdikleri bu sözü daima takip eder, fıtratlarını devam ettirirler. Bu amaçla neler yaptıklarını Ra’d Sûresi’nden öğreniyoruz. Bizim için önemli ve dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur: “(Onlar) seyyieyi hasene ile yok ederler.” (Ra’d-22) Zâhiri mânâda âyetin meallerini okuruz. Hepsi doğrudur ama idrakımız için bazen yeterli olmayabiliyor. Günümüzün çok önemli bir sözü var; evet ama yetmez. Nasıl yetmediğini, neden yetmediğini âyetteki “Seyyie ve Hasene” tanımları ile görelim: Seyyie’ye kötü, Hasene’ye iyi dersek bu âyetten gereken sonuç çıkmaz. Ama genellikle böyle meâllendiriliyor: Onlar kötülükleri iyilikle yok ederler. Çok önemli şu testi meal okurken de yapmalıyız: Ayete verilen o manayı Muhammedî olmayan da yapabilir mi? Çok dikkat edin, Muhammedî olmayan da yapabiliyorsa o Kur’an’ın ve Efendimiz (SAV) in öğüdü değildir. Bu çok önemli bir ipucudur, önemseyin: Kur’an’ın ve Efendimiz (SAV)’in öğüdünü yalnızca Muhammedî’ler yapabilir. Onu yapan Muhammedî olur, Muhammedî olacaktır. Muhammedî olmayanın Kur’an’ın dediğini yapıyor olması mümkün değildir. Ama bir meâl yazılıyor ki herhangi birisi orada yazılanı yapıyor. Mesela “onlar kötülükleri iyilikle yok ederler” dediğinizde bu âyetle tanımlananı Polyannacılık sanıyorlar. Bu iş öyle değil. Bir imanlı için o meâl doğrudur ama başlangıç için değil! Ne zaman? Paylaşmaya çalıştığımız algı değişikliği olmuşsa o zaman bu meâl de doğrudur. “Onlar seyyieyi hasene ile yok ederler” mealini Muhammedî mânâ ile şöyle anlamaya çalışalım: Seyyie dûniHİ algı ile yapılmış olan şeydir. Hasene Billâhi algı ile yapılmış olandır. Tek sermayemizin algı olduğu gerçeği ile yaklaşınca, yani algımız onarılacaksa, âyet diyor ki: Onlar seyyie’yi (dûniHİ algının ürettiklerini) hasene ile (Billâhi algı ile) yok ederler.
Bunu öğrenen, önce hayatında seyyie olan (dûniHİ algı ve zann’larından çıkan fikir, düşünce, arzu, istek, heva, heves, fiil) ne varsa hepsini Billâhi algı ile silmeye başlar. İnsanlarla ilişkilerinde de bunu prensip edinirse elbette güzel bir şey yapmış olur. Ama önce algı değişikliği, sonra bu işler! Eğer böyle olmazsa, dûniHİ algıyı silme gayretine girmeden “ben kötülükleri iyilikle yok ediyorum” diyene, böyle yaşayana dûniHİ algı dünyasında “salak” derler. Bu yüzden dünyada oluşmuş bir kural var: Kazık yemek istiyorsan merhamet et! Bu dûniHİ dünyanın kuralı, onların sözü. İnsanlar bu yüzden birilerine iyilik yapmaya korkarlar. Sen öyle bir ortamda kötülükleri iyilikle yok etmeye çalışırsan gününü görürsün. O yaşantıda kural “ben müstakilen varım ve en üstünüm” demek ve gereğini yapmaktır, orada küfür yarışı vardır. DûniHİ algı dünyasında yaşayacaksanız oyunu kuralına göre oynayın, küfür yarışına göre oynayın. Futbol oynuyorsan topu elinle tutmak olmaz, oyunu kurallarına göre oynayacaksınız. DûniHİ algı ve zann’larının “Varım ve Muhtarım” yarışı yapılan dünyasında kötülükleri iyilikle yok edemezsiniz. Böyle bir gayrete girerseniz salak olursunuz, Ferrari’sini satmış adam diye anılırsınız. Nüansa dikkat edin, bağışlayamamış da satmış! Vazgeçip gidememiş yani! Kitabın ismini bile doğru koyamıyorlar, çünkü dûniHİ algıdalar! Sonuç olarak, “seyyieyi hasene ile yok ederler” kuralı dûniHİ algıyı Billâhi algıyla silip yok etmektir. Bu kuralı fark edip yaşayanların Lüb Sahipleri olduğunu öğrendik.
2. Konuya dûniHİ algıyı tanımakla başladık. DûniHi algı, insanın kendini Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar zannetmesidir, öyle bilmesidir. İnsan bu algısı için bir gayret göstermez, olay kendiliğinden yürür. Kurtuluş için ilk yöntem, ilk adım dûniHİ algıyı Billâhi algı ile silmekti, gördük. İkinci adım, kurtulmamız gereken algıyı tanımak ve önemsemektir. Bu algıyı tanımak, onun gayret gerekmeksizin su gibi aktığını bilmek, o algıyla mücadeleyi sürekli kılmada önemlidir.
3. Billâhi algı için özel gayret gerekiyor, ayrıca “Billâhi algı” kesintisiz yürütülebilmelidir. Ancak bu durumda fuad Billâhi algının tesiri altında kalabilir ve sonuçta fuad Billâhi algıyla bağlanabilir. Bütün bunlar için Billahi algı gayretine gireceğiz. Kulun Billâhi anlamda gayreti demek, o kula Rabbi destek verecek demektir. Buyuruyor: “Kulum bana yürürse, Ben ona koşarım.” (Hadis-i Kudsi) “O halde zikredin BEN’i (ki), zikredeyim sizi. Şükredin bana. Ve (sakın) küfretmeyin.” (Bakara-152) Bize bir yöntem öğretiliyor: Zikredin Ben’i ki sizi zikredeyim. Ben’i hatırlarsanız sizi hatırlarım, Ben’i anarsanız sizi anarım. Ben’i unutmazsanız sizi unutmam.
“Kulun Allah’ı zikretmesi” ne demek acaba? Veya Allah’ın kulunu zikretmesi nedir, nasıl bir şeydir? Ve bu ikisi kıyaslanabilir mi? Bu bize bir şeyi müjdeliyor ki şudur: Eğer siz Billâhi algıya girerseniz Ben de sizi zikrederim. Allah’ı zikretmek kesinlikle Billâhi algı demektir. Başka bir kelime ile tanımı yoktur. Kul olarak, dünyada Billâhi algıdan başka zikrimiz olmaz. Billâhi algı ile gelen ikramı fark edin. DûniHİ algıdan kurtulur da Billâhi algıya girerseniz sizi zikrederim, sizi anarım, Ben de sizi umursarım. Ve ayet devam ediyor: “Şükredin bana ve sakın küfretmeyin.” Şükretmek her şeyi Allah’tan bilmek olduğuna göre “şükredin” uyarısı “her şeyi (Ben’de ve) Ben’den bilin” demektir: “Beni anmaya başladınız, Billâhi algıyla meşgulsünüz. Size ulaşanları, verilenleri, size geleni dûniHİ algı ile duniHİ güçlere, sebeplere bağlamayın. Ve sakın küfretmeyin; yani sakın dûniHİ algıya yaklaşmayın, sakın dûniHİ algıyla yaklaşmayın. Bakara-152 bize gayret ettiğimizde yardımın açılacağını hissettirdi. Enfal Sûresi 29. ayet ise şu müjdeyi açıklar:
“Ey, iman edenler! Allah’tan ittika ederseniz (fıtrî ahdinize sahip çıkar ve Rasûlullah ile size ulaşanlara hıyanet etmezseniz) sizin için Furkan (Hakk ile bâtılı hızla ayırt eden ve Hakk’tan yana davranan akıl) oluşturur, seyyielerinizi siler ve sizi mağfiret eder. Allah, Zül fadlil Aziym’dir.”

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER