Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

Edep; Ya Hu – 141

Yaşarken Billahi anlamda hürriyet kullananlarla duniHi anlamda hürriyet kullananların hürriyetlerini tatmin noktaları farklıdır. “Tatmin noktaları” ifadesiyle hürriyet ile kalp-beyin ilişkisini kastediyoruz. Tatmin noktası hürriyetin tatmin noktasıdır ve hürriyet ile kalp-beyin ilişkisidir. Bu kıyaslamada bize yol gösterecek iki kavram var. Önce o kavramları ele alalım. Birisi doğrudan tatmindir, kulun doğrudan tatmin olmasıdır ki buna kişinin tatmin olması diyoruz, doğrudan kişinin tatmin olması. Diğeri dolaylı tatmindir. Kişinin dolaylı yoldan tatmin olması, kişiliğinin tatmin olması yolundan geçer. Dolayısıyla bu iki kavramı kıyaslayacağı: Kişinin tatmin olması ve kişiliğinin tatmin olması.
“Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasına sırtını dönmüş, haniyf vasıflı, halifetullah yetkili bir müminin kalbi Rad Sûresi 28. ayetten öğreniyoruz ki ancak zikrullah ile tatmin olur, mutmain olur ve huzur bulur. Ancak zikrullah ile… Bu durumda, detayına girmeden zikrullahı tanımlamamız gerekir. Zikrullah’ın en alt basamağını şöyle tanımlayabiliriz belki ama önce bilelim ki zikrullah bir hayat tarzıdır. Zikrullah’ın en alt basamağı şudur: DuniHi algı ve zannlarını fark etmiş, reddetmiş; “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasına sırtını dönmüş bir kalbin Allah Yokmuş Gibi davranmaması, Allah’ı hiç unutmaması, bu sebeple birçok yöntem geliştirmesi, bu konuda Allah’ın Kanunlarından yararlanması; hayal, düşünce, fikir, yorum, konuşma dili ve beden dilinden “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını daim temizlemeye çalışması gayretlerinin toplamı zikrullahtır; gerçek zikrullah budur ve tanımladığımız bu zikrullah, zikrullahın en alt sınırıdır. Aslında bu tanımladığımız haniyf olmanın da gereğidir.
Rum Sûresi 30. ayetten öğreniyoruz ki Haniyf olmadan İslam’a yaklaşmanın ve anlamanın, Kur’an’ı anlamanın mümkün değildir. Bunun mümkün olmayacağını Rum Sûresi 30. ayet bize öğretiyor. Dolayısıyla tanımladığımız ve en alt sınır dediğimiz zikrullah tanımı haniyf olmanın gereği olan bir tanımdır, haniyf olmaya girişin başlangıcı olarak bir tanımdır.
Zikrullah bir hayat tarzıdır, yaşanan bir aktivitedir. “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasına sahip çıkılarak veya “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasının farkında bile olmayarak, o iddiayla yaşayarak bu yaşantının içerisine “tesbih faaliyetleri” eklemek zikrullah değildir; zikrullah olmadığı gibi çok da tehlikeli sonuçlar doğurabilir. “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiası bir kişide varsa, kuvvetliyse, kişi bu iddiasının farkında değilse, bu iddianın oluşturduğu ilahlık hissiyatıyla zikrullah diye tesbih faaliyetleri yapıyorsa, yaptıklarıyla onun ilahlık hissiyatının vasıfları kuvvetlenir. Çünkü zikrullah diye yaptığı esmalar Allah’ın kanunlarıdır; çalışırlar ama onun niyetine göre! Çünkü zikrullah aynı zamanda bir duadır. Kişi ne istediğini belirtiyor yani o esma kanunlarına bir nevi “bendeki şu özelliği şöyle yap” diyor. Eğer ilahlık hissiyatıyla yaşıyorsa, o hissiyat kişide kuvvetliyse o zaman kişi Allah’ın kanunlarından istifade ederek ilahlık hissiyatının vasıflarını kuvvetlendirecektir. Zikrullah diye yaptığı şeylerle daha kuvvetli bir ilah olarak ortaya çıkabilecek demektir. Bu yüzden, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla, duniHi hayat tarzıyla yaşarken kişinin bu hayat tarzına tesbih faaliyeti eklemesi zikrullah olmaz.
Hürriyetini Billahi anlamda kullananın kalbi ancak zikrullahla tatmin olur. Şimdi bir de hürriyetini duniHi anlamda kullananın tatmin noktasına bakalım. Böyle kulların tatmini dolaylı yoldan olur, çünkü onların kalblerinin değil kişiliklerinin tatmin olması gerekir. Orada hedef kişi olarak tatminlik değil, kişilikleri tatmin etmektir. Kişiliklerinin tatmin olmasından aldıkları hazla, huzurla kendi hüviyetlerinin tatmin olduğunu zannederler. Eğer duniHi anlamda hürriyet kullananların kişilikleri tatmin edilirse o kişiler sevinirler, bir süre huzur bulunurlar. Bunu Zümer Sûresi 45 bize öğretmektedir. Zümer Sûresi 45’ten öğreniyoruz ki bu tür kişilerin “müstakilen varım ve muhtarım” iddiaları okşanırsa sevinirler. İşte tatminleri böyle başlar: Kişiliğinin okşanmasıyla… Onun kişiliği nedir, böyle kulların kişiliği nedir? Onları kişiliği ilahlık hissiyatıdır, onların kişiliklerini ilahlık hissiyatı oluşturur. Dolayısıyla ilahlık hissiyatını konunun geldiği noktaya göre bir cümleyle bir de şöyle tarif edelim: İlahlık hissiyatı, kulun müstakilen varım ve muhtarım iddiasının sadrı tamamen kaplamış, kalbi de formatlamış olan hisleridir. Kulun ilahlık hissiyatı, müstakilen varım ve muhtarım iddiasının sadrı tamamen kaplamış, kalbi de formatlamış olan hisleridir.
Kulun yaşadığı ilahlık hissiyatını dengeleyecek kapasitesi asla yoktur, olmaz, olamaz, bunu Mü’min Sûresi 56’dan öğreniyoruz. İlahlık hissiyatı olanlara Mü’min Sûresi 56 buyuruyor ki: “Onların sadrlarında asla ulaşamayacakları bir kibir zannından başka bir şey yoktur.” Başka bir şey yok; sadece zann! Müstakilen varlık ve muhtarlık zannı, yani kibir zannı! Bu bir kapasite değil, bir kibir zannı, bir ilahlık hissiyatı; bir “müstakilen varım ve muhtarım” iddiası… Bu kullarda bir iddiadan başka bir şey yoktur. İlahlık hissiyatı bir iddiadır, bir zanndır. İşte o kulların sadırlarında bundan başka bir şey yoktur. Bir (zanni) His… Dolayısıyla işte böyle kullar, böyle bir hissiyatın, böyle bir ilahlık hissiyatının karşılığı bir kapasite kendilerinde olmadığı için, hiçbir zaman ulaşamayacakları, başaramayacakları bu ilahlık hissiyatını tatmin için çırpınırlar. Hayatları böyle geçer. Asla ulaşamayacakları bir ilahlık hissiyatını yine asla ulaşamayacakları bir arzuyla tatmin etmek istedikleri için, böyle çırpındıkları için onlardaki nefs hali olan nefsinin şerri bir özellik kazanır; o nefse yani nefsin şerrinin bu haline “doymayan nefs” denir. Yaşarken duniHi anlamda hürriyet kullananların kendilerini tatmin için çırpınmaları, kendilerindeki bu doymayan nefsi tatmin etmek içindir. Düşününüz, doymayan nefsin tatmini mümkün olabilir mi? Bu yüzden Efendimiz (SAV) biz inananlara bir dua öğretmiştir: “Allahım! Doymayan nefsten sana sığınırım.” Biz, bu doymayan nefsten kurtulmaya çalışırız. Billahi anlamda hürriyet kullanarak hayat tarzı oluşturanla duniHi anlamda hürriyet yaşantısı arasındaki farka ve terslik durumuna bakın lütfen. Billahi anlamda hürriyet kullanan kul Zikrullah ile mutmain, huzurlu yaşarken, duniHi anlamda hürriyet kullanan kullar doymayan nefslerinin tatmini için boşa çırpınırlar. Bu çırpınmaları yetmez, bu çırpınmalarını desteklemek için duniHi güçlere müracaat ederler, yeni duniHi güçler oluştururlar…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER