Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Edep; Ya Hu – 123

Sadrın fikir vereni nefsin şerridir, esfele safiliyndir. Ancak esfele safiliyn yapı kalbe fikir veremez, kalbin fikir vereni esfele safiliyn değildir. Esfele safiliyn kalbe giremez ama onu esir alabilir. Çok önemli birini esir alabilir, parmaklıklar arasına koyabilirsiniz ama onun düşüncelerine giremezsiniz. Tanrısal alemde, günlük yaşantıda “düşünce ve düşünce suçları” da böyle değil midir? İnsanı demir parmaklıklar arkasına koyabilirsiniz, ama düşüncesini? Bunun misalidir ki esfele safiliyn yapı kalbi esir alabilir ama onun içine giremez. Esfele safiliyn yapının, nefsin şerrinin kalbi esir etmesine Nankörün Esareti Hastalığı diyoruz. Bu hastalıkta, nefsin şerri kalbi esir alınca beyne emirler sanki kalpten geliyormuş gibi olur. Beyne amel etme emrini esfele safiliyn verir ama emirler kalpten geliyor gibidir. İşte bizim öncelikli hedefimiz, dünyaya gelirken kalbimizin içine düştüğü bu esaretten onu kurtarmak olmalıdır.
Sadıra fikir verenin nefsin şerri olduğunu, onun kalbe giremediğini gördük. Peki, kalbe fikri ne veriyor? Kalbe ilham ve fikir veren ahseni takviym yapıdır, ahseni takviym kalıptır. Ahseni takviym yapıya yani fıtrata ait fikirlerin sizde bilgiye dönüşmesini teşvik edecek, bunu sağlayacak olan ise iman nurudur. Yani ahseni takviyme ait fikirlere sahip çıkmayı sağlayacak olan iman nurudur. İman nuru bu işi yaparken kalbe bir korku verir, bu Allah’ın razı olmadığı şeylerden korkudur, korkmaktır. Onların bir listesi yoktur, bir yerde yazmaz. Onları siz yazılı olanlar dışında kendinize kendiniz bulursunuz. İman nurunun bu etkisi sizde başladığında bir sürü şey bulursunuz… “Şu halimden Allah razı olmadı” diye yaşadıklarınızdan sessizce kanaatler çıkarırsınız. Ama bunlar bir yerlerde yazılı değildir, onları ancak siz (kendiniz için) bulursunuz. İşte kalb size önce o korkuyu ilham eder, sonra onu verir, sonra da o korkuya yol açan duygu, düşünce, hal ve hareketlerinizden nasıl kurtulacağınızın yolunu gösterir, duasını öğretir, ümidini verir. İman nuru bunu ne zamana kadar yapar? Siz teslimiyeti yaşayıp ıhbat edene (Billahi manada boyun bükene) kadar! Siz teslimiyeti yaşarsınız, ıhbat edenlerden olursunuz; yani teslimiyetle boyun eğersiniz, böylece iman nuru sizi orada sabitler. Ayetlerde bunu göreceğiz…
Fuadda etkili olan nur Marifet Nuru’dur. Marifet nurunun korku ve ümit çizgisi kaderle ilgilidir; marifet nuru hem kaderden korkutur hem de kader ümidi verir. Kaderden korkutur, kadere sığındırır. Yani “euzü bike minke (senden sana sığınırım)” duasını yaptırtır. Böylece, fuaddaki marifet nurunun aktif çalışması ile siz aslında her şeyin kaderi anlamak, kaderi kavramak, kaderi yaşamakla olacağını anlarsınız; sizi o noktaya getirir. Sadrın fikir vereni nefsin şerri idi, esfele safiliyn yapı idi, kalbin fikir vereni ahseni takviym fıtrat idi, peki fuada ilham veren nedir? Fuada bu yolda ilham veren nefs-i levvamedir, fuadın ilham vereni, Allah’ın “üstüne yemin ederim” dediği nefs-i levvamedir. Önemlidir ki burada kul artık bilgileri müşahedesinden almaya başlar. Marifet nurunun fuaddaki bu çalışmasının amacı, kulu bir yere götürmektir, Fuadın bu aşamada hedefi, kulun razı olmasıdır; kul razı olana kadar fuad bu işi yapar. Kul razı olana kadar…
“Sadır, kalp, fuad, lüb mekanizması”nda Lüb’be geldik. Lüb’ü tesirinde tutan şey Tevhid Nuru’dur Tevhid nuru etkisi altında Lüb bir başka çalışır. Lüb nuru da işini yaparken korku ve ümidi kullanır, fakat bu nurun verdiği korku ve ümit şöyledir: Bu nurun verdiği korku, Rablığı müşahedede oluşan korkudur; Allahuekber Korkusu’dur. Onun korkusunun adı Allahuekber’dir, herhangi bir iş değil. Bu Rabbı müşahededeki korkusu ve titremedir. Lüb’ü aktif hale gelmiş kulun ümidi de yalnızca Rabbi’ndendir. Artık korku da ümit de Rabbi’yle ilgilidir, hep… Daha doğrusu fuad burada öyle bir görme yapar ki Rabbi’nden Rabbi’ni seyreder ve ayetlerde bahsedilen hali yaşar: “Ancak Allah’tan korkar, ancak Allah’tan ümit ederiz.”
“Ancak Allah’tan korkar, ancak Allah’tan ümit ederiz” duasının bir benzerini bu hale gelebilmek için, arzu ettiğimiz bu hal için bir dua olarak şöyle de söyleriz: İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaıyn. “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” derken arzumuz burasıdır.
İman nurunun sadr, kalb, fuad, lüb organizasyondaki hâkimiyetini, önemini ve o nurun “doğrudan Rabbinden bir nur, bir lütuf” olduğunu vurguladık. Bu yüzden, iman nuru mümin kul için çok önemli bir yerdedir, şimdi onun konumuzla ilgili çok önemli bir inceliğini ele alalım.
Normal yaşantımızda imanla ilgili bir yanlış yapmamak ve imanı uygulanabilir, kullanılabilir, yükseltilebilir hale getirebilmek için, onun geri dönüşümsüz olması için iman inceliklerini bilmek gerekir. İmanın önemli bir inceliği şudur: İman akıl işi değildir. Artık iyi biliyoruz ki, dünyaya gelen kişi kendini esfele safiliyn yapıda, vehmin zulmeti hâkimiyetinde buluyor. Esfele safiliyn yapı, sizin imana yöneldiğinizi fark ettiğinde sadır hâkimiyetini kaybetmemek için size imanla ilgili bir oyun oynar. Bu tamamen beyne, akla, mantığa uygun bir oyundur. Aslında iman akıl işi değildir ama o yapı bizim imana akılla bakmamızı sağlamaya çalışır ve bize buna göre bir oyun oynar. Der ki; önce gör, sonra inan. Yani esfele safiliyn yapı ters yönde bir öneride bulunur; “önce gör, sonra inanırsın” diyerek sizi ikandan imana götürmek ister. Oysa önce iman edilir, bu iman ile de ikana gidilir. Önce iman sonra ikandır, ama esfele safiliyn yapı imana yönelenlere bir tuzak kurar ve der ki önce ikna olun (ikan olun) sonra iman edin…
Esfele safiliyn yapı imana yöneldiğimizi fark ettiğinde, bizdeki sadır hâkimiyetini kaybetmemek için bize imanla ilgili bir oyun oynar ki bu tamamen akla, mantığa uygun bir oyundur. Aslında iman sadece sizdeki akılla olacak işi değildir ama esfele safiliyn yapı, sizin imana sizdeki akılla bakmanızı sağlamaya çalışır ve der ki; önce gör, sonra inan. “İman edin” denilenleri önce incele, gör, onu somut olarak iste, sonra inan. Esfele Safiliyn yapı bu önerisiyle önce ikan istemektedir; ikandan sonra imana gitmemizi istiyor. Bunun neden yanlış olduğunu göreceğiz…

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER