Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

Dünyada İlk Uçan Türklerdir – Kocatepe Gazetesi

Muharrem Günay 24 Temmuz 2010 Cumartesi 03:00:00
  Ünlü bir dil bilgini olan İsmail CEVHERÎ uçmak konusunda merak sarmıştı. İnsanların da kuşlar gibi uçması için çalışmalar yapıyordu.
Çalışmalarında belirli bir noktaya geldikten sonra hazırladığı kanatları alarak Nişabur’daki Ulu Cami’nin kubbesine çıktı halkın bakışları arasında kendisini boşluğa bırakıp uçmaya başladı. Bir süre sonra yere inmek istedi fakat başaramadı ve düşüp parçalandı. Bu olay 1002 yılında gerçekleşmişti.
1159 yılında ise yine bir Türk, Bizans imparatoru Manuel Komnen ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış Şah’ın oğlu Kılıç Arslan’ın huzurunda uçuş denemesi yaptı. Üzerinde bulunan gayet uzun ve geniş elbiseleriyle At Meydanı’ndaki Dikilitaş’a çıkan bu Türk az sonra kendisini boşluğa bırakıverdi. Üzerindeki elbiseler bir paraşüt gibi açıldığı için havada kalmayı başardı ve bir süre sağa sola hamle yaparak uçmağa çalıştı. Ancak bu deneme de başarısız oldu ve yüz binlerce kişinin bakışları altında yere çakılıp kaldı. (Dr. Bahaattin ERGEZER, Türk Tarihinden Damlalar sayfa:77, 975 Ocak yayınları)
Uçma konusunda atalarımız tarafından yapılan bu iki çalışmadan sonra sıra Dördüncü Murat zamanında yaşayan Hazerfan Ahmet Çelebi’ye gelmişti. Ahmet Çelebi Galata Kulesi’nden uçarak boğazı geçeceğini iddia ediyordu.
Başta padişah olmak üzere bütün İstanbul ayaktaydı ve bu heyecanlı anı bekliyordu. Hazerfan Ahmet Çelebi sırtına taktığı iri kartal kanatlarını açtı, kendini boşluğa bıraktı ve uçmağa başladı… Kanatları çırpa çırpa boğazı geçti ve Üsküdar’daki Doğancılar Meydanı’na inmeyi başardı. İşte, ilk başarılı uçuş gerçekleşmişti. (B. Ergezer, a.g.e. sayfa: 78)
İlk Roket ve İlk Denizaltı
Tarihte ilk uçan insan olma şerefine ulaşan Türkler, ilk roket ve ilk denizaltı konusunda da insanlığa öncülük etmişlerdir.
Dördüncü Muradın kızı Kaya Sultan’ın doğduğu akşam İstanbul’da şenlikler yapılıyordu. Lagari Hasan Çelebi adlı bir kişi yardımcılarıyla birlikte ortaya çıktı ve “YEDİ KOLLU FİŞEK” adını verdiği roketine bindi; kalabalıkta birlikte kendisini seyreden padişaha, “Padişahım, seni Allah’a ısmarladım; ben, İsa Peygamber’le konuşmaya gidiyorum” diye seslendi. Bu arada yardımcıları barutları ateşlemişlerdi. Ateşlemeyle birlikte Yedi Kollu Fişek fırladı ve karanlık gökyüzünde kaybolup gitti. Heyecanlı bekleyiş bir süre devam etti ama, dönüşten ümit kesilince kalabalık dağıldı. Barutların yanması bitince hızı kesilen Yedi Kollu Fişek düşüşe geçmiş, Kartal kanatlarını açın Lagari Hasan Çelebi ise ileride bir yere inmeyi başarmıştı. Sevinç içinde saraya doğru koştu, sözünü yerine getirmiş olmanın sevinciyle Padişaha seslendi:
“-Padişahım, İsa Peygamber sana selam söyledi!”
Dördüncü Murat Lagari Hasan Çelebi’yi bir kese altınla ödüllendirdi. (B.Ergezer, Türk Tarihinden Damlalar, sayfa 79, Ocak Yayınları)
Bu olay Osmanlı Devleti’nde ve Avrupa’da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murat tarafından da beğenildi. Saray burnu’ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyreden Sultan, Ahmet Çelebi ile önce çok yakından ilgilenmiş, hatta Evliya Çelebi’ye göre “bir kese de altınla” sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp, “Bu adem pek havf edilecek (korkulacak ) bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değil” diyerek onu Cezayir’e sürgün etmiştir.
Amerika’da ve Avrupa’da “DENİZALTI” diye bir araç bilinmezken üçüncü Ahmet döneminde “Tahtelbahir” adı verilen ilk Türk denizaltısı yapılmıştı bile. Mimar İbrahim Efendi’nin buluşu olan bu denizaltı bir timsah şeklinde yapılmıştı. Halk bu denizaltıyı Üçüncü Ahmed’in çocuklarının sünnet törenleri yapılırken gördü ve herkes hayretler içinde kaldı. Tören sırasında Haliç’de denizin dibinden suyun yüzüne çıkan bu “Tahtelbahir” (Türkçe’si denizaltı demektir) ağır ağır ilerleyerek padişahın bulunduğu yere doğru gitti yarım saat orada kaldıktan sonra tekrar suyun içine girdi ve az sonra tekrar çıktı. Herkes hayret ve şaşkınlık içindeydi. Timsah’a benzeyen bu aracın içinden beş kişinin çıkması hayret ve şaşkınlıkları daha da artırdı. Bu konuda ünlü Surname’de ve Deniz Kuvvetleri tarafından yayınlanan “Türk Denizcilik Tarihi” adlı eserde gerekli bilgiler yer almaktadır. Ancak ne var ki “Tahtelbahir” kısa bir süre sonra unutulup gitmiş ve biz ondan yıllar sonra ilk denizaltıyı Amerikalıların yaptığını sanmışız. (B.Ergezer, sayfa:70)
Demek ki Türkler uzay teknolojisinin ve denizaltı tekniğinin ilk temellerini atan bir millettir.
Kur’ânî hükümlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, dünya üzerindeki bir insanın refahı varlıklar hakkındaki bilgisine ve Allah’ın yarattıklarından istifade etmesine bağlıdır. Bu ise yalnızca araştırma gözlem ve deneyle mümkündür. Hz. Peygamber (sav) sözleri ve fiilleriyle Kur’ânî hükümleri ortaya koymuş ve modern çağın gerçek bir ilim teşvikçisi olmuştur. İslâm büyük bir cesaretle inancı ilim ve fiiliyatla (amel) ve ilimleri din ile o derece birleştirmiştir ki, kısa bir süre içinde Müslümanların ilim âlemine takdim ettikleri ilmî ve fikrî başarıları “mucize” olarak adlandırılmıştır.
Müslümanlar, şüphesiz ki, ortaçağ medeniyetinin düşünce önderliğini yapmışlar ve beşeriyetin muallimi olma vazifesini gerçekleştirmişlerdir, insanlığın ilerlemesinde hiç bir saha yoktur ki, İslâmî kültürün onun üzerinde mühim bir te’siri olmasın. İşte bu yüzden İslâmî kültürün modern dünya üzerindeki önemi göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür (Briffault. R. The Making of Humanity.’ Mevdudi, “İslam Peygamberi”. Lahore. sh.20.)
Müslümanların eğitim bilim ve diğer sahalardaki katkılarının modern dünya tarafından takdir edilmediğini görmek çok üzücüdür. İslâm medeniyeti, vahyin yol göstericiliğinde 8. yy.dan 17, yy’a ilme önem veren şuurlu idarecilerin himayesi altında gelişti ve başarılarının doruğuna vardı. İslâm medeniyeti, ilim, san’at, siyaset ve kültürün temellerini oluşturduğu gibi, karanlık çağlarını yaşayan Avrupa’nın aydınlanmasını da sağlamıştır.
Bir Müslüman modern çağın ilmî ilerlemeleri üzerine hassas bir inceleme yaptığında, modern bilime hem takdir, hem endişe ile bakar. Çünkü günlük hayattaki faydalarının yanı sıra, ilmî gelişmeler, Allah’ın sonsuz kudretini ve Kur’ân’ın birçok âyetini anlamamıza yardım eder. Fakat öte yandan o, ateizmin karanlığındaki modern bilim adamlarının ahlâkî ve sosyal dejenerasyonuna baktığında üzüntü ve endişe duyar ve bunun dünyadaki nizam ve huzuru bozacağını bilir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER