• Haberler
  • Genel
  • Doğu ile Batı iki farklı anlayışı temsil ediyor

Doğu ile Batı iki farklı anlayışı temsil ediyor

Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesisleri'nde düzenlenen sabah toplantıları devam ediyor. Bu hafta “Devlet ve Demokrasi” konusunun ele alındığı Çarşamba Sabah Toplantısı'na Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ergün başkanlık yaptı Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara, “Batı'da savaşlar, şiddet, engizisyon mahkemeleri vb. var. Ancak bunların [&hellip]

Doğu ile Batı iki farklı anlayışı temsil ediyor

Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesisleri’nde düzenlenen sabah toplantıları devam ediyor. Bu hafta “Devlet ve Demokrasi” konusunun ele alındığı Çarşamba Sabah Toplantısı’na Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ergün başkanlık yaptı

Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara, “Batı’da savaşlar, şiddet, engizisyon mahkemeleri vb. var. Ancak bunların ardından Batı’da aydınlanma söz konusu olmuştur. Bireyin kendini tanımlaması ve kendi haklarını, beklentilerini ve ihtiyaçlarını tanımlayarak, bunun için mücadele etmesi süreci başlıyor. Batı ile Doğu demokrasilerini birbirinden ayıran en önemli fark da budur. Çünkü Batı’da, insanların kendi bireysel ihtiyaçlarının farkında olması ve bireysel ihtiyaçların ortak olanlarının dayanışması ve bunun üzerine kurulu bir demokrasi anlayışı var. Doğu’da ise daha çok insanların ihtiyaçlarının devlet tarafından belirlendiği, hakların devlet tarafından verildiği, halkın yöneticilerin şefkatine ve inisiyatifine tabi olduğu bir devlet modeli var. Biz bu modelin üzerine demokrasiyi kurmaya çalışıyoruz. Aslında demokrasimiz ile ilgili en önemli problemler, vesayet anlayışına dayalı bir temelin üzerine Batı modeli bir demokrasi inşa etmeye çalışıyor olmamızdan kaynaklanmaktadır” dedi.
Devletin işlevi değişti
Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Ergün, devletin fonksiyonlarının değiştiğini ifade ederek, “Osmanlı zamanında ya da daha önceki dönemlerde daha çok mahalli örfe dayanan bir adalet vardı. 19. yüzyılda işçi hareketleri karşısında devlet, sosyal devlet olmak zorunda kalınca, hizmette sınır yoktur diyerek, her işi yapmaya başlamıştır. Şu anda da devletin hangi alanlarda halka hizmet edeceği, hangi alanları özelin eline bırakabileceği soruları var. Sanayileşme ile başlayan devletin yetki genişlemesine karşın şu anda özelleştirmeler ile devlet bazı fonksiyon alanlarından geri çekilmeye başladı. Batıda da devletin halka hangi alanlarda hizmet vermesi, hangilerini özele bırakması gerektiği konusu tartışılmaktadır” şeklinde konuştu.
Devlet kelimesi fark anlamlar kazandı
Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Güler, devletin toplumlarda anlaşılma biçiminin farklı olduğunu belirterek, ‘devlet’ kelimesinin kökü, bir halden diğer hale geçmektir. Fakat devlete çok farklı anlamlar yüklenmiştir. Hükümranlık, saltanat gibi anlamlar verilmiştir. Zaten bugün tartışılan, devletin tam örtüştüğü nokta da budur. İslam öncesi ve sonrasındaki devlete baktığımızda bugün en önemli dönüşümün temelini Fatih Sultan Mehmet’in devlet telakkisi veya Fatih Sultan Mehmet’in Osmanlı Devleti’ne yüklemiş olduğu yeni misyonun oluşturduğunu görmekteyiz. Bugün de halen tartışılmakta olan ‘nasıl devlet?’ anlayışının temelinde de bu var. Önceki devletlerde şöyle bir anlayış var: Devlet kimdir ve devleti kim kurar? Kim idare eder? Devlet, toplumun işlerini çekip çeviren, onları yürüten, insanları dışarıya karşı savunan bir mekanizma gibi algılanıyor veya devleti kim idare eder? Bu sorular toplumumuzda her zaman ön plana çıkmış ve bugüne kadar uzanan alt yapısı var. Eski Türk geleneğinde hükümdarların Gök Tanrı’dan kut bulmuş insanlar olduğuna inanılırdı. Bu belki de Hz. Adem’in peygamber ve aynı zamanda evlatlarının başında bir çekip çevirici olmasından da kaynaklanan bir durumdur. Böyle olunca bir tane idareci var ve bunun çocukları oluyor, o öldükten sonra bu devletlerin yönetimi hangi kut bulmuşa verilecek meselesi ortaya çıkıyor. Bu, Türk tarihinde çok tartışılan bir konu olmuştur. Osmanlı Devletine geldiğimizde, Osmanlı ilk döneminde devletin kime ait olduğu meselesini askerlerin veya devlet adamlarının maharetiyle hallediyordu. Fatih Sultan Mehmet bu meseleyi çok düşünüyor ve nasıl bir devlet kurulacağı, kut bulmuşların devleti nasıl paylaşacağı meselesini kendi haline bırakıyor. Kim galip gelirse diğerini ortadan kaldırır. Ama Fatih Sultan Mehmet’in devlet anlayışında yaptığı esas zihniyet dönüşümü şudur: Hanedana dayanan devletten ziyade bürokratik devleti öne çıkarmıştır. Yani Osmanlı hanedanı, kendi dışındaki unsurları olabildiğince zayıflatıyor. Hanedanın mukaddeslik durumunu ortadan kaldırıyor ve hükümranlık için birbirlerini öldürebiliyorlar. Fatih Sultan Mehmet’i tarihimizde bürokratik devleti kuran ilk insan olarak kabul edebiliriz. Bana göre, Osmanlıda dokunulmaz olan bürokrasi midir yoksa padişah mıdır? Bu sorunun doğru cevabı bürokrasidir. Cumhuriyet dönemine doğru geldiğimizde Osmanlı devletindeki Fatih Sultan Mehmet’in devlet tecrübesi, bugün halen daha kutsal bürokrasi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani devletin çekip çeviren, insanların işlerini gören mi yoksa halkın kendi ortaya koyduğu bir sistem mi olduğunu bugün hala tartışıyoruz ” dedi.
Doç. Dr. Güler sözlerine şöyle devam etti: 19. yüzyılda ise devlet telakkisinde muazzam değişiklik oldu. Klasik dönem Osmanlısında devletin vergi toplamak ve güvenliği sağlamak gibi sadece iki görevi vardı. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde dünyadaki değişime ayak uyduramayan Osmanlı, klasik müesseselerinin tamamını tarihe mahkum etti. Vakıflar ve diğer teşkilatlar bu müesseseler arasında yer almaktadır. Bir de Osmanlı’nın önünde Avrupa’nın yeni devlet teşkilatı, yeni devlet telakkisi vardı. Buna uymak için her şeyi kendisi yapmaya çalışmıştır. Bu ‘her şeyi ben yapayım’ anlayışı, bugün her şeyi devletten bekleme anlayışının temelini oluşturmaktadır diyebiliriz.”
Platon’dan Farabi’ye devlet anlayışı
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Mehmet Karakaş, devletin, toplumsal düzeni oluşturma ve bu düzeni devam ettirme ihtiyacı sonucunda ortaya çıktığını belirterek, “Bu anlamda baktığımızda devletin toplumsal düzeni devam ettirme sürecinde devleti idare edenlerin iktidar ve hükmetme algılarının daha çok hırs ve hiddet duygusunu psikolojik olarak beslediğini biliyoruz. Bu süreçten itibaren, devleti ifade eden iktidarı sürekli olarak ehlileştirme çabası içine girildiğini görmekteyiz. Filozofların, bilim adamlarının, sosyologların ve ahlak bilimcilerinin sürekli olarak bu doğrultuda, devleti belli bir alana çekme, yumuşatma ve iyileştirme çabaları ortaya koyduklarını görüyoruz. Bu anlamda Platon’un ‘Devlet’ kitabına baktığımızda bilge kralın erdemlerinden söz etmekte, erdemli bir yöneticinin nasıl olması gerektiğinden bahsedilmekte, daha sonra İslam kültüründe, Platon’dan etkilenerek Farabi’nin ideal devletin nasıl olacağından söz ettiğini biliyoruz.
Zaman içerisinde toplumların nasıl değişim geçirdiği sürecine bağlı olarak devlet organizasyonunun ciddi anlamda bir ihtiyaç olduğu görüşlerine de yer verilmiştir. Ortaçağ döneminde toplumların devlet nizamından yoksun, tehlikeli bir hale geldiği ifade edilerek, mutlaka devlete ihtiyaç duyulduğu da ifade edilmiştir. Bu 15.-16. yüzyıllardan itibaren devletin mutlak gücünün olması gerektiği, hatta mutlaka monarşi gücünün devreye girmesi ve toplumun yok edici özelliklerinin ortadan kaldırılması gerektiğini görüyoruz.
Bu mantıkla 18.-19. yüzyıllara gelindiğinde sanayileşme, Fransız Devrimi, Bilim Devrimi, Teknik Devrimi ile birlikte devlet, çok güçlü bir aygıt olarak ortaya çıktı. Bunun neticesinde de güçlü aygıtı ehlileştirme, yumuşatma çerçevesinde bir siyasal ilke olarak demokrasinin tekrar gündeme getirildiğini, devlet yönetme erdeminin demokrasi ile gerçekleşeceği kanaatinden hareketle bir siyasal ilke olarak devreye sokulmaya çalışıldığını görüyoruz. Demokrasinin bir siyasal ilke olarak ikame edilme çabalarının devlet gücünü ciddi anlamda törpülediği, yumuşattığını söyleyebiliriz.
Eğer ulus devlet, bu güçlü aygıtları ile birlikte demokrasisiz bir şekilde devam ettirilir olsaydı, bugün birey, birey hakları ve özgürlüklerden çok fazla söz edemeyecektik. Çok güçlü devletlerin bürokratik modelleri ile birlikte ortaya çıkacaklarını görecektik. Yine bürokratik modelli devlet yapılarının demokrasi ilkesine rağmen varlıklarını devam ettirdiğini biliyoruz. Demokrasinin sürekli olarak çıtasının yükseltilmeye çalışılmasının nedeni, bu güçlü durumdaki devlet modelinin halen varlığını sürdürmesidir” dedi.
Toplantı sonunda, gelecek hafta yapılacak Çarşamba Sabah Toplantısında “Köy Enstitüleri” konusunun ele alınmasına karar verildi. (aku.edu.tr)

Bakmadan Geçme