Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Misafir Kalem

DİYANET’İN SON CUMA HUTBESİ DÖKÜLÜYOR!

Misafir Kalem 1 Kasım 2016 Salı 14:22:44
 

Son zamanlarda camilerimizdeki cuma hutbelerinde, direkt ihtiyaç olan konuları gündeme almak yerine, günü kurtarmak ve suya sabuna dokunmamak adına, uzunca hadislerin hikaye edilerek hutbenin geçiştirildiği ve önemli bir eğitim fırsatının heba edildiği dikkati çekmektedir.
Görüldüğü kadarıyla son 5-6 yılda Diyanet, güya başlangıçta cemaatin dikkatini toparlamak ve cemaat üzerinde şok bir etki oluşturmak için, genellikle Asrı Saadetten  bir olayın hikayesiyle başlamayı usul edinmiştir. Bu nedenle her hafta uygun bir olay ya da ilgili hadisin vurud sebebi hutbeye başlangıç yapılmaktadır.
Ne yazık ki bu tercih, çoğu kere yerli yerinde yapılamadığından, dikkati toplamanın aksine, daha başlangıçta cemaatin dikkatini dağıtabilmektedir. Mevzunun başını kaçıran bir kimse ise bir sonrasını hiç anlayamamaktadır.
Çoğu kere hutbede anlatılmak istenen tema ile, başta verilen olayın birbirine mütenasip olmadığı görülmektedir. Bazen de hikaye etmek adına konuya uygun olsun diye zayıf rivayetlere başvurulduğu gözlenmektedir.
Dikkati dağıtan ikinci neden ise, başta hikaye edilen olayın, hutbenin önemli bir sürecini kapsayacak derecede uzatılmasıdır.  
Esasen bu usül her zaman etkin bir yöntem olmadığı gibi, okumadan ibaret bir hutbede değeri daha da azalmaktadır.  Sürekli yapılması ise cemaati, hutbenin samimiyetinden öte kalıplaşmış bir senaryo olduğu düşüncesine  sürüklemekte ve bıkkınlık vermektedir.  
Üzülerek ifade edelim ki  geçtiğimiz son cuma (28 Ekim 2016) hutbesinde de bu olumsuzlukların tipik bir örneğini yaşadık. Hutbede güya Cibril hadisi okundu ama, nasıl okundu, gelin birlikte bakalım:
Herşeyden önce, günün ihtiyacından uzak konudaki bir hutbe, yaraya merhem olmak yerine, gerçeklere değinmenin doğurabileceği sıkıntılardan uzak olmak saikiyle eldeki topun taja atıldığı izlenimini vermektedir. Bir başka ifadeyle cemaatin ihtiyacıyla irtibatı olmayan hutbe, önemli bir eğitim fırsatının geçiştirilmek istendiği imajını oluşturmaktadır.
İşin uzmanları dışında bu durumun herkes tarafından farketilmesi beklenemez. Fakat herkes için ortaya çıkan sonuç, bu üslup ve içerikteki hutbenin yararlı olmadığıdır.
Hakikat şu ki, Cibril hadisi, bir cuma hutbesinde açıklanabilecek kadar basit ve dar kapsamlı bir hadis değildir. Nitekim hadis, iman, islam ve salih amelin özünün yanısıra kıyametin iki alametinden de söz etmektedir. Cuma hutbesinin makul suresi, hadis i şerifte sadece özü verilen bu kadar konuyu etraflıca ortaya koymaya müsait değildir.
Cuma hutbelerinin toplum için ciddi bir eğitim fırsatı olduğunu göz önüne aldığımızda, cemaate sunulacak bilginin nitelikli olması gerektiği kendiliğinden anlaşılmaktadır. Cumaya, her yaştan ve her kesimden kalabalık bir kitle katılmaktadır. Bu topluluğa kısa süre içerisinde kitle ihtiyacını karşılayacak içerikte en değerli ve özet bilgiler, bir müstahzar gibi sunulmalıdır. Aksi halde boşa harcanan zamanın, özellikle yanlış verilen bilginin vebali tartışılmayacak ölçüde ağır olur.
Cuma hutbeleri, salt ayet meali veya salt hadis anlamı okuma yeri değil, aksine, müminlerin leh ve aleyhine cereyan eden haftalık olayların, İslam’ın ışığında değerlendirilerek müslümanların irşad edilme yeridir. Bu sayede müminler, kah yeni bilgilerle donanırlar, kah da varsa hatalarını düzeltirler. Hutbeden beklenen fayda da budur.
Son cuma hutbesinde Diyanet’in camilerde okutturduğu metinde, sözde anlamı verilen Cibril hadisinin sonunda yer alan kıyamet alametlerine ilişkin satırların özellikle atlandığı ve bu bölüme temas edilmediği dikkati çekmiştir. Bu bölümde, ahir zamanda zinanın, mahremlerle cinsel ilişkiye varacak boyutta artacağından söz edilmektedir.
Aynı bölümde makaslanan diğer madde ise, kıyamet öncesinde ehil olmayan kişilerin serveti elinde tutması ve bunların kulluktan uzak bir hayatın içerisinde birbirleriyle aşırı bir yarış içerisinde olacaklarından söz edilmektedir. Hadisteki bu ifadeden maksat, servet sahiplerini kötülemek değil, hırs ve tamahın etkisiyle kulluktan uzak  kötü bir duruma düşmelerine karşı uyarmaktır.
Haddi zatında günümüz dünyasında cemaatin en çok yararlanabileceği bölüm de burasıdır. Böyle konuların anlatımının, zülfü yare dokunacağı hesaplanmış olmalı ki burası atlandı. Halbuki hiç de öyle değildir.
Ayrıca gelecekten haber veren hadislerin, modernistler tarafından kabul edilmediği de bilinen bir gerçektir. Maalesef bu anlayışın, Diyanet’in “Hadislerle İslam” çalışmasında ve din eğitimi alanındaki kurumların ders kitaplarına da yansıdığı görülmektedir.
Hutbeye dönersek: Cibril hadisi budur deyip de hadisi makaslayarak cemaate sunmak, hadisin bir kısmını gizlemek ya da son zamandaki moda tabirle hadisi “ayıklamak” anlamına gelir. Bu da bir nevi hadis uydurmaya varacak derecede sakıncalı bir davranıştır.
Madem ki Cibril hadisi konu edilmektedir, bu hadis baştan sona kadar hiç bir bölümü atlanmadan tamamının okunması gerekirdi. Aksi halde hadisin bir bölümü ayıklanmış olmaktadır. Hadis veya ayetlerin bir kısmı dinleyiciye kasden okunmaması,  Bektaşi’nin, “sarhoşken namaza yaklaşmayın” ayetini, “namaza yaklaşmayın” (la takrabü’s-salate) şeklinde ayeti okumasına benzer.
Hadisin bir kısmını atlayarak geriye kalan  kısmını okumak suretiyle hadisi ortaya koymak, konu içerisinde hadisin sadece ilgili kısmını vermekle aynı mahiyette tutulamaz.
Öte yandan şerhsiz hadis okumanın, özellikle avamı saptırabileceği de göz önünde bulundurmalıdır. Cuma gümü okunan hutbede olduğu gibi, hadisin  salt anlamının okunması halinde, konuya hakim olmayan bir dinleyicinin iman ve İslam’ı net bir şekilde anlaması mümkün değildir. Bu yüzden hutbe, ayet ve hadisleri lafzen okuma yeri olmamalıdır. Bir ayet ya da hadis konu ediliyorsa, onların tahlil edilmesi ve her seviyede dinleyen için müstahzar gibi hazır lokma haline getirilmesi lazımdır. Zira cuma cemaatinin kültür seviyesi, yukarıda belirtildiği gibi, her bakımdan mozaik bir yapıdadır.
Hutbede, Cibril hadisinin anlamını okuyup geçtikten sonra, okunan bu hadisten hareketle “din işte böyle açıktır; keramet, keşif ve vahiy dışında rüya vs. şeylerin dinde yeri yoktur … ” şeklindeki bir yaklaşım, hiç de isabetli değildir.
Herşeyden önce bu hadis keramet keşif vs. konuların nefyine delil olacak içerik ve mahiyette değildir. Hatta ileri sürülen tezin aksi anlamı bile söz konusu olabilir. Çünkü o ortama insan suretinde bir melek/Cebrail gelmiştir. Hutbede işlenen teze bakarak birileri, -haşa- “insan suretinde melek olmaz, biz gördüğümüze inanırız” da diyebilir. Aynı şekilde, hadiste yer alan ve “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” olarak tanımlanan “ihsan” da, hutbede reddedilen görünmez olaylarla zıtlık teşkil ediyor diyebilir, birileri.  Çünkü hutbede dinde esrarengiz şeyler, peşin hükümle reddedilmektedir.
Öte yandan, keşif keramet  gibi konulara girildiyse şayet, bu konular yanlış anlamayı bertaraf edecek şekilde anlatılmalıdır. İhtilafa yol açacak konulara ise asla girilmemeli, bu konular için daha geniş zamanlar seçilmeli, ayrıca seviyeye uygun tarzda sınıf eğitimi uygulanmalıdır. Yoksa beyinler bulanabilir, beklenen neticenin aksi ortaya çıkabilir. Hatta dinleyici inkara kadar sürüklenebilir.
Evet, keramet dinde hüküm kaynağı değildir ama, keramet yok da denilemez. Aksi halde, mucizeyle birlikte, Kuran’daki keramet örnekleri de inkar edilmiş olur.
Rüya ve keşif de dinde hüküm kaynağı değildir amma, dinde rüyanın yeri yoktur denilirse, “rüya nübüvvetin kırkta biridir” hadisi ve sahih hadislerle sabit olan  “istihare” dua ve namazı inkar edilmiş olur.
İslamiyette keşfin yeri yoktur, dendiğinde ise, “müminin ferasetinden korkun” hadisi ve “Herkim takvalı olursa Allah ona  furkan (iyiyi yanlıştan ayırma ilmini) verir” ayeti göz ardı edilmiş olur. Aynı şekilde Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresi’nde Musa (a.s) ve “salih kul” arasında geçen esrarengiz olayların da üzeri çizilmiş olur.
Öte yandan rüya ve keşif, başkalarını bağlamazsa da şahsın kendisi, nassa aykırı olmayan konularda rüya ve keşfiyle amel edebilir. Rüya ve keşifin vahiy dışında dinde yeri yoktur, denildiğinde bu husus da ihmal edilmiş olur.
Hutbede tenkit edilen “kurtarıcı beklemek” sözündeki “kurtarıcı”dan maksat, Hz. İsa (a.s.)’ın nüzülü ve Mehdi (a.s.) meselesidir.
Halbuki Hz. İsa’nın nüzülü hakkında müttefekun aleyh hadisler vardır. Bunların inkarı mümkün değildir. Ayet i Kerimede de Hz. İsa’nın vefat ettirilmeyip (göge) kaldırıldığı haber verilir.
Mehdi (a.s.) hakkında da göz ardı edilemeyecek sayıda makbul hadisler vardır. Çoğu hadisçiler bu konudaki hadislerin manevi mütevatir seviyesine ulaştığını ifade etmişlerdir.
El hasılı, söz konusu Diyanet hutbesi her bakımdan dökülmektedir. Sözümü ettiğimiz özelliklere uygun mahiyette topluma daha faydalı hutbelerin okunması dileğimizdir. Kalın sağlıcakla.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER