Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ramazan Balkan
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

DIŞ POLİTİKA VE ARAP DÜNYASI

Ramazan Balkan 30 Haziran 2014 Pazartesi 03:00:00
  I. Dünya Savaşı yıllarında Suriye’de IV. Ordu komuatnlığı yapan Cemal Paşa hatıralarında; “Bana öyle geliyor ki, bizim memleketimizde hatta Türklerin en münevver geçinenleri arasında bile Arap Meselesi’nin mahiyeti ile onu idare edenlerin emellerinin ne olduğunu bilen pek az kimse vardır” itirafında bulunur. Arap İsyanı, Mekke Emiri Şerif Hüseyin önderliğinde 1916’da başlamış olup bu isyanının ardından neredeyse yüz yıl geçmiştir. Ancak tarihin tekerrürü gibi bugünkü iktidar sahipleriyle onları yönlendiren bir kısım gazeteci, yazar ve akademisyenlerden oluşan aydın takımının da yine bugünkü Arap Meselesi hakkında doğru kanaate sahip olduklarına inanmıyorum. İşin diğer boyutu da bu aydın takımının etkisi altında kalan halkımız Arap dünyasında yaşanan olayları yorumlamada tam bir cehalete sürüklenmiş vaziyettedir.
Şimdi ne demek istedğimizi özetleyelim. Türkiye’de “Sağ Kesim” içinde değerlendirilen muhafazakâr, dindar tarikat ve cemaat mensubu kesimlerde ortak bir kanaat vardır; “Türkler asırlarca İslamiyet’in sancaktarlığını yapmış, adaletle 400 yıl Arap coğrafyasını yönetmiştir. I. Dünya Savaşı’nda İngiliz, Yahudi ve Mason komplolarıyla Araplar isyana sürüklenmiş, İttihat ve Terakki’nin ırkçı-Türkçü politikaları Arapları Osmanlılardan dolayısıyla hilafete bağlılıktan soğutmuştur. Ardından Cumhuriyet döneminde Kemalist-Laik rejim hilafeti kaldırarak Arap dünyasını Türklerden koparmış, İslam dünyasını da lidersiz bırakmıştır. Yine dinsizliğe varan laik uygulamalar ve inkılaplarla Türk-Arap ayrılığını derinleştirmiştir.”
Bu kanaat doğrultusunda sağ kesimde; “Türkiye olarak İslami kimliğimiz ön plana çıkarır, Arap dünyasının derdiyle hemdert olursak Arapların desteğini sağlar bölgede söz sahibi oluruz. Bu desteği de kaldıraç gibi kullanarak dünya siyasetine yön verebiliriz” düşüncesi hâkimdir. Nitekim bugünkü iktidara destek sunan bazı sivil toplum kuruluşlarının; Arap-İslam coğrafyasında yürüttükleri yardım faaliyetleri, Filistin konundaki aşırı hassasiyetleri, Mısır, Libya ve Suriye olaylarına müdahil olmaları ve Türkiye’nin İslami kimliğini ön plana çıkarma gayretleri hep bu kanaatin ürünüdür.
Bu kanaat fikir planında belki doğru olabilir fakat kendimize şu soruyu sormamız gerekir; Biz Arap dünyasının lideri olmak istiyoruz ama onlar bizim liderliğimizi istiyorlar mı? İşin can alıcı kısmı bu sorudadır. Unutmayalım ki, Türkiye‘yi Arap dünyasının iç çatışmalarına müdahil etmek isteyenler bize her zaman siz; “laik ve demokratik yapınızla Arap dünyasına örnek olun” diye öğütler verirler aynı zamanda Arap toplumlarına da; “aman dikkat edin Türkler yine coştu ensenizde kılıç sallayacak” korkutmasında bulunurlar.
Arap dünyasına liderlik etme politikaları geliştirilirken; Arap siyasetçilerin, Arap devlet adamlarının ve Arap aydınların Türkler hakkında önyargılarını bilmemiz gerekirdi. Bu önyargıları bilmeden, bu önyargıların tarihsel oluşumlarını ve doğruluk değerlerini çözümlemeden Arap coğrafyasında başarılı olmamız mümkün değildi. Nitekim öyle de oldu. Peki, Arap toplumunda Türkler ve Türk hakimiyeti konusundaki önyargılar nelerdir?
1. Türkler, Arap medeniyetine büyük darbe vurmuştur. Türkler, Ön-Asya’ya gelmeden önce Emevi ve Abbasi gibi büyük devletler kuran Arap toplumu; Selçuklu, Memluklu ve Osmanlı istilalarıyla, 1918 yılına kadar bir daha bağımsız devletler kuramamışlardır.
2. Türkler, Arap coğrafyasını sömürmüştür. Türk istilalarının başladığı 10. ve 11. yüzyıla kadar dünyanın en zengin bölgeleri Mısır, Suriye, Irak gibi Arap coğrafyaları iken 20. yüzyıla gelindiğinde dünyanın ekonomik ve sosyal yönden en geri kalmış bölgeleri bu coğrafyalar olmuştur. Bunun tek müsebbibi Türklerdir.
3. Türkler hilafeti gasp etmiştir. Halife, Araplardan ve Hz Muhammed’in hadislerine göre Kureyş sülalesinden olması gerekirken Yavuz döneminde Osmanlılar, hilafeti, Araplardan gasp etmiştir.
4. Türkler gerçek Müslüman değildir. Bu dinsizliğin başlangıcı Osmanlıların hukuk işlerinde Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye’yi kabul etmesi dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’i hukuk hayatından çıkarmasıyla başlamıştır. Mecelle ile birlikte Hıristiyan hukuk kuralları kabul edildiğinden Türkler gerçek Müslüman değil Nasranî’dir (Hıristiyan).
5. Bugün Arap dünyasının başındaki en büyük bela olan İsrail devleti; yükselen Arap Milliyetçiliğine karşı denge olması için Osmanlı padişahının (II. Abdülhamit) Filistin’e Yahudi göçünü serbest bırakması sonucu ortaya çıkmıştır.
6. Emperyalist devletler 19. Yüzyılda Arap coğrafyasına saldırdıklarında Osmanlılar Arap coğrafyasını korumak yerine bu coğrafyayı emperyalistlere peşkeş çekmiştir. Lübnanlı yazar Mustafa Muhammed Tahhan “Teori ve Pratikte Milliyetçilik” adlı kitabında Osmanlı yönetimi için; “Hatta ellerinde son topraklardan bile adeta kurtulma yollarını arıyor ve bu konuda fırsatları kolluyorlardı. İttihat ve Terakkiciler; Rusya, İngiltere ve Fransa devletleriyle antlaşmalar yaparak Osmanlı Devleti toprakları içerisinde bulunan Arap diyarlarından kurtulmak istediklerini ifade edip bu konuda mutabakata varmışlardı” demektedir.
Bu iddiaların tarihsel gerçekliğinin bulunmadığı ispat edilebilir. Örneğin elimizde kalan son Arap toprakları olan Trablusgarp, Suriye, Irak ve Filistin için yaptığımız mücadeleler ortadadır. Ancak bu iddialar Arap dünyasının Türklere bakışını yansıtmaktadır.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER