“Çok sayıda insan asgari gelir düzeyinde”
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Asgari Gelir-Azami Gelir” kavramları ele alındı. Toplantıya Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara başkanlık yaptı “Orta sınıf kayboldu”Yoksulluk temelinde konuyu ele alan Prof. Dr. [&hellip]
Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Asgari Gelir-Azami Gelir” kavramları ele alındı. Toplantıya Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara başkanlık yaptı
“Orta sınıf kayboldu”
Yoksulluk temelinde konuyu ele alan Prof. Dr. Belkıs Özkara, “Küreselleşme karşıtları tarafından üst gelir grubu ile alt gelir grubu arasında ya da zengin ülkeler ile yoksul ülkeler arasında uçurum olacağı iddia edilmektedir. Eskiden toplumda bir orta sınıf vardı. Şimdi onun kaybolduğunu görüyoruz. Hakikaten bir yanda sayılamayan gelire sahip olan insanlar, üst düzey gelir grubu ve diğer tarafta da artık yoksul olarak tanımlanan bir kesim söz konusu. Bunun temel nedenlerine baktığımız zaman bunun özellikle sanayileşme süreci içerisinde mekanizasyonun yarattığı bir olgu olduğunu söyleyebiliriz. Bu süre içerisinde de daha az insanla daha çok üretim yapmanın mümkün olduğunu, giderek daha çok insanın işsizler arasına katıldığını, hatta işi olanların da daha düşük, asgari gelir düzeyinde çalışmaya doğru bir eğilimin meydana geldiğini gördük. Gelir, aynı zamanda bizim elde etmek istediklerimizle bağlantılı olarak düşünüldüğü zaman özellikle yoksulluğun tanımında da temel yaşamı sürdürmek için gerekli şeylerden yoksun olmak değil de tüketim zinciri içerisinde olamamak ya da üretilen şeyleri yeterince tüketememek anlamında ele alındığında, çok sayıda insanın asgari gelir düzeyinde olduğunu görüyoruz” dedi.
“Asgari gelir en az geçim seviyesi”
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Elemanı Arş. Grv. İsmail Ciğerci asgari gelirin tanımı ile başladığı konuşmasında “Asgari gelir, bir kişinin ya da bir ailenin en az geçim seviyesini belirten rakamsal tutardır. Gelirin belirlenmesinde nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda literatürde çeşitli tartışmalar söz konusu; gelir belirlenirken kişinin fizyolojik mi, kültürel mi yoksa medeni durumuna mı dikkat edilmeli? Genelde ele alınan görüş fizyolojik ihtiyaçlarına dikkat edilmesi gerektiği yönündedir. Yani, fizyolojik ihtiyaçlar olarak tanımlanan, giyinme, yeme, içme ve barınma gibi ihtiyaçları temel alınarak kişinin geliri belirlenmektedir” şeklinde konuştu. İş Adamı Kadir Altınkaya, “Geliri bir eylem, üretim ve oluşum neticesinde sağlanan artı değer olarak tanımladığımız zaman, üretenlerle üretemeyenler şeklinde bir ayırım söz konusu olacaktır. Asgari gelir, bireyin yaşama şansını, yaşama şartlarını elinde tutması maksatlı düşünüldüğünde bu, üretenin kendisine sağladığı zorunlu gelirden farklı bir şeydir. Bunu, toplumun bir arada yaşaması için yapılan bir organizasyon olarak yorumluyorum. Burada asgari gelirin her ülkede kendine göre farklı olması söz konusu. Çünkü bu, ülkenin toplumla elde ettiği gelirdir. Nitekim bu da yetmedi. Çok yüksek gelirler elde eden ülkelere de bakmaya başlandı ve madem aynı evrende yaşıyoruz, o zaman benim de senin ürettiklerinde hakkım var denilmeye başlandı. Bu, çok ciddi bir durum. Öte yanda bizim toplumumuzun çok özel bir yanı var ki bu da rızkı Allah’ın verdiği inancıdır. Dolayısıyla bu noktada bireylere çok fazla yükümlülük düşmüyor. Toplumumuzda ne kadar çok çocuğa sahip olursan ol nasılsa Allah rızkını veriyor şeklinde bir inanç söz konusu. Gelişmiş ülkeler bunu şöyle frenlemeye çalışıyor: ‘Bizim gelirimiz bu kadar çok nüfusa yetmez. Öyleyse nüfus planlaması yapalım’ diyor. Bu, bizim inancımıza çok ters düşen bir yapılanma. Ürettiğimiz geliri paylaşacağız. Ürettiğimiz gelir azsa hepimize az düşecek. Burada rahatsız eden şey galiba şu ki, devletler de bunun tedbirini alıyor; ürettiğimiz gelirden yüksek pay alan bireyler. Bunu da devletler, yavaş yavaş kurumlara çevirdi. Tüzel kişiliklere doğru, hatta yer yer devlet bütün gelirleri kendisi üzerine alıyor, sonrada bunları eşit şekilde paylaştırma görevini yükleniyor. Bu, gelirler yeraltı kaynaklardır. O ülke üzerinde yaşayan her bireyin bu kaynaklarda hakkı vardır deniliyor. Bireyleri temsil eden kurum olarak devlet, bu kaynakların sahibi benim diyor. Size düşen eşit gelir, o asgari gelir denilen devletin sahip oldukları zenginlikler olarak geçiyor. Bu açıdan bakıldığında, hem kendi ülkemizde hem de dünyada bir arada yaşamak için neler yapmalıyız? sorusundan yola çıkmak lazım” dedi.
“İnsan aç kaldığında her şeyi yapabilir”
Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara yüksek gelirin büyük ölçüde vergilendirmelerle sınırlandırılmasının küresel şartlarda biraz daha zor olduğunu belirterek, “Küreselleşme ile birlikte artık insanların gelirleri bir ulusal sınır içerisinde elde edilmiyor. Para dolaşımının uluslararası düzeyde olması ve özellikle yabancı sermayeyi teşvik etmek için her ülkenin birtakım yasal düzenlemeler yapması nedeniyle yüksek gelirin sınırlanması çok zor. Bugün dünyanın en zengin insanları listesine baktığımız zaman hakikaten çok iyi bir servetten bahsediliyor” diye konuştu. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Hüseyin Bayraklı, “Devlet, şu noktada kendisini görevli hissediyor ki, bu sadece elde edilen gelirlerden vergi almak değil, eğer çalışanları, yaşayanları belirli bir gelir seviyesinde değilse, bunlara gelir sağlamaktır. Kişinin minimum düzeyde karşılanması gereken ihtiyaçları vardır ki bu ihtiyaçları karşılanmadığı zaman toplumsal barış bozuluyor. ‘Aç tavuk tununu deler’ diye atasözümüz vardır. Yani, insan aç kaldığında her şeyi yapabilir. Bu yüzden sosyal barışın sağlanabilmesi için kişinin belirli bir gelir seviyesine ulaşmış olması gerekir” dedi. Asgari gelirin bir üst düzeyinin olmasının bir noktada problem oluşturduğunu ifade eden Prof. Dr. Bayraklı, “Bir toplum içerisinde çok zengin insanların olması, ‘aşağıdakiler’ ve ‘yukarıdakiler’ mukayesesinin canlanmasına neden olabilmektedir. İnsanlar, sosyal barışın bozulmasında kendisi için bir problem hissetmemeye başlıyor. Yani, malı olan düşünsün şeklinde bir anlayış söz konusu oluyor. Devlet, azami gelir noktasında da elde edilen yüksek gelirin değerinin bir kısmını topluma hizmet olarak döndürebilme yoluna giderek, sosyal barışın sağlanması noktasında politikalar üretmiştir” dedi. Müze Müdür Yardımcısı Ahmet İlaslı, “Yaklaşık 5 bin yıl önce metal kavramı ortaya çıkı-yor ve o günden bugüne metal, insanın en değerli gelir kaynağı. Bugün de hala metalden gelir elde etme düşüncesi var. Dolayısıyla o günden beri de metali olanlar veya tarımı geliştirenler karşısında bir başka güç var; elde etme gücü. Sürekli bunu elde ediyor. Kimi zaman siyasi güç olarak, kimi zaman da parasal güç olarak elde edi-yor. Günümüzde de küresel kavram içerisinde, büyük devletlerin enerji politikalarında da insan gelirini kendinde toplama düşüncesi vardır” dedi.
“Bütün krizler arka arkaya geliyor”
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Pullu, “Asgari ve azami gelir konusunda en önemli noktanın, asgari geliri düzenleyen devletin bunu düzenleyebilmesi için azami gelirden aldığı vergi ve bunun oranı olduğunu düşünüyorum. En eski çağlardan beri devletin un, şeker, vb. temel maddelerden vergi aldığını biliyoruz. Bunu yapmak için kendi ülkesinde yaşayan, geliri olmayan veya açlık seviyesinde olmayan insanlara da devlet mekanizmalarında yer vererek, bugünkü işsizlik maaşı gibi bir düzenlemeyi yapmaya çalıştığını düşünebiliriz. Bu konuda Aristo’nun söylemleri enteresan. Aristo diyor ki ‘bir şehirde herkesin aynı şeye sahip olması tehlikelidir; iyi bir şey değildir. Eşit mal ve mülke sahip olmak, insanlardan yaşama sevincini alır. Mal biriktirme, mala sahip olma ve bununla övünme lüksünü alırsanız insanlardan onları sıradanlaştırırsınız ki bu da daha büyük bir sıkıntıya neden olur.’ Orta çağa geldiğimizde ise bakıyoruz ki devlet kahve, tütün gibi zevk ve keyif veren, bağımlılık yapan maddelerden vergi alarak, gelir düzeyinde adaleti sağlamaya çalışmış. Hatta Orta çağ kilisesinde, Katolik kilisesinde ‘günah vergisi’ adında bir vergi alınırdı. Hatta kağıt ve mürekkepten de yüksek vergi alınıyordu. Yani, kilise tekelinde olan yazma ve çizme işlerinin başkalarının eline geçmemesi için kağıt ve mürekkepten yüksek oranda vergi alınmaya başlanmış. Asgari ve azami geliri tarih içerisindeki bir perspektif düşündüğümüzde devlet ya da kural koyucunun bu işi bugün de olduğu gibi vergiyle yapmaya çalıştığını görüyoruz” dedi. Yrd. Doç. Dr. Pullu, “Yeni zenginlerin ya da belli bir gelir düzeyine sahip insanların olması gerekir ki pazar payı büyüsün. O yüzden günümüzdeki devlet politikaları, mümkün olduğu kadar asgari düzeydeki geliri yükseltme eğilimindedir. Çünkü pazar payı çok daraldı. Yani, bütün krizler arka arkaya geliyor, dünyada on yılda bir kriz meydana geliyor. Öte yandan asgari geliri belirlerken temel fizyolojik ihtiyaçlardan söz edildi. Temel fizyolojik ihtiyaç acaba kişiden kişiye değişiyor mu? Benim temel fizyolojik ihtiyacım ile bir başkasınınki eşit midir? Ya da benim kazandığım parayla bir başkasınınki aynı olsa, benim harcayacaklarımla bir başkasınınki ne kadar örtüşür? Devlet bunu nasıl standart bir hale getirme yetkisine sahiptir? Bunun da üzerinde tartışılması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Asgari ücretin belirlenmesi
farklı oranlara bağlı”
Rektör Yardımcısı ve Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Belkıs Özkara, “Kendi emeğini kullanarak veya başkalarının da emeğinden faydalanarak tarımsal üretim sonucunda elde edilen bir gelir var. Bu, nispeten daha düşük bir bağımlılık düzeyine sahip; en azından iklim ve toprak koşullarına bağlıdır. Günümüzde ise gelirin elde edilme biçiminin karşılıklı bir çapraşık bağımlılığa sahip olduğunu görüyoruz. Eğer ücretle çalışan yani, emeğinizle gelir elde eden biriyseniz bu, mutlaka çalıştığınız kurumun gelir düzeyiyle, rekabet edebilme şansıyla bağlantılı ve o yüzden de belki asgari gelirin tanımlanmasında, devletin dışında, ücretleri ödeyen kurumların rekabet gücü hesaba katılıyor. En azından varlıklarını sürdürebilmeleri için gelir sınırlandırılıyor. Diğer tarafta girişimcilerin de elde ettikleri gelirler başkalarının tüketimleriyle karşılıklı olarak bağımlı. Yani, ürettiklerini satabilmeleri halinde gelir elde edebileceklerdir. Bu da başkalarının alım gücüne bağlıdır. Bu bağımlılıkların küresel bazda olduğunu düşündüğümüz zaman, zengin ülkeler yoksul ülkeleri desteklemek durumundalar ki tüketim zincirinden kopmasınlar ve üretilenler alınmaya devam etsin. Ulusal bazda da devletin düşük gelirli olanı bir şekilde koruması, onların da tüketim zinciri içerisinde devam etmelerini sağlamak için olabilir. Devlet, bu açığı ulusal düzeyde kapatmaya çalışıyor ve uluslararası düzeyde de zengin ülkeler yoksul ülkeleri destekleyerek bu açığı kapatmaya çalışıyorlar” dedi. Sosyal Hizmetler İl Müdür Şevki Ceylan, çalıştığı kurumdan örnekler vererek, asgari ücretin belirlenmesinin çok farklı oranlara bağlı olduğuna dikkat çekti.
“Asgari gelir olmalı mı olmamalı mı”
Rektör Prof. Dr. Ali Altuntaş, “Asgari ücret ile asgari gelir kavramlarının birbirine karıştırılmaması gerekir. Bir vatandaşlık hakkı olarak bir birey, belli bir miktar paraya sahip olmalı mı olmamalı? Devlet böyle bir geliri sağlamalı mıdır? Aynı zamanda asgari geliri bir vatandaşlık hakkı olarak görmek gerekir mi? İfade edildiği gibi sosyal anlamda barışın sağlanmasına katkısı olan, ekonomiye de faydası olan bir durum olarak ve de bir hak olarak asgari gelir olmalı mı olmamalı mıdır? Bunların tartışılması gerektiğini düşünüyorum.” şeklinde konuştu. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Elemanı Arş. Grv. Dr. İhsan Cemal Demir, “Asgari gelir olmalı mıdır? Asgari gelirden vergi alınmalı mıdır? Asgari gelir nasıl tespit edilir? Hangi düzeyde olmalıdır? Bununla ilgili tespit yöntemleri nelerdir? Bunlar uzun yıllardır ekonomi çevrelerinde tartışılmaktadır. Her bir konuyu tek tek ele alıp tartışmanın daha sağlıklı olacağını düşünüyorum ama bu tartışmanın çıkış noktası, asgari bir gelirin belirlenip belirlenmeyeceğidir. Yani, vatandaşlık geliri dediğimiz veya günümüzde asgari geçim standardı dediğimiz bir standart olmalı mıdır? Dünya tarihine baktığımız zaman bununla ilgili tartışmaların yüz yıllık bir geçmişe sahip olduğunu görmekteyiz. Geçmişte feodaliteden dünyanın kurtuluşu zaten 100-120 yıllık bir geçmişe sahip. Dolayısıyla insanların fonksiyonel dağılım dediğimiz emek, sermaye, girişimci, toprak unsurlarının gelirden aldığı paylar ne düzeyde olmalıdır? Bunlar arasında bir ayarlama yapılmalı mıdır? Bu tartışmaları çeşitli ekonomik yaklaşımlar açısından ele aldığımızda, kapitalizm buna herhangi bir sınırlama koymuyor. Ekonomik sistemleri iki uç olarak düşündüğümüzde, bir tarafta kapitalizm böyle bir sınırsızlık tanımlarken, diğer taraftan Marksizm en az gelir ile en fazla gelir arasında yüzde 20’lik bir makas belirliyor. Bunların hangisi doğru, hangisini ele almalı? Bu, çok geniş bir yelpaze. Asgari geçim, 1929 buhranından sonra Keynesyen iktisatın müdahaleci devlet anlayışıyla beraber maliye politikasının amaçları arasına yeni bir amaç ekliyor ki, o da gelir dağılımında adaleti sağlamaktır. Yani, 1930’lu yıllara kadar dünyada bugün tartıştığımız konu, mevzu bahis edilmemiştir. Maliye politikası amaçları arasına giren gelir dağılımında adaleti sağlama amacını ister nüfus bakımından ister gelirin fonksiyonları bakımından ele alın, çok geniş bir yelpazede devam ediyor. Bununla ilgili ilk somut öneri de parasalcı iktisadın kurucusu sayılan Milton Friedman tarafından sunuluyor ve deniliyor ki devlet bu konuda regülatör görevini üstlenmeli ve vatandaşlık geliri dediğimiz düzeyde bir sınır belirlemeli, bu sınırın altında gelir elde edenlere mutlaka geliriyle orantılı bir şekilde ilave gelirler verilmeli. Bunun adına da ‘negatif gelir vergisi’ denilmiş. Bu, Fransa’da uygulanmaya çalışıldığında çok fazla bir anlamı olmadığı anlaşılmış. Çünkü zaten dünyada buna benzer uygulamalar var ama gelirden bağımsız bir şekilde uygulanıyor. Yani, mesela bizde de şu anda buna benzer bir uygulama var; transfer harcamaları yoluyla çok kazanandan çok vergi, az kazanandan da az vergi alınıyor. Devlet, çok kazanandan aldığı verginin belli bir kısmını sosyal yardımlar veya direk desteklemeler şeklinde vatandaşlara direk aktarıyor. Uygulamaya baktığımızda, mesela Türkiye’de şu anda asgari geçim standardı belirlenmiş durumda; asgari geçim standardı, devlet tarafından belirlenen asgari ücret düzeyidir. Fakat çeşitli sivil toplum örgütleri bunu farklı oranlarda belirliyor. Bugün 2011 yılı asgari ücret tutarı 796 Lira’dır. Devlet, bunun üzerinden bütün çalışanlardan vergi alırken mesela asgari geçim indirimi diye bir indirimle katkı sağlamaya çalışıyor” dedi.
“Sosyal devlet geçmişten günümüze gelmiş bir kavram”
Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selim Pullu, sosyal devlet kavramına değinerek, “Sosyal bir devlet, vatandaşına sahip çıkma ve onu koruma zorunluluğu olan bir devlettir. Sosyal devletin, nüfus kağıdı taşıyan her kişiye bakmakla yükümlü olan bir devlet anlayışına sahip olması gerekir. Sosyal devletin zekat veya buna benzer insanın vicdanıyla birlikte gelen şeyleri düşünmemesi lazım. Sosyal devletin, yapması gerekenleri yerine getirmesi gerekir” dedi. Fransız İhtilaline kadar feodaliteye dayalı toplumlarda, rahipler ve soyluların vergiden muaf olduklarını ifade eden Yrd. Doç. Dr. Pullu, parayı verenin köylüler olduğunu da sözlerine ekledi. Müze Müdür Yardımcısı Ahmet İlaslı, M. Ö. 5000 yıllarında sosyal devlet kavramının varolduğunu belirterek, “O dönemde üretilenler devlet malıdır ve devlet, o zaman yönetici olarak dini lider, aynı zamanda da siyasi liderdir. Bu lider, belli yerlerde özellikle tapınaklarda gelirleri topluyor ve halka dağıtıyor. Bununla ilgili belgeler var. Dolayısıyla sosyal devlet geçmişten günümüze gelmiş bir kavramdır” şeklinde konuştu.
“Yanlış algılama var”
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Elemanı Arş. Grv. Dr. İhsan Cemal Demir ise konuşmasında sosyal devlet kavramının algılamasına dikkat çekerek, “Sosyal devletten anladığımız şey çok güçlü ve ekonomik olarak her şeyi elinde bulunduran, sonra da bunu vatandaşa dağıtan bir devlet mi? Yoksa ekonomik ortamı iyi hazırlayan, dolayısıyla herkesin arz ettiği üretim faktörlerinin karşılığında adil bir şekilde pay almasını sağlayan ya da gerçekten çalışamayacak durumda olan veya iş bulma imkanı varken geçici süre işsiz kalan insanlara bir gelir aktaran, bu şekilde düzenlemeler yapan bir devlet mi? Bu noktada bir yanlış algılama olduğunu düşünüyorum. Özellikle bizim toplumumuzda, son yıllarda bu algı değişmekle beraber, kutsal bir devlet anlayışı söz konusu. Her şeyi tepeden organize eden, her şeye sahip olan, dolayısıyla da vatandaşına bir şeyleri lütfeden bir devlet anlayışı var. Öncelikle bu algıdan kurtulmak lazım. Yani, devletin görevi, bütün her şeye sahip olup, sonra da bir şeyleri vatandaşına lütfetmek olmamalıdır. Amaç, herkesin arz ettiği emek ya da sermayesinin karşılığını adil bir şekilde alabileceği ortam yaratmak, bu ortamın dışında kalan kitlelere de asgari geçim standardını sağlayacak düzeyde gelir sağlamak olmalıdır. Devlete böyle bir görev atfetmek gerekir” dedi. Toplantı sonunda, gelecek hafta yapılacak Çarşamba Sabah Toplantısında “Vergi” kavramının ele alınmasına karar verildi.