• Haberler
  • Genel
  • Cephede efsanevi kurtuluş – Kocatepe Gazetesi

Cephede efsanevi kurtuluş – Kocatepe Gazetesi

Çanakkale'de Mustafa Kemal Paşa'nın göğsüne isabet eden şarapnel parçasından bir saat sayesinde kurtulmasına benzer bir durum, Afyonkarahisar'lı bir subayın da başından geçmişti. Hakkı Merdivenci, babası merhum Piyade Yedek Subay Süleyman Merdivenci'nin İstiklâl Harbi'nin Sakarya Meydan Muharebesi safhasında göğsüne gelen şarapnel parçasından Piyade Talimnamesi ile kurtulduğunu söyledi MURAT ARISOY 30 Ağustos Zaferi'ni kutladığımız, Zafer'in kazanılmasında çekilen [&hellip]

Cephede efsanevi kurtuluş

Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’nın göğsüne isabet eden şarapnel parçasından bir saat sayesinde kurtulmasına benzer bir durum, Afyonkarahisar’lı bir subayın da başından geçmişti. Hakkı Merdivenci, babası merhum Piyade Yedek Subay Süleyman Merdivenci’nin İstiklâl Harbi’nin Sakarya Meydan Muharebesi safhasında göğsüne gelen şarapnel parçasından Piyade Talimnamesi ile kurtulduğunu söyledi

MURAT ARISOY

30 Ağustos Zaferi’ni kutladığımız, Zafer’in kazanılmasında çekilen çileleri hatırladığımız bugünlerde, kahramanlarımızın öyküleri de gözlerimizi yaşartıyor. Pek çok göğüs kabartan hikâyeye sahip olan Afyonkarahisar’da bir kahramanlık hatırası daha ortaya çıktı.
Çanakkale Muharebeleri’nde Mustafa Kemal Paşa’nın göğsüne şarapnel isabet etmiş, ancak Mustafa Kemal Paşa, cebindeki saat vesilesiyle hayatta kalmıştı. Saat, Mustafa Kemal Paşa’nın şarapnelden yara almamasına vesile olmuştu. Benzer bir durum, Afyonkarahisar’da da yaşanmıştı. Afyonkarahisar’da uzun yıllar gazetecilik yapan Hakkı Merdivenci’nin babası Süleyman Merdivenci, İstiklâl Harbi sırasında Mezartepe’de gazi olmuştu. Merdivenci’nin göğsüne şarapnel işaret etmiş; fakat Mervidenci’nin göğsündeki Piyade Talimnamesi de yaşamasına vesile olmuştu. Hakkı Merdivenci, babasının nasıl hayatta kaldığını, Gazeteniz Kocatepe’ye anlattı.
GAZETENİZ KOCATEPE: Hakkı Bey; babanız Süleyman Merdivenci’nin İstiklâl Harbi’nde yaşadığı önemli bir olay var. Bunu anlatır mısınız?
İlkokul son sınıfı, doğup büyüdüğüm Afyon’un Cumhuriyet İlkokulu’nda okuduğum yıllarda tarih dersine Okul Müdürümüz Sayın Hikmet Çerçel girerdi. Çok güzel tarih anlatırdı, candan dinlerdik, çıt çıkmazdı. Zaman zaman çok heyecanlanırdık anlatılan tarihi olaylar karşısında.
Bir gün yine Hikmet Çerçel öğretmen, tarih dersinde tatlı tatlı ahlatırken sözü ‘Anafartalar Kahramanı’ Mustafa Kemal’e getirdi. Gazi Mustafa Kemal’in savaş alanında göğüs cebinde taşıdığı cep saatinin hayatını kurtardığını pek heyecanlı anlattı. Hepimiz heyecanlandık, gözlerimiz doldu. Bu arada gözlerini gözlerimden ayırmayan öğretmenim ‘İstiklal Savaşı’nda arkadaşınız Hakkı Merdivenci’nin babasının hayatını da cebindeki Piyade Talimnamesi kurtarmıştı deyince, tüm sınıf arkadaşlarım, gözlerini bana çevirdi. Ve bu arada benim heyecanım arkadaşlarımın iki katına çıktı. Gazi Mustafa Kemal ve babam için…
Müdürümüz Hikmet Çerçel, Afyon’un yerlisi ve babamın çocukluktan arkadaşıydı, babamı ve savaş anılarını iyi bilirdi.
SÖZ
SAATİNE RASTGELDİ
Aile içinde babanızın hatıraları anlatılır mıydı?
Tabii. Hikmet Çerçel öğretmenimizin aktardığı konu, aile içinde babam da bize anlatırdı. Küçüklüğümde ben çok şanslı bir çocuktum. Başkasının oyuncak bulamayıp annesinin dikiverdiği çapıt topla, babasının makarayı keserek yaptığı fırıldağıyla oynadığı 1935-1940’lı yıllarda ben babamın Kurtuluş Savaşı’nda kullandığı ve 3 katlı evimizin ikinci katındaki bir odasında duran askeri dürbün, matara, kılınç, çeşitli bıçak ve kınları, tabanca kılıfları, ayakkabılar, sırta takılan ekmek torbası, teğmen rütbeli kışlık-yazlık elbiseler, bu elbiselerin subay armalı şapkaları, daha da güzeli babamın Birinci Dünya Savaşı’nda Mısır’dan esaretten dönerken alıp getirdiği ud tipi mandolinle oynardım. Mandolini çalamazdım, fakat tellerine saatlerce mızrapla vurarak evdekilerin kafalarını da mı şişiremezdim? Dürbünü boynuma takar, evin üçüncü katına komutan edası ile çıkar, oranın penceresinden Afyon Kalesi’nin 226 metre yüksekte duran surlarına Hıdırlık Dağı’nın uzak tepelerine ve patika yollarına bakardım. Evin içerisinde de dürbünün ters tarafından bakmak hoşuma giderdi. Böyle bakarken benim elimden dürbün�� almaya gelen kardeşimi benden çok uzaktaymış gibi görürdüm. Yanımda dikilen ağabeyim elimden dürbünü çekip alınca da gücüm ağlamaya yettiğince basardım feryadı. Tatil günlerinde, annem bizlere börek yapmak için mutfakta saatlerce uğraşırken babam da bizlerle meşgul olur, askerlik anılarını anlatırdı. Sonra bizleri derslerimizle başbaşa bırakırdı, güleryüzle denetimini yaparken de hatalarımızı gidermeye çalışırdı. Bıkmazdı, usanmazdı, ayrıca bizlerle askercilik oynamaktan kıvanç duyardı. Evde disiplinli bir neşe hüküm sürerdi. Askerlik ruhuna işlemişti.
Uzun kış gecelerinde gelen konuklarla askerlikten, savaşlardan söz açıp anılar anlatılmaya başlanınca hepimiz duygulanır, kendimizden geçercesine onu dinlerdik.
Babam bizimle odada şakalaşıp askerlik talimleri yaptırırken üzerimize gelen annem, odanın alt üst olmasına bakar, babama şaka ederdi.
‘İnşallah seni bir daha askere çağırırlar, biz de seninle gideriz, orada askerlere nasıl talim ettirdiğini görürüz’ der, babam da katıla katıla gülerdi.
Fakat ‘söz saatine rastgeldi’ derler. 1941 yılında babamı İhtiyat Zabitliği’ne, Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine çağırmazlar mı? Bizdeki keyfe bakın, artık evdeki şakacıktan talimler hakiki talime dönüşüyordu. Biz de babamla (annem, ağabeyim, ben), Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine gittik.
Birinci Cihan Harbi’ne İstiklâl Savaşı’na ve birçok manevralara katılan ve de hayli yaşlanmış babamızı biz de Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde subay olarak gördük. Ünlü siyaset adamı ve büyük komutan İsmet Paşa’nın Türk Ulusu’nu büyük ustalıkla harbe sokmadan, kimsenin burnunu kanatmadan durumu idare etmesini bildiği İkinci Dünya Savaşı yıllarında.
ÖLÜMÜNDEN ÖNCE NOT EDİLDİ
Babanızın askerlik anılarından kesitleri not ettiniz mi?
Babam 17 Ekim 332’de (1916’da) İstanbul Yedek Subay Talimatgâhı’nda eğitimini bitirince 7’inci Ordu’ya sevk edilerek 24’üncü Fırka 2’nci Alay 1’inci Tabur 2’nci Bölük’te vazife yaparken İngilizlere esir düşmüş ve esaretten tahliye, daha sonra da terhis olmuş. 11 Eylül 1920’de Kurtuluş Savaşı’na katılmış, madalya ile taltif edilmiş, 941-943 yılları arasında da sözünü ettiğim Çanakkale’de ihtiyatlık görevini yaparak terhis olmuştu. Bundan sonra da sivil memuriyet görevine devam ederek 1952 yılında emekliye ayrılmıştı. 1977 yılında hayata gözlerini yuman babam, Afyonluların sevip saydığı, güven duydukları bir kişiydi. Ölümünden önce benim sürekli ısrarların üzerine tüm askerlik hayatını kaba hatlarıyla bana not ettirmişti. Ben de o notları ve savaş alanında kendini mutlak ölümden kurtaran Piyade Talimnamesi’ni, askerlik hatıra fotoğraflarını tarihe mâl etmek üzere saklıyordum.

SÜLEYMAN MERDİVENCİ’NİN ASKERLİK HATIRALARI

(Hakkı Merdivenci, sözü babası Süleyman Merdivenci’ye bırakıyor. Aşağıda yazılanlar, İngilizlere esir düşen, ardından kurtulup İstiklâl Harbi’ne katılan, göğsünde askerliğe dair gerekli bilgilerin yer aldığı Piyade Talimnamesi bulunan, bu Talimatname vesilesiyle hayatta kalan Süleyman Merdivenci’nin ifadeleridir. Arabaşlıklar, Gazeteniz Kocatepe’ye aittir.)
Birinci Cihan Harbi’nin ikinci senesinde Afyon DarülMuallim’i ikinci sınıfına devam ederken, yaşım tutmamasına rağmen arkadaşlarıma nazaran vücutça gelişmiş olmam nedeniyle şahsen asker edildim. İstanbul Zabit Namzetleri Talimgâhı’na gönderildim. Dokuz ay talimgâhta gerekli eğitime tabi tutulduktan sonra, 24’ün’ü Fırka 2’nci Alay 1’inci Tabur 2’nci Bölük Takım Komutanlığı’na tayin edilerek kıtam ile Filistin Cephesi’ne sevk edildim.
Birüssebi’de İngilizlerle geceli gündüzlü 15 gün süren muharebeden sonra arkadaşlarımla birlikte İngilizlere esir düştük. İki yıl Mısır’da esarette kaldıktan sonra 1919 Eylül’ünde esaretten memleketimize döndük, bazı arkadaşlarımla birlikte. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’i işgal ederek Anadolu’nun göbeğine doğru ilerlemeye başladılar. Hatta Uşak’a kadar sokulmuşlardı. O sırada ben Kafkas Fırkası Çelik Alayı adıyla anılan birliğin Takım Subayı olarak tayin edildim. Banaz ve Dumlupınar savaşlarına iştirakten sonra 3’üncü Kafkas Fırkası 7’nci Alay 1’nci Tabur 1’inci Bölük Takım Subaylığı’na tayin edildim.
ASLANLAR GİBİ ÇARPIŞIN
1921 yılı Eylül ayı içinde Ordumuz Sakarya’da mukabil taarruza geçecekti. Tabur Kumandanımız Tabur Subayları’nı toplayarak, ‘Bu gece sabaha karşı bütün cephelerden Ordumuz düşmana taarruz ederek ve esasen düşmanın da taarruz kabiliyeti kalmadığından pek yakın bir zamanda Allah’ın izni ile bütün düşman kuvvetleri yok edilecektir. Yarın şafakla beraber düşman aslanlar gibi çarpıştığınızı göreceğim’ emrini vermişti.
O gece hava yağmurlu ve oldukça soğuktu. Üzerimize örtecek kaputumuz olmadığı gibi başımızı siper edecek ne subaylarda ne de erlerde bir tek portatif çadır bile yoktu. Geceyi sabaha yakın bir zamana kadar açıkta ve yağmurda geçirdik. Dört gözle sabahın olmasını bekliyorduk. Gece yarısını biraz gece ‘Silah başına’ emri verilir verilmez, bütün subay ve erlerimiz lastik top gibi yerlerinden fırladılar. Herkes kıtasının başına geçerek düşman istikametine hareketimiz sırasında, bizim bölüğümüz emniyet tertibatı alarak düşmana doğru ilerlemeye başladı. Düşmanın tam mevzilerine yaklaşır yaklaşmaz, erlerimiz tarafından düşmanın çifte nöbetçilerine hiç ses çıkartma fırsatı vermeden gayet ustalıklı bir surette yakalanarak esir edildiler. Fakat tam bu sırada düşman karakollarında ani bir gürültü çıkması ile her iki taraftan da olan şiddeti ile ateş başlatılmıştı.
Bunun üzerine Bölüğümüz hemen olduğu yerde mevzi aldı ve harbe başladık. Düşman Topçu ve Makinalı Tüfek Kuvvetleri bir türlü göz açtırmıyordu. Muharebe gece olması dolayısıyla Bölük’ün er ve subayları, kendilerini düşmandan saklayacak bir yer bulamamıştı. Sebebine gelince; erlerin üzerinde bulunması gereken kazma, portatif kürek ancak onda bir kadarında bulunuyordu.
Herkes kendisine bir baş siperi yapmak için süngü ve tırnakları ile toprağı kazarak mümkün olduğu kadar başını siper etmeye çalışıyordu. Harp bütün şiddeti ile o gün öğle sonuna kadar devam etti.
ERLERİMİZ ŞEHİT OLMUŞTU
Muharebe anında sağ tarafımızdan bulunan 2’nci Bölük Takım Subayı Mülazım Necip Efendi ve takımından birkaç erimiz taarruz esnasında şehit olmuşlardı. Benim takımımdan Recep Onbaşı isimli bir arslan tam kalbinden vurularak şehit düşüyor. Fakat onbaşı vurulduğu zaman tamamen yere uzanmamış arkasındaki sırt çantasına dayanmış ve yerde oturur vaziyette 20-25 metre ilerimizde devamlı düşman mermileri ile delik deşik oluyordu. Düşman bize nazaran daha hâkim sırtlarda olduğu için zorlanıyorduk. Fakat ne yapıp yapıp oradan onbaşıyı çekip almak lâzımdı.
ŞARAPNEL PATLADI,
KENDİMDEN GEÇTİM
Ankara köylerinden olan Mehmet Onbaşı ile sıçrayarak Recep Onbaşı’nın yanına kadar sokulduk, Mevlâsı’na çoktan kavuşmuş olan onbaşıyı bir yarıntıya çektik. Tam oradan ayrılacağımız sırada havada patlayan bir şarapnelin parçası kalbimin biraz altına çarparak davul sesi gibi bir gürültü çıkardı. O esnada bir iki saniye kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. O vaziyette on beş dakika kadar olduğum yerde kaldım. Daha sonra 25 metre kadar ilerimizde bulunan su yarıntısına giderek göğsümü açıp yarama bakınca şarapnel parçasının içeride kaldığını anladım.
Takımda bulunan sıhhiye eri tarafından yaram sarılarak büyük sarığı mahalline giderken Mehmet Onbaşı’ya ‘Takım Erleri’nin idaresi sana verilmiştir. Bunları kendi canın gibi gözetle. Ben de bir iki gün tedaviden sonra dönerim’ diyerek gerekli emrimi verdikten sonra büyük sarığı mahallinde bulunan doktorun yanına gittim. Doktor yaramı iyice muayene ettikten sonra Ankara’ya büyük hastaneye gitmem gerektiğini söyledi.
Doktorun bulunduğu Sargı Mahallesi’ne gelene kadar düşman kurşunları hâlâ arkamızdan yağmur gibi yağıyordu. Alayın arabası bir müddet sonra geldi, bindik gidiyoruz, içeride bulunan şarapnel parçası sarsıntı oldukça hançer gibi vücuduma saplanıyor, pek güçlükle acısına dayanabiliyordum. Bir iki saat zarfında ve son derece ızdırap içinde seyyar hastaneye gelebildim. Yaralı subay ve erler burada bir müddet istirahatten sonra Ankara’ya sevk ediliyordu.
KOMUTAN’DAN İLTİFAT
Kapıdan içeri girince Tabur Kumandanımız Kıdemli Yüzbaşı Şükrü Bey yatağından doğrularak ‘Geçmiş olsun, benim fedakâr oğlum sen de mi ‘Mezartepe’de yaralandın’ diyerek iltifatta bulundu. Karşılıklı konuşmadan sonra yatağıma yatırdılar, uyumuşum. Sabahleyin uyandığında yaram acıyordu fakat kendimi oldukça dinlenmiş hissettim.
22-23 gün geceli gündüzlü süren ve zaferimizle sonuçlanan Sakarya Harbi’nin yorgunluğunu üstümden atmış gibiydim. Sabahleyin yatağımdan kalkınca benden önce yaralanıp orada yatmakta olan Tabur Kumandanım Şükrü Bey’le 2’nci Bölük Kumandanı Ahmet Fahri Beyler’in yataklarına varıp kendilerini ziyaret ettiğimde hatırımı sordular.
MUCİZE GİBİ KURTULUŞ
Savaşmak azmi içindeki komutanlarımla konuşurken bir ara vucüdumu şöyle bir yoklayarak ceketimin düğmesini çözdüm. Elimi iç cebime soktum, cebim ıslanmış, pıhtılaşmış kanla dolmuş cebimde bulunan ‘Piyade Talimnamesi’ adlı kitapçık da kanlara bulanmış ve o da benim gibi yaralı. Sonradan durumu daha iyi anlatmıştım, şarapnel parçası göğsüme çarptığında davul gibi ses çıkarmasının nedeni anlaşıldı. Demek ki şarapnel parçası önce göğsüme isabet eden Piyade Talimnamesi’ne vurmuş davul gibi ses çıkarmış ve kitap şarapnel parçasının da vücuduma daha az saplanmasını sağlamış. Böylece benim hayatımı kurtarmıştı, ceketimin cebindeki Piyade Talimatnamesi. İyileştikten sonra cepheye koştum. Büyük Taaruz ‘da çarpışmalarda görevdeydim, 7 Ağustos 1923’te terhis oldum.

Bakmadan Geçme