Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

CEHENNEM YAKITI, ALLAH’A KARŞI DUYGULAR VE ALLAH KORKUSU

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 7 Ocak 2017 Cumartesi 12:47:34
 

– 21-
DûniHi algı sonucu “Müstakilen Varım ve Muhtarım” diyen kişi bu mütekebbir davranışının âkıbeti hakkında uyarılır. Okuyacağımız âyette mânâsını bilmemizde fayda olan iki kelime var; istinkâf ve istikbâr.
İSTİNKÂF Allah’a kulluk etmeyi tercih etmemektir.
İSTİKBÂR “Müstakilen Varım ve Muhtarım” zannına, itibar ve kuvvet kazandırma hırsına girmektir. O hâli yükseltme hırsına girmektir.
“Kulluk etmek” aynı zamanda “hayat tarzı” demek olduğundan, Allah’ın önerdiği şekilde hayat tarzı kurmayan “Allah’a kulluk etmiyor” demektir. Kulluk yapmak, “ibadet” adı altındaki uygulamalar değildir, hayat tarzı oluşturacaksınız! Hayat tarzınız Allah ve Rasûlü’nün dediği gibi değilse Allah’a kulluk yapılıyor olmaz! Sizde neyin hayat tarzı varsa ona kulluk ediyorsunuz. İstinkaf, Allah’a ve Rasûlü’ne göre hayat tarzı oluşturmamanın adıdır.
“(Billâhi anlamında) iman edip sâlih amel işleyenlere gelince, (Allah) onlara ecirlerini tam olarak verecek ve lütfundan daha fazlasını da ihsan edecektir. İSTİNKAF (Allah’a kulluk etmeyi tercih etmeyen) ve İSTİKBAR edenlere (dûniHİ algı sonucu Müstakilen Var ve Muhtar zannına itibar ve kuvvet kazandırma hırsına girenlere) gelince, onlara acı bir şekilde azab edilecektir. (Düştükleri bu zor durumda) kendileri için, dûnillah (algı sonucu müstakilen Var ve Muhtar zannıyla vehmettikleri güçlerden) bir dost ve bir yardımcı da bulamazlar.” (Nisa-173)
Lütfen okuyacağım şu âyeti çok önemseyin ve tefekkür edin. Bu âyetin bir özelliği var ki kimse ona başka mânâ veremiyor, onu yumuşatamıyor, gevşetemiyor:
“Onlardan kim; ‘Muhakkak ki ben, dûniHİ (Allah’ın dışında) bir ilahım (Müstakilen Varım ve Muhtarım)” derse biz onu cehennemle cezalandırırız. Zâlimleri böyle cezalandırırız.” (Enbiya-29)
Ve Hesap Günü bu âyet gereği uygulama vardır:
“Dûnillah (Müstakilen Var ve Muhtar zannında) olanlar! Onları cehennem yoluna yönlendirin (denir).” (Saffat-23)
“Siz de, dûnillah (algı ile) kulluk yaptıklarınız da muhakkak cehennem yakıtısınız, oraya gireceksiniz.” (Enbiya-98)
Bu ayetin mealinde bazı meâller “cehennem yakıtısınız” yerine “cehennem odunusunuz” gibi daha anlayacağımız bir ifade kullanmışlar.
Ayette iki grup var; “siz” ve “kulluk yaptıklarınız”; yani etiketleyenler ve etiketledikleriniz. Bu meâle göre etiketleyen de etiketlenen de cehennem odunudur. Etiketleyen tamam da, etiketlenen nasıl cehennem odunu olur? Görüyoruz ki dûniHİ algının zannları yani “etiketlenen” karşımıza cehennem odunu olarak çıkmaktadır. Bu tablo “Müstakilen Varım ve Muhtarım” zannıyla yaşarken oluşturduğumuz etiketin pişmanlık olarak azaba dönüşmesidir. O gün büyük, çok büyük bir “demeseydim, yapmasaydım” pişmanlığı yaşanıyor.
Cehennem ateşi bu dünyada söner
Lütfen çok dikkat buyurun, ahiret hayatında pişman olmayacaklar çok azdır. Cennet ehli de dâhil hep diyecekler ki; “Ah, daha yapsaydık! Ne işim vardı da AVM AVM dolaştım durdum? Daha yapsaydım; biraz daha salâvat, biraz daha İhlâs…” Pişmanlık orada önemli bir duygudur. Elbette cennetin pişmanlığı ile cehennemin pişmanlığı kıyaslanmaz. Çok farklı, Allah muhafaza etsin. Anlatmak istediğimiz şu: O gün kişideki “Müstakilen Var ve Muhtar” zannı, Allah’tan başka güç ilan etme zannı büyük bir eleme dönüşür; kavuran, yakan bir ızdıraba ve pişmanlığa dönüşecektir. Allah muhafaza etsin. Bazen insan bir işe, bir şeye öyle üzülüyor ki ölüyor. Borcunu ödeyemiyor, o oluyor bu oluyor, dayanamıyor. Bu, bir işle ilgili buradaki pişmanlık! Bunu ahiret için sonsuzla çarpın… Ölen burada sıkıntıdan kurtuldu, ahirette ölmek de yok…
Cehennem odunu olan kişi bir firavun ise, âyet onlar için diyor ki; ona ve ehline sabah akşam ateş gösterilmektedir. Bu gerçek firavun da olabilir, günümüz firavunları da olabilir: Onlar sabah-akşam ateşe arz olunuyorlar. Hem böyle bir azab, hem de kendisiyle birlikte ehlini de cehenneme sürükleyip götürüşleri çok düşündürücü, çok korkutucu.
Putlar, çeşitli heykeller, günümüzde Allah’ın yerine güç olarak gördüğünüz, gücünden yararlandığınız, gücünü kullandığınız, medet umduklarınız, “Beni koruyor, benim uğurum” dedikleriniz, o gün hepsi ateşe dönüşecek. İlla Allah.
O ateş nasıl söner, onu söndüren nedir?
Cehennemin ateşi cehennemde sönmez, bu dünyada söner. Onu söndüren “Ve Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billah” zikridir. Bunu söyledikçe onu söndürüyorsunuz. Bildiğiniz bilmediğiniz ne kadar dûniHİ güç iddianız varsa, ne kadar güç edinmişseniz hepsine Lâ havle ve Lâ kuvvete İlla Billah…
İnsanların kendileri dışında yaygın olarak edindikleri dûniHi ilah örnekleri düşünüldüğünde akla Hz. İsa aleyhisselâm gelebilir: Ona soruldu; sen onlara ‘ben ilahım’ mı dedin? “Öyle şey der miyim? Sen Sübhan’sın” dedi. Bu yüzden o bu olaydan muaftır. Ama firavun “sizin ilahınızım” iddiasıyla bu âyetin tam içine düşer. İnsanın kendisi dâhil bu tür zâhiri ve zihni ilâhlar edinmemekle ilgili şu âyetlere bakabilirsiniz: Al-u İmran; 64, 79, Maide-76, En’am-71, Tevbe-31, Nahl-73, Meryem; 48-49, Enbiya-66, Hac-71, Furkan-17, Ankebut; 17, 25, YaSin-23, Mümtehine-4.
Şükür ve hamd söylenen bir şeyden ziyade birer hâldir
DûniHi ilah edinme konusunda şunu tekraren paylaşalım: Birincil suç ve bir de ikincil suç vardır. Birincil suç, dûniHİ algıyla “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmak ve bu iddiaya göre hayat tarzı oluşturmaktır. İkincil suç kaynağını bu birincil suçtan almaktadır. Birincil bu suçu işleyen insan herhangi bir yaratan kabul etmiyor ve inanmadan hayatını sürdürüyor olabilir veya bir yaratana inanıyor olabilir. “Müstakilen Varım ve Muhtarım” diyerek birincil suçu işleyenin bu iddiasına uygun tarzda bir yaradana yönelmek arzusu ikincil suç kapsamına girmektedir. Bu “Benim de bir yaratanım olsun” kapsamındakiler kendi içinde üç gruba ayrılır: Bu arzusunu yerine getirirken, yaratan olarak Allah’a inanmayanlar bir grup oluşturur. Diğer grup yaratan olarak Allah’ı kabul ettikten sonra ayrıca dûniHİ bir yaklaştırıcı daha edinir; Allah’a inanır ama Efendimiz’in zamanındaki müşrikler gibi! “Biz onlara tapmıyoruz ki, onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor” bahanesiyle kendilerine bir de “yaklaştırıcı ilah” ilan ederler. Günümüzde ona benzer Allah’a yaklaştırıcı ne kadar put varsa temizlemeniz gerekir. Onlara “mübarek insan” deseniz bile; eğer onlara “Müstakilen Var ve Muhtar” etiketi yapıştırıp “o beni tutup kurtaracak” derseniz, ona dûniHİ bir özellik verirseniz siz de bu sınıfa girersiniz. Kalbler (mecazen) Allah’ın parmakları arasındadır; yani insanların kalbi Mukallibel Kulub olan Allah’ın hükmü ve yetkisindedir. Böyleyken, bir insandan hidayet beklemek, hidayeti ondan bilmek veya ahirette sizi kurtaracağını düşünmek hep bu konulara girer…
Şefaat mekanizması çok ayrı bir şeydir. Allah’ın kime şefaat izni vereceğini bilemeyiz. Öyle olunca nasıl “o beni kurtaracak” dersiniz? Şefaat için âyette “İzin verilenler hariç kimse şefaat edemez” deniyor. Şefaat çok farklı bir şey! İzin verilen siz de olabilirsiniz. Öyle bir noktada olursunuz, size inşaAllah “ateşin içinden beş kişiyi al” denir. O çok ayrı bir iştir.
İlah edinen bir üçüncü grup vardır ki bunlar yaratan olarak Allah’ı kabul edip dûniHi algı ve zann’larını devam ettirirler. Şu âyet bu grup içindir: “Onların ekseriyatı ancak müşrikler olarak (dûniHİ algı ve zann’larıyla) Allah’a iman ederler.” (Yusuf-106)
Bir başka âyet ise bizi Yusuf Suresi 106. âyet kapsamına girmememiz için uyarır:
“Allah’a haniyfler olarak, O’na şirk koşmaksınız (iman edin) yönelin.” (Hac-31)
Yani dûniHi algı ve zann’larına sırtınızı dönüp, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasında bulunmadan, her an Billâhi algıda olma gayretiyle Allah’a yönelin, böyle iman edin.
“Bir şey yaratamayan, kendileri yaratılan, kendi nefsleri için bir zarar ve faydaya malik olmayan; öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen dûniHİ (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler vehmederek bu zannlarını) ilahlar edindiler.” (Furkan-3)
Bu âyet ikincil suçu işleyenler için bir örnektir. Ama ikincil suçun olduğu yerde kendiliğinden birincil suç da vardır. Bu yüzden “ilâh” geçen âyetlere bu gözle bakalım. “Ayet ilâhtan bahsediyor, benim öyle bir ilâhım yok” deyip âyeti ötelemeyin; bahsedilen ikincil suçtur; oralarda kendimizi önce birincil suç açısından sorgulamalıyız. İster ikincil, ister birincil suç olsun, Fussilet-23 hepsi için diyor ki:
“Rabbinizle ilgili beslediğiniz zannınız sizi mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz.” (Fussilet-23)
“Eğer şükrederseniz ve iman ederseniz Allah size azabı neylesin? Allah Şâkiran Aliyma’dır.” (Nisa-147)
Şükrederseniz ve iman ederseniz Allah size niye azab etsin? Şükrettiniz bir kere!
Peki, nasıl şükredeceğiz? Şükretmek kesinlikle dûniHi algıyla olmaz. Şükretmeyi günlük dille anlatmak onu daha iyi anlamamızı sağlayacaksa ona “teşekkür etmek” diyelim. Dışarıdan Allah’a bakıp teşekkür etmek olmaz; yani küfür ehliyken teşekkür olmaz. Bu önem yüzünden âyet bizi uyarıyor: “Şükrederseniz” denilğinde “dûniHİ algıyı atarsanız” mânâsını anlayın.
Ayette “şükrederseniz”den sonra “iman ederseniz” geliyor. Bu iman kesinlikle Billâhi anlamında olmalıdır. Yazılarımız boyunca hep bunu anlattık; dışarıdan iman olmaz. Kendinizi Allah’ın dışında bilip, öyle sanıp “Ben Allah’a inanıyorum” demek doğru olmaz, o (düniHİ) algıyla “Allah’a inanıyorum” diyemezsiniz. Billâhi algı şarttır.
Billâhi algı keşif kapısından giriş olup o algının bizzat kendisi şükür ve hamd hâlidir. Şükür ve hamd söylenen bir şeyden ziyade birer hâldir, bulunduğunuz bir pozisyonun adıdır. Şükür açısından bakışta; siz sürekli Billâhi algıda yaşıyorsanız başka bir “veren” düşünebilmeniz mümkün olur mu? Hamd açısından ise, sürekli Billâhi algıda yaşayan nasıl bir başka “emir veren” düşünebilir? Bu yüzden Billâhi algıda yaşamak şükür ve hamd halidir; dilinizle söylemeseniz de o yaşantı zaten şükür ve hamddir.
Allah’a karşı duyguları yok etmeyin
Şu uyarıyı da dikkate almalıyız: İnsan dünya hayatı ve ahiret için gereken her şeyi verenin Allah olduğunu bilmeyi ne yazık ki çok mekanik düşünmektedir. Çok mekanik! Bunlar tamamen algı işi olduğundan tekraren söylüyorum ki algımızı inceleyelim ve onaralım. Verenin Allah oluşunu kendiliğinden yürüyen bir mekanizma gibi düşünüyoruz. Meşrubat otomatları gibi! “Allah’a söyledim, alırım, O’na söyleyince gelir. Dünya böyle, güneş şöyle” derken Allah ve Sistemi zihnimizde o kadar mekanik ki, bir makina gibi! Bu bizi çok yanlış bir yere götürüyor. Onu böyle mekanik düşünmek bizi şükretmekten uzak tutuyor, engelliyor. Dikkat edin, siz makinaya şükretmezsiniz. Çok susadınız, düğmesine bastınız ve su aldınız, makinanın sırtına vurup da “teşekkür ederim” demezsiniz. Ama birisi size su verse ona teşekkür edersiniz, çünkü onu mekanik düşünmediniz. Allah’ı makina gibi düşünen O’nun verdiklerinin farkında değildir ki şükretsin! Makineden alır gibi yaşayıp gidiyor. Oksijen gereksinimi duyan bir hastaya o zor anında kanül veya maskeyle oksijen uygulasalar, kullanılan makina ve ekipmana teşekkür etmez, doktora ve sağlık ekibine teşekkür eder. Dikkat edin, bir duygu var! Kişi o duyguyu yakalamalı. Yakalayamazsa, hele de “yeni” etiketli anlatımlarının tuzağına düşüp “duygu şöyle şirktir” diye düşünürse, yani günümüzün ‘yeni’ din anlatımlarıyla yanlışa düşüp Allah’a karşı duygularını yok ederse şükredemez. Duyguları dûniHi algıda kullanmak, o duygulara “müstakil ve muhtar” etiket yapıştırmak şirktir. Billâhi algıda duyguların hepsi Esmâ’ül Hüsna’dır, onlara siz ‘duygu’ diyorsunuz. Onların Billâhi alandaki adı esmalardır, hepsi birer esmadır. Eğer duyguları yok edersek “Esmâ’ül Hüsna’larla yönelin (dua edin)” âyetleri ve bu mânâdaki hadisler ne olacak, onlarla nasıl amel edeceğiz? Duygu dedikleriniz Allah’ın kânunlarıdır ve hepsi bizim gibi canlıdır. Bu yüzden, zihnimizde oluşturduğumuz o makina (duygusuz mekanik bir sistem) evrende yok, çünkü herşey canlı! Siz Allah’ın ilmindeki bir şeyini, bir yerini nasıl cansız kabul edersiniz? O bizim cahil kafamız! Allah ve sistemini böyle mekanik düşünen insan, oysa dûniHi algının zann’larında daha duygusaldır. Bu mekaniklikten kurtulmak gerekiyor. Ancak Allah’ın merhameti fark edilebilirse ve görülebilirse kurtulunabilir; kişi o merhameti fark edebilirse şükrün mânâsını kavrayabilir. Bu sebepten, âyetlerde dûniHİ algı kapsamında merhamet de ele alınmıştır.
Allah’tan korkmalı mıyız?
Ayetlerdeki dûniHİ anlamda merhamet tanımı “dûnirRahmân”dır. Meâllerde beşeri bakışa ait mânâları görünce yanılmayın. Kur’an “dûnirRahmân”ı iki ayette özellikle belirtmiş ve her bir tanım gibi tam yerinde kullanmıştır. Birisi Mülk Sûresi 20. âyettir, orada “dûnirRahmân” geçer. Ama meâl dûniHİ mânâdan bahsetmiyorsa okuyan bunu fark edemez, perdelenir. Hâlbuki Mülk Sûresi, 20. âyetten son âyete kadar sizi “Allah’ın verdikleri”ne karşı uyarır, son âyette de vurucu uyarıyı yapar: “Suyunuz çekilirse kim verecek?” (Mülk-30)
İnsan o kadar suyun içindeki balık gibi ki, hiç farkında değil. “Suyunuz çekilirse kim verecek?” âyetini okur da geçer gider, korkmaz. “Çekilirse” denilen su yalnızca içtiğiniz su değil ki. Suyun çekilmesinin birçok mânâsı var. Mülk Sûresi-20’de “dûnirRahmân”ı kullanarak bize merhametini hatırlatıyor: Sen dışarıda bir merhamet mi aradın, dûnirRahmân bir güç mü buldun?
“Senden önce irsal ettiğimiz rasûllerimize sor. DûnirRahmân (Rahman olan Allah’ın dışında müstakilen var ve muhtar merhamet sahibi güçler var zannıyla) kulluk yapılacak ilâhlara müsaade ettik mi?” (Zuhruf-45)
Rivayetlere göre, Efendimiz’e “Rasûllere sor” denilince Efendimiz (SAV) Cebrail aleyhisselâm’a; “Sormam, çünkü kesinlikle mutmainim” diyor.
“Rasûllere sor” ile ifade edilen mânâlardan birisi “sana gelen bilgileri incele” demektir. Sana bazı rasûlleri kıssa ettik, o kıssaları incele, oralarda öyle bir müsaade var mı? Yok! Mirac’tan önce İsra’da Efendimiz (SAV) tüm Rasûl ve Nebi’lere İmam’lık yaparken “Bütün Rasûl ve Nebiler burada. Onlara sor bakalım, böyle bir şey denilmiş mi, böyle bir şeye izin verilmiş mi?” denildiğinde “Rasûllere sor” ifadesinden çıkarılması gereken bir diğer mânâ da budur; hayır, hiç böyle bir izin vermedik! DûnirRahmân, yani Rahman olan Allah’ın dışı var ve dışında müstakil ve muhtar merhamet sahibi güçler var zannıyla kulluk yapmaya ve böyle kulluk yapılacak ilâhlara müsaade etmedik! Bu âyetlerde uyarılıyoruz: “Allah’ın merhameti dışında bir şeyler oluşturmayın. O’nun merhametinin dışı varmış gibi bir yerlere yönelmeyin!”  Rabbimiz bize, öyle bir şeye hiç izin vermediğini buyuruyor.
“DûnirRahmân (Rahman olan Allah’ın dışında müstakil ve muhtar merhamet sahibi güçler var zannıyla) size yardım edecek askerleriniz (Allah’a karşı size nimet veren) kimlerdir? İnkârcılar ancak derin bir gaflet içerisinde bulunmaktadır.” (Mülk-20)
DûniHi “Müstakilen Varım ve Muhtarım” diyenin âkıbetini şu cümleyle tamamlamış olalım ve bu cümleyi lütfen çok sıkı uygulamaya çalışalım. Ben o gayretteyim ve size de öneriyorum, inşaAllah Rabbim hepimize lutfeder: Yaşarken kendini dûniHİ algı ve zann’larından kurtarırsan, dünya ve ahiret azabından da kurtarmış olursun. Bazı ayetlerde bize; “Onlara bir korku ve mahzunluk yoktur” denildiğini göreceğiz. O işte budur!
O âyetlerin meallerinde ve günümüzün yanlış tasavvuf anlatımlarında o hâl yalnızca veliye mahsus sanılıp “o bir veli halidir” denilmektedir. Elbette veli için bir korku ve mahzunluk yoktur ama bu âyetler yalnızca veliyi kast etmez. Kur’an’da geçen “korku ve mahzunluğun olmayışı” özellikle ve öncelikle ahirette o zor gün içindir, orada onlara bir korku ve mahzunluk olmaz. Eğer bir kişinin bu dünyada dûniHİ algısı temizlenmişse, onda bu dünya hayatında da korku ve mahzunluk kalmaz. Ondaki bu korku ve mahzunluğun kalmayışı neye karşıdır? Dikkat edin lütfen, Allah’a karşı değildir! Kalkan o korku Allah’ın yarattıklarına karşıdır! Çok korkunçtur ki bu âyetlere verilen eksik meâllerden esinlenerek “Allah’tan korkmuyorum” noktasına ulaşanlar vardır. Cahildir onlar! Bilmiyorlar… DûniHİ algıdan kurtulan kişi Allah’ın yarattıklarına karşı Allah’ın sistemi içerisinde emniyette ve güvende durur. O ayetlerdeki mânâ “o kişi artık Allah’tan korkmaz” demek değildir.
Efendimiz (SAV) buyuruyor: “Allah’ı en iyi tanıyanınız benim. O’ndan en çok korkanınız da benim.”
Allah korkusu böyle çok ayrı bir şeydir.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER