Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ümit Demir

BOŞLUĞUN İKİ TARAFI: IŞİD VE MODERNİZM MÜSLÜMANLARI

Ümit Demir 31 Aralık 2015 Perşembe 16:01:27
 

Başlık biraz ağır mı olmuş? Peş peşe geldiği için aynı tartıdaymış gibi belki ama birilerini telaşlandırmadan söyleyelim; her iki Müslüman grubu bir boşluğun “ayrı” uçlarında… Bir uçta modernizm etkisi ile güce, konfora, sükseye, kapitalizme, israfa batmış/bulaşmış ve avrupaî bir yaşam sürdürme gayesinde olan “uyumlu” Müslümanlar; diğer tarafta yine güce ama güçle beraber şiddete, vahşete, akıl ve merhamet noksanlığına düşmüş “terörist” Müslümanlar!

Bu her iki grup da bir boşluğun doğurduğu sonuçlar/taraflar. Peki, bu boşluk ne? Elbette ki bu iki grubun temel aldıklarını iddia ettikleri İslam’ın “medeniyetini oluşturamama, bu medeniyetten uzak kalma” boşluğu!

İslam adına ortaya çıkan terör örgütleri aslında iki şeye sebep doğuyor: Birincisi, bahsettiğimiz İslam medeniyetini kuramayışları; ikincisi modernist Müslümanlara tepki…

Aydınlanma devri ile birlikte insanoğluna hâkim olan inanış hep “yükselme, ilerleme, gelişme, sanayileşme, kalkınma…” vs. oldu. Merhum Roger Garaudy, İslam ve İnsanlığın Geleceği isimli eserinde bu durumu ve sonuçlarını şöyle anlatıyor;

“”Rönesans” adını verdiği dönemden, yani Avrupa’nın, 16. yüzyılda, kapitalizmle sömürgeciliğin aynı anda ortaya çıkışından beri Batı’nın bu politikasındaki önemli mesele “mutlak değerlerin varlığına imanın terkedilmesi”dir.

Bir toplum, faaliyetine yön vermek için artık mutlak değerleri kabul etmekten vazgeçer geçmez, geriye kuvvetli olma, bolca yararlanma ve hızla büyüme arzularının kamçıladığı çarpışmalardan ve çatışmalardan başka bir şey kalmaz.

Herkesin herkese karşı savaşı demektir bu! Onun gerçek dini, gerçek bir tanrı olan “büyüme”ye körü körüne imandır. Yani herhangi bir şeyi giderek daha fazla ve gitgide daha hızlı üretme arzusu… Faydalı, faydasız, zararlı, hatta silahlar gibi öldürücü ayırımı yapmadan sanayiciler için en “verimli” olan şeyleri habire üretmek… Bu gizli ilah, kan dökücü bir ilahtır. Çünkü bu tanrı, uğruna insanların kurban edilmelerini ister.”

Batıda çıkan bu inanışın vahşeti karşısında çaresiz kalan ve yenilgilerini inandıkları kendi dinlerinin yani İslam’ın yetersizliği olarak gören Müslüman devletler/halklar, keskin bir dönüşle bu aydınlanmacılıktan yana tavır koyuyorlardı artık. Modern Müslümanların kaybedişleri, boşluğa düşüp ayaklarını yerden kesmeleri de burada düğümleniyordu işte!

Aydınlanma, belki devlet politikası olarak kısıtlı/planlı bir ilerleme olarak uygulanabilirdi. Ama bunun yerine halkı da kuşatıcı bir yaşam şekli yani din halini alınca ortaya İslam peygamberinin@ sürdürdüğü hayata zıt şaşaalı, müsrif, kibirli, doğaya zararlı, emek sömürücü…vb. bir düzen gelmiş oluyordu İslam ülkelerine.

İslam medeniyetinden böyle kopmanın boşluğu, modern Müslümanları güç tutkusu ve zengin yaşam arzusu şeklinde etkilerken diğer taraftan da bu kurulu düzene bir çift sözü olan ama yine İslam’ın ruhundan, sevgisinden, merhametinden ve yine İslam peygamberinin@ getirdiği evrensel mesajdan uzak bir Müslüman grubu doğuyordu: tekfirci ve terörist Müslümanlar…

Aksi halde Avrupa’dan, Amerika’dan hatta Brezilya gibi ülkelerden dahi IŞİD gibi terör örgütlerine katılımı açıklayamayız. Buralarda yaşayan “taze” Müslümanları eğer ki şiddet ve anarşi cezbediyorsa bu onların emperyalizme/kapitalizme direnecek daha iyi bir alternatife sahip olamayışları yüzündendir. (Bu konuyla ilgili 2014’ün Ekim ayında bir yazı yazıp özellikle “cihad” kavramının nasıl yanlış anlaşıldığını belirtmiştim. Bu tür terör örgütlerinin bir “dış güçlerin oyunu” tezini tek neden saymadan katılanların da “bizden bildiğimiz Müslümanlar” olduğu gerçeğine göz kapamamalıyız diye düşünüyorum.)

İslam medeniyetini yeniden oturup konuşmadığımız müddetçe, yani bu aydınlanmacı ve kalkınmacı düzene gönülden uyup şehirlerimizi, mahallelerimizi, ailelerimizi bozduğumuz müddetçe sorunlarımız bitmeyecek. Boşanmalar artacak; aile kurumu yaşatılmayacak; ekonomisi ve kariyeri güçlü ama depresyonunu yalnız yaşayanlar çoğalacak; trafik kazalarında can verenler savaşlarda ölenlerden daha çok olacak; GDO’lu gıdalar yüzünden hastalıklar artacak; hiç alışık olmadığımız halde yüzü maskeli soyguncular gündüz vakti işyerlerimizi soymaya kalkacak; eline silah alan okulları basacak; genç kızlarımız tecavüze uğrayacak; boşanmak isteyen kadın, eşi tarafından kurşunlanacak; fabrikalar doğayı/ekini fesada uğratmaya devam edecek; şehirlerimizi ve insanlarımızı yine bizden olduklarını söyleyenler yakacak, yıkacak ve öldürecek!

Son sürat bir yere, bir şeyle gidiyorken durup da “Nereye; hangi vasıtayla, neyle gidiyorum?” diye kendimize sormadan ve bu sorulara mesnetli cevaplar bulmadan, acı ve gözyaşından başka bir nasibimiz olmayacak gözüküyor!

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER