Bizim İki Rengimiz Var: Ak ve Kırmızı. İki Derdimiz Var: Ay ve Yıldızı
  Özgür Çoban… Afyonkarahisar'dan yola çıkıp edebiyat dünyasında tanınmayı başaran bir taraftan şiirlerini yazarken diğer taraftan öğrencileriyle hemhâl olan değerli bir isim. Özgür Çoban'ın 'Ay Yıldızım' isimli şiiri, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı himayesinde, Çekmeköy Belediyesi tarafından düzenlenen Cumhuriyet'in 100. Yılı Marş Yarışması'nda finale kaldı. Çoban, hem şiir hayatını hem de yarışmayla ilgili ayrıntıları, Cumhuriyet'in kazanıldığı topraklarda, [&hellip]
Özgür Çoban… Afyonkarahisar’dan yola çıkıp edebiyat dünyasında tanınmayı başaran; bir taraftan şiirlerini yazarken diğer taraftan öğrencileriyle hemhâl olan değerli bir isim. Özgür Çoban’ın “Ay Yıldızım” isimli şiiri, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı himayesinde, Çekmeköy Belediyesi tarafından düzenlenen Cumhuriyet’in 100. Yılı Marş Yarışması’nda finale kaldı. Çoban, hem şiir hayatını hem de yarışmayla ilgili ayrıntıları, Cumhuriyet’in kazanıldığı topraklarda, Gazeteniz Kocatepe’ye anlattı ve ekledi: “100. Yıl Marşı olabilir mi bilmiyorum ama 100. Yıl Şiiri olacağına inanıyorum.”
Özgür Bey, Afyon’da doğup Türkiye çapında tanınan bir şair oldunuz. Bunu nasıl başardınız?
Öncelikle Türkiye’de tam anlamıyla tanınan bir şair olup olmadığımı bilemiyorum. Edebiyat dünyasında son dönemlerde daha çok itibara alınan bir şair olduğumun farkındayım. En son Ahmet Yesevi Üniversitesinin hazırladığı Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğünde Dr. Necati Tonga tarafından hakkımda bir madde hazırlandı. Yaşarken Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleşen böyle bir çalışmanın içerisinde bulunmak benim için mutluluk ve gurur vericiydi elbette… Ben başarının kıstasının tanınmak veya şöhret kazanmak olmadığını çok uzun zaman önce anladım. Bu yüzden meşhur olmaya uğraşmaktan ziyade güzel eserler ortaya koymaya odaklandım. İyi bir eser üretmenin hazzı dünyanın en güzel nimetlerinden biri diye düşünüyorum. Türkiye gibi kültür, sanat ve edebiyatın hak ettiği değeri görmediği ülkelerde sadece eser ortaya koymak yetmiyor. Açıkçası arkanızda bir parti ya da zümre olmadan bir yere yaptığınız işle özgürce özellikle de şiirle gelmek zorun zoru… Bir de İbn-i Haldun’un “Coğrafya, kaderdir.” sözünün farkında olduğum için İstanbul’a yerleşme kararı aldım. Biliyordum ki Afyonkarahisar’da ikamet etmeye devam edersem burası kadar yükselecektim. Memleketimizde o zamanlar Kocatepe gazetesinde yazılar kaleme alıyordum, Mest Fm’de radyo programı ve ER TV’de bir televizyon programı yapıyor, okullara söyleşilere ve dinletilere gidiyordum. İstanbul’a gidip sıfırdan başlamak zor oldu ama bu benim için gerekliydi. Hayallerimin yani şiirin peşinden koşmak beni mutlu ediyordu çünkü az da olsa verdiğimin emeğin karşılığını dünyada sadece şiirde aldım. Aşkta ise daima iyi niyetinin bedelini ödemek zorunda kalan bir şair yüreği taşıdım. Pişman mıyım? Şiirlerime bakıyorum, mazime bakıyorum. Ayrılığı hak etmiş insanlarla bir ömür yürümektense şiirlerimle baş başa kalmayı daha asil bir duruş olarak görüyorum. “Şairleri yalnızlık ısıtır, sairleri yârsızlık üşütür.” demiştim Kördüğüm Gibi isimli şiir kitabımda. Belki özetle şunu diyebilirim: Yüreğimin sesini dinlemenin bedelini de ödedim, sefasını da sürdüm. Ne kadar sefasını sürdüm o da ayrı bir mesele…
Bir taraftan sanat dünyasına katkı sağlarken diğer taraftan öğrencilerinizi yetiştiriyorsunuz, zor olmuyor mu?
Açıkçası hiç de kolay olmuyor. Hayatımın önemli bölümünü zihni ve kalbi paramparça bir insan olarak sürdürmek zorunda kaldım. Kendim gibi kalbim ve hayatım da paramparça ve dağınık olmayı o kadar çok yaşadım ki sıfırdan başlamak, ruhumun bir parçası hâline geldi. Bunları söylüyorum ama sıfırdan başlamaktan, huzursuzluklardan beslenen bir şair olmaktan zevk alan biri değilim. Şiiri bırakabilecek kadar duyarsız, ruhsuz bir kalp taşıyıp sıradan ama az çok mutlu biri olarak yaşamayı ben de çok isterdim. Bu arzumun önündeki tek engel ya tek teselli güzel şiirler ortaya koymanın verdiği özgüven ve bundan aldığım haz… Açıkçası dışarıdan bakılınca öğretmenlik benim için ikinci planda gibi görünse de zannedildiğinden çok daha fazla önemsiyorum edebiyat öğretmenliğini. Gönlüm şairlikte olsa da aklım öğretmenliktedir. İstanbul içi ve dışındaki dinletilerimi, söyleşilerimi okuldaki derslerime göre ayarlıyorum. Yeri geliyor haftanın yedi günü yediden fazla programa katılmak durumunda kalsa da okuldaki edebiyat derslerimi de aksatmıyorum. Kendi yaptığım konuşmalar ve dinletiler dışında da seyirci olarak farklı programlara katılmaya çalışıyorum. Bütün bu işleri önce eğitimcilik sonra bir şairliği merkeze alarak yapıyorum.
Günde kaç saatinizi şiire ayırıyorsunuz?
Şiiri hayatımdan ayrı düşünmüyorum. Bu gerçeği de “Şiir hayatımdır, hayatım şiir…” şeklinde dile getirmiştim rubai tadında dörtlüğümde. Kültür, sanat, edebiyat hatta müzik benim hayatımın bir parçası oldu. Bugünlerde iki farklı ajandayı yanımdan ayırmıyorum. Çünkü şiire dair notlar alıyorum. Kalemle kâğıtla yatıyorum genelde. Zihnim ve kalbimin bir yeri hep şiirle meşguldür. Kulluğa bu kadar kafa ve gönül yorsaydım belki evliya olurdum. Ama şu da var ki hayatımın bazı dönemlerinde şiiri ihmal ettiğim oldu fakat şiir beni hiç bırakmadı. Bu kadar vefalı bir sanatı bırakmak bana da yakışmaz, vefaya vefa… Bağdatlı Ruhî’nin dediği gibi “Bu âlem-i fânîde ne mîr ü ne gedâyız / Âlâlara âlâlanırız pest ile pestiz.”
Şiirin çoğu ilham mıdır, yoksa üzerinde durup çalışmak mı?
Paul Valery “İlk mısra Allah vergisi, sonrası çalışmaktır.” diyor. Şiirin ilk ve bazı mısraları ilham olsa da emeği inkâr edemeyiz belki de aslan payını emeğe vermek gerekir. Bazı şiirler; birkaç dakikada, bazıları birkaç saatte, bazıları birkaç günde, bazıları birkaç ayda, bazıları da birkaç yılda yazılır. Kendi şiirimde bütün bu zaman dilimlerinin hepsine rastlamak mümkün… Aslında rubailere verdiğim emekle koşmaya verdiğim emeği birbirinden bağımsız değerlendirmek gerekir. Rubai daha kısa sürede kemale ererken bir koşmanın kemale ermesi yıllar alabilir. Yıllardır bitmeyen rubailerimi saymazsak. Elbette bu demek değil ki sanat yönünden rubailerim daha zayıftır. Hatta Birçok kıtadan oluşan şiirlerde konu ve ahenk bütünlüğü sağlamak hiç de kolay değildir. Daha bugün birkaç saat odaklanarak yazdığım bir rubailerim olduğu gibi “Ay Yıldızım” gibi yedi yılımı verdiğim şiirlerim de var. Bir de bazı şiirler yayımlansa bile zihnimin bir tarafında bir yeri eksik kalıyor. Dönüp dönüp edebî yönü üzerinde kafa ve gönül yoruyorum. Şiir hiç bitmeyecek bir aşktır ve her zaman daha iyisi vardır ta ki şairin kalbi tam tatmin olana kadar… Sevdalarda aşkı bulduğumu sandığımda eksikliklerini görmezden gelip daha iyisini arayan müşfik bir insan oluyorken şiirde hep mükemmelliği esas alıp daha güzelini arıyor, daha iyisi için bir öncekine kıyacak kadar zalim bir şair oluyorum.
Kendi kendime şiire benim kadar kafa yoran insan var mı diye kendi kendime düşündüğüm yıllarda Bekir Sıtkı Erdoğan üstadımızı vefatından birkaç yıl önce evinde ziyaret etmek nasip oldu. Uzun bir süre sohbet ettik, basılmamış ve üzerinde çalıştığı şiirlerinden bölümler paylaştı benimle. Tam bir İstanbul beyefendisi olan bu zatla tanışıp mısralarına nasıl emek verdiğini görünce şiirde daha kırk fırın ekmek yemem gerektiğini anlamıştım.
Düştüm kara sevdaya muhale şiir yazdım
Bir umuttu gönlümde visale şiir yazdım
Senin bakıp geçtiğin benim alın terimdir
Hayattan ilham aldım hayale şiir yazdım
Hece ölçüsünde geleneksel yaklaşımı geleceğe taşıyan ender şairlerden biri sizsiniz. “Ay Yıldızım Hey!” derken de hece ölçüsünden vazgeçmemişsiniz. Neden?
Öncelikle benim şiirimin çağdaş bir yönü olsa da temel taşını halk ve dîvan şiiri oluşturur. İlk dönemlerde yazdıklarım, halk şiirine mail iken son zamanlarda kaleme aldıklarım, divan şiirine maildir. Bu ön bilgi ışığında vezne dair düşüncemi söylemek isterim. Şiire aruzun çok yakıştığını düşünüyorum, büyük bir zevkle okuduğum serbest tarzda yazan şiirler hiç de az değil fakat Türklerin ve Türkçenin yapısına en uygun veznin hece olduğu kanaatindeyim. Yavuz Bülent Bakiler üstadımızı bir program sonrası evine bırakırken vezinler üzerine konuşuyorduk. Bana millî veznimiz olan heceyi sakın bırakma, tavsiyesinde bulunmuştu. Hangi tarz ya da ölçüde yazacağını şairin yaradılışının, hayatının hatta yaşadığı dönemin belirlediğini düşünüyorum. İlk zamanlar serbest tarzda yazdığım şiirlerim hatta aruz denemelerim olsa da hecede karar kıldım ama aruzun ahenge katkısının farkındayım. Hece bizimdir aruz elin değil heceyle yazıyor fakat aruz hassasiyeti gösteriyorum, desem beni daha iyi yansıtan bir cümle kurmuş olurum. Özellikle kafiye sözcüklerinde hecelerin uzunluk ve kısalığı hususuna epey kafa yoruyorum.
Ay Yıldızım şiirine gelince hecede en sık tercih edilen on birlidir. Ben de biraz uzun bir şiir çıkacağını bildiğim için on birli heceyi tercih ettim. On dört belki sekiz kıtaya kadar kullanılabilir ama sonrası insanı yoruyor. Bir de mısrada hece sayısı ne kadar artarsa (özellikle on birden sonra) o kadar şiirden uzaklaşıp nesre yaklaşma ihtimali artıyor. Bunun farkında olduğum için on dörtlü yazmayı doğru bulmadım, yedi ve sekiz ise mesaj yüklü bir şiir için kısa kalacak, anlam sanki yarım kalacaktı. Geriye en doğru karar olan on birli hece kalıyordu. En işlek durak ise 6 + 5 idi. Ay Yıldızım redifi kafamda hazırdı ama bu durağa uymak için marş tadını verecek olan “hey” nidasıyla tamamlamayı düşündüm.
Türkiye’nin en üretken ve başarılı şairleri arasında gösteriliyorsunuz. Bu durum omuzlarınızdaki yükü artırmıyor mu?
İltifatınız için teşekkür ederim ama üretken olmaktan ziyade kalıcı eser bırakmaya odaklanıyorum. Bundan sonra hiçbir şiir yazmasam yazdıklarım ve yarım kalanları tamamlasam bile bana dair edebiyat tarihinde küçük ya da büyük bir parantez açılacağı kanaatindeyim. Mehmet Emin Yurdakul’un “Şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.” sözüne muhalefetin moda olduğu bu dönemde şiirin yükünü omuzlarımda o kadar ağır bir şekilde taşıyorum ki anlatamam. Güzel eserler ortaya koyup şair unvanını hak etmeye başlayınca işin ciddiyeti artıyor. Her metni şiir diye kitaplarda dergilerde yayımlayamıyorsunuz. Son şiir kitabımla birlikte şairliğin hakkını verdim. Şiirin bedelini ödediğime Gece Yarısı Rubaileri şahittir. Eskiden iyi bir Mevlevi ayini bestelemeyen, usta bestekâr; güzel bir naat yazmayan da büyük şairden sayılmazmış. Kendi tarzımda ve kendi çapımda naat yazmasam da (şimdilik:) şair olduğumu hissediyorum.
Şiirin ritmini size göre hangi bestekâr yakalayabilir? Gönlünüzden geçen marşın ritmi nedir? (Hızlı, yavaş; günümüze uygun ya da klasik; mehter altyapısı, ya da türkü; Batı tarzı mı, doğu tarzı mı)
Öncelikle yarışma için aynı şiiri birden çok kimse besteleyebilecek, bilgisini sizlerle paylaşmak istiyorum. Açıkçası Raif Somer, Alpay Batu gibi memleketimden bir bestekârın bestelemesini çok isterim. Hatta dört kişinin şu an bestelediğini biliyorum. Bunlardan biri de yine hemşehrimiz Ali Kurtuluş Şaylı’nın yanı sıra müzik öğretmeni olan arkadaşlarım Emine Yılmaz ve İlksen Kodal’ın bestelediğini biliyorum. Bestekârlar saygısızlık gibi görmezse “müzikle şiir aşkı”na epey kafa yormuş biri olarak bir şeyler söylemek isterim. Marş bestelemek, ayrı bir sahadır, bu yüzden besteye dair genel bir yorum yapacağım. Ben yumuşak girişli, melodik geçişli, sert nakaratlı besteleri seviyorum. Akılda kalacak ahengi yüksek ama kulaklarda ve yüreklerde yer edinecek bir besteden yana gönlüm.
Türkiye ve Afyondaki kültür sanat politikalarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Aslında “Türkiye’de tanınan bir şair olmak” ile ilgili sorunuzun tamamlayıcısı niteliğinde bazı cümleler kurmak istiyorum. Öncelikle şiir gibi asil bir sanata ilgi duyan insan sayısı zahiren Türkiye’de çok gibi görünse de keyfiyet olarak pek fazla değildir. Bu sanata ilgi duyanların şiirdeki kahramanları çok farklıdır, usta isimler gündemlerinde yoktur, anılmaz bile! Kendilerine göre bir hikmeti vardır herhalde. Gerçek şiir kitaplarının satış rakamları bize bu konuda bilgi vermektedir. Ne yazık ki kendisinin şair olduğunu zanneden insanlar bile şiir kitabı alıp okumaktan aciz… Herkes kendini Nazım Hikmet, Necip Fazıl hatta Yunus Emre zannediyor. Bence yaşayan ve şairlik unvanını hak eden yirmi kişi ya vardır ya yoktur. Şiirde bir yere gelmenin kıstası şiir yazmak olmalıdır. Şairi çok, şiiri az bir asırda yaşıyoruz. Şiir okumak yani seslendirmek de bir o kadar önemlidir. Şiir ile nesri ayırt edemeyen insanlar, belediyelerde, resmî kurumlarında hatta devlet televizyonlarında şiir programı kültür, sanat, müzik ve şiir programı yapabilmektedir. Bazıları bu ayrımı yapabilir belki ama daha çok hak edenler varken sözde seçkin zümrelere yakın olanlara kapılar ardına kadar açılmaktadır. Biz alnımızın teriyle bir devlet televizyonuna proje sunduğumuzda şu cemaatin, şu tarikatın kapısını çal diye tavsiyede bulunanlar bile oldu. Bu arada ben hiçbir zümreye özel düşmanlığı olan birisi değilim, bazılarına göre Müslüman bile sayılmasam da:) Tanıdıkların referansı ve nüfuzuyla organizasyonlarda yer almak, liyakatsizleri layık olmadıkları makamlara getirmek moda olmuş. Birçok kültür müdürünün o makama gelmeden önce kaç konsere, kaç tiyatroya, kaç söyleşiye gittiğini çok merak ediyorum. İnanın neredeyse hiç gitmeyenlerin bile müdür olduğunu tahmin ediyorum, makama göre adam değil adama göre makam, olmuş şiarımız… Sanatta kalite esas olmalı. Hep söylerim: “Şiir liyakat ve emek ister, iltimas değil.” Siyasi görüşe göre pastadan(bazılarının nazarında) hisse kapmaya indirgenemez kültür sanat programları. Meselâ Afyon’da ismini vermek istemediğim bir resmi kurum “Gece Yarısı Rubaileri” isimli son şiir kitabımı basacaktı. Sözlü olarak tamam demişlerdi. Bu arada hiçbir maddi talebim olmadı, kitabım basılsın Afyon’a dair dörtlüklerin de bulunduğu eserimin hemşehrilerimiz tarafından memleketimde okunmasından başka bir beklentim yoktu, bunu da zaten ifade etmiştim. Aradan üç yıl geçti, geçenlerde bir yetkiliye sordum: Bizim kitabı basacaktınız ne oldu diye. Tasarruf tedbirleri kapsamında kitap basımları yasaklandı, cevabını aldım:) Bir şiir albümüm var. Altı tane yayımlanmış kitabım var. Kendi memleketimde en son 2004’te program yaptım, onu da kendi gayretimizle belediyenin kültür merkezini kullanarak ve bir kuruş almadan… Bizde kurumlara güzel ve kaliteli proje sunmanızın hiçbir kıymeti yok. Ya kapılarda yatacaksınız ya yukarıdan birilerini aratacaksınız ya da arkanızda bir zümre ya da parti olacak. Türkiye’de kendinize özgü duruşla sanatçı olmak çok zor inanın. Zaten hesap yapmaksızın kendi hakikatinin peşinde koşanlar, iktidarlar nezdinde hiçbir zaman sanatçı olamazlar. Haksızlıkların karşısında kör, sağır ve dilsiz olup Müslümancılık oynarsanız sözde Türkçülük yaparsanız birçok kapı açılır. Şu notu da düşmek istiyorum: Bize bu ülkede vatanseverlik dersi verebilecek hiç kimse yok. Dilsiz numarası yapan sözde dindar zümreler gösterdi ki bize din dersi verebilecek kimse de yok bu ülkede… Ben bir mesele karşısında duruşumu bir parti liderine, bir gruba, bir kuruma bakarak belirlemiyorum. Üç kıstasım var: Hakikat, Ay Yıldız ve sanat. Rahmansız ve vatansız şairliğin benim için hiçbir kıymeti yok. Geçen gün sosyal medyada yaptığım yorumu aynen burada da tekrarlamak istiyorum: “Türkiye’de kültür sanatın özeti şudur: Şayet arkanda hem bir zümre hem de bir parti varsa ekmek kadayıfı üzerine kaymak gibi olur. Bir de haksızlıklara susmayı başarabilirsen şair de sen olursun, yazar da sen, hatip de sen, programcı da sen, sunucu da sen, sosyal mecrada yıldız da sen, o ülkenin en büyük televizyon kanalında tasavvuf müziği icra eden bir sanatçı da sen olursun. Hatta cümlelerine fakir diye başlayacak kadar mütevazı bile olabilirsin.”
Sizi nazik, uyumlu ve güler yüzlü olarak tanıyoruz. Ancak her şiir, aynı zamanda bir varoluş ve kendini ispat çabası değil midir?
Öncelikle iltifatlarınız için teşekkür ediyorum. Nezaket ve zarafet çok sevdiğim kelimelerdendir. Ciddi sıkıntılarımın olmadığı dönemlerde çok sakin ve anlayışlı bir yıldız gibiyimdir ama diğer zamanlarda parlar sönerim bir ateşböceği gibi. Sakin ve güler yüzlü olma sebebim bir şair kalbi taşıyor olmamla doğrudan ilgili. İnsanları kırmamak için bütün sınırlarımı zorlarım, kırmızı çizgimi aşıncaya kadar büyük bir sabır gösteririm. Haddi aşanlara karşı içimde bir şey tutmam üslubu da gözeterek her şeyi yüzüne söylerim. Yıldızlar arkadan konuşmaz, bir gafletle konuştuysa da mutlaka yüzüne söyler. Sorunuzun ikinci bölümüne gelecek olursak hayatta ben varım mesajı vermezseniz alacağınız cevap her zaman sen yoksundur. Hatta bazı insanlar başkalarının yükselişini kendi düşüşü olarak bile algılayabiliyor. Bu bağlamda Allah vergisi olan şairlik kabiliyetinin bahşettiği sıradanlığın dışına çıkma fırsatını emekle taçlandırarak hakkını vermeye çalışıyorum. Sanat hayata tutunamayanlar için ne güzel bir sığınaktır. Sizinle yaptığımız çok eski bir söyleşide “Ya huzuru buluyorum şiirde ya teselliyi” demiştim. Hâlâ durum aynı ?
Sizi birçok şiir programında ve etkinliğinde görüyoruz. Bununla birlikte Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı himayesinde, Çekmeköy Belediyesi tarafından Cumhuriyet’in 100’üncü Yıldönümüne atfen sürdürülen Marş Yarışması’nda finale kalarak tekrar gündeme geldiniz. Yarışma hakkında bilgi verir misiniz?
Yarışma iki kategoriden meydana geliyor. Birincisi “şiir” ikincisi “beste” idi. İlk aşama tamamlandı. 2250 şiir arasından bestelenmeye değer yüz şiir seçildi ve “Cumhuriyetin Yüzüncü Yılına Şiirler” ismiyle bir kitapta basıldı. Şiir kategorisinde bir iki üç diye bir sınırlandırmaya gidilmedi ama bestelenen bu şiirler, beste kategorisinde bir sıraya dizilecek ve sadece birinci olan şiirin şairine ve bestekârına ayrı ayrı önemli bir para ödülü verilecek. Şiir kategorisi tamamlandı ama beste hâlâ devam ediyor. Sanatseverler, bu 100 şiirin tamamını ve yarışmanın ayrıntılarını yuzuncuyilmarsi.com adresinde bulabilirler.
Finale kalan şiirinizde bizi biz yapan bütün unsurlara yer verilmiş. Bu anlamlı harmanı ortaya çıkarmak zor olmadı mı?
Ben Türkiye gündemine kafa yoran halkın içinde bir şair olduğum için son yıllardaki parçalanmışlığı çok iyi gözlemliyorum. Hatta 2014’te Türkiye Cumhuriyetini temsil etmek için (Samtskhe-Javakheti Devlet Üniversitesine) Türk dili okumanı olarak Gürcistan’a giderken bıraktığım Türkiye’yi 2019’da geldiğimde bulamadım. Şimdi ekonomi ve hukuk başta olmak üzere 2019’daki Türkiye’den eser yok. Bölünmüşlük parçalanmışlık kutuplaşmanın hiç bu kadar zirvede olduğu bir dönem hatırlamıyorum. 2015’te (yani bir yarışma için yazmadım bu şiiri) yurt dışında yazmaya karar verdiğim bu şiirde son dönemde toplanalım, toparlanalım, birlik olalım diye ortak noktalar üzerine daha çok kafa yordum. Her kesimin hassasiyetlerine dair notlar aldım. Sen ben olmasın, biz olalım; sünni alevi birlikte aynı ateşte köz olalım, Kürt Türk kardeştir, öz olalım; istedim. Kök Türklerden Türkiye Türklerine uzanan bir destan yazmaya çalıştım. Bilge Kağan’dan Eren Bülbül’e uzanan bir sürece değinmeye çalıştım. Bize Anadolu’nun kapısını açan Alparslan’dan, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet’e kadar atıflarda bulundum. Osman Gazi’den Mavi Gözlü Dev diyerek Mustafa Kemal Atatürk’e kadar devletlerimizin kuruluşuna emek vermiş devlet adamlarına değindim. Herkesi, sağ sol gibi ayrımlar yerine insanlık ekseninde buluşmaya davet ettim. Ortak akıl ve ortak gönülle yazmaya çalıştığım bu şiir yedi seneme mal oldu, 2022’de bitti sayılır ama hâlâ üzerinde çalıştığım yerler var.
Sağ yanım Fâzıl’dır; sol yanım Nâzım…
Câhit, Ârif, Âkif, Fuzûlî lâzım…
Sanat, irfan, ümran, gönül niyâzım…
Ahlâk olur ahlâk, Ay Yıldızım hey!
Edebiyat dünyasının üstatları, bu şiiriniz hakkında neler söyledi, ince ince işlenmiş ve finale kalan şiirinizin birinciliği olacağına inanıyor musunuz?
Yedi yıl kafa ve gönül yorduğum şiirin ince işçiliğine üç ay ciddi mesai harcadım. Şiirin kemale erdiğine inanır inanmaz Bestami Yazgan üstadımızın kapısını çaldım. Kafamda soru işareti olan yerler ile ilgili fikir alışverişinde bulunduktan sonra şiir kemalin kemaline erdi. Bestami Abi, “Ay Yıldızım” şiirinin ders kitaplarına girmesi gerektiğini ifade etti ve şöyle dedi: “Beğenmeyenler daha iyisini yazsın.” Ben de buradan mülhem birkaç yerde şu cümleyi kurdum: “Ay Yıldız’ımızı daha çok seven varsa daha güzelini yazsın, biz de okuyalım.” Sonrasında Mustafa Çıpan, Mehmet Kırbıyık, Abdülkadir Emeksiz, Abdullah Şengül gibi akademisyen hocalarımızın kanaatlerini alıp bazı küçük değişiklikler yaptım. Yine akademisyen dostlarımdan Sayın Bünyamin Ayçiçeği, şiiri okur okumaz birincilik hayırlı olsun cumhurbaşkanımızın elinden yarın ödülünü almaya gel, diye takıldı. Sayın Fuat Dağtekin ise senin şiirlerini beğeniyorum ama bu şiirle birlikte edebiyat dünyasında ayrı bir yere geleceğini düşünüyorum, minvalinde yorum yaptı. Bu şiiri özellikle ortak akıl ve ortak gönülle yazmaya çalıştım. Esenler Şehit Türkmen Tekin’deki öğrencilerime şöyle mi daha iyi böyle mi diye sorduğumda çok güzel geri bildirimlerle katkı verdiler. Açıkçası Mustafa Uçurum ve Lokman Derya Solmaz gibi birçok eşin dostun katkısını inkâr edemem. Türk Edebiyatı dergisi yayın kurulu şiirin yayımlanmasına ret cevabı vermiş. Ayrıntıları burada anlatıp rahmetli Ahmet Kabaklı üstadımızın ruhunu incitmek istemem ama haleflerine edebiyat tarihine not niteliğinde bir cevap verdim. Türk Dili dergisine göndereli aylar olmasına rağmen menfi ya da müspet bir cevap verme nezaketi bile göndermediler. Türk dili ve Türk edebiyatımızın hâli pür melali….. Halil Güntan Hocamıza okuduğumda ise kendi kalbinin güzelliğinin tesiriyle şu cümleyi kurdu: “İnsanın talebesi şair olunca hocasına sükût düşer.” Ebru sanatçısı Alparslan Babaoğlu Beyefendi ile şiirimi paylaştığımda ise şu mesajı gönderdi: “Özgür Kardeşim telefon açacaktım ama söz uçar yazı kalır yazacaklarım kalsın istedim. Gözyaşlarıyla ve tüylerim diken diken dinledim. Seni tanımaktan, benimle aynı hisleri paylaşan birisi olduğunu bu şiirle öğrenmiş olmaktan çok mutlu oldum. Allah ömrüne bereket, kalemine kuvvet versin. Böyle çok şiirler yazasın inşallah…” Yavuz Bülent Bakiler üstadımıza şiiri telefonda okuduğumda birkaç kıta okuduktan sonra şiirin arasında “mükemmel” diye geri bildirim ve bittikten sonra da iki kez de “Mükemmel olmuş!” dedi. Beste esas alınacağı için Ay Yıldızım isimli şiirim 100. Yıl Marşı olabilir mi bilmiyorum ama 100. Yıl Şiiri olacağına inanıyorum. Benden çok şiirine emek veren, kafa ve gönül yoran şair varsa inşallah o birinci olur, ama yoksa ikinciliğe razı değilim.
Şiir ve nesir kitaplarınızla ilgili bir şeyler söylemek ister misiniz, fırından yeni çıkacaklar var mı?
Şiir kitaplarımdan Özgürce Şiirler, bizim adeta “müzikle şiir aşkı” sloganıyla şiir dinletilerimizin markası oldu. Nesir kitaplarımdan Diksiyondan Mikrofona ise hitabet ve diksiyon eğitimlerimizin markası oldu. Kördüğüm Gibi ve Anneme Yalanlar diğer şiir kitaplarım, Yıldızların Konuşma Sanatı ve Lisandan İnsana ise diğer nesir kitaplarım. Bu altı kitap dışında bir de Sürmenin Hesabı isimli bir şiir albümüm var. Rintlerin Hayatı, Gece Yarısı Rubaileri, Şairane Türkçe TYT soru bankası ve konu anlatımı olmak üzere tamamladığım ve basılmak üzere olan dört kitabım daha var. Hazırlığı devam eden birkaç kitabım daha var ama kitap çıkarmada aceleci ve üstünkörü davranan biri değilimdir. Genelde yazmaya karar verdikten sonra yaklaşık on yıllık bir süreci vardır kitaplarımın. Gece Yarısı Rubailerinin yirmi yılı aşkın bir alt yapısı var, bu eserimle beraber şiirimin sınıf atlayacağını düşünüyorum. Yahya Kemal Beyatlı’ya ithaf ettiğim eserimin hecenin en güzel şiir kitapları arasında yerini alacağına kesin gözüyle bakıyorum. Türkçe konuşanlar için Farsça konuşma kılavuzu niteliğindeki Şairane Farsça, sanat anlayışıma dair Şairane Konuşmalar ve siyasilerin konuşmalarına dair değerlendirdiğim yazıların toplandığı Hitabetten Siyasete gibi yıllardır üzerine kafa yorduğum bazı eserlerin hazırlıklarına devam ediyorum. Ayrıca millî ve manevi değerleri öncelediğim şiirleri Ay Yıldızım isimli bir kitapta toplamayı düşünüyorum.
Büyük Taarruz ve Büyük Zafer’in de 100’üncü yılını kutluyoruz. Afyonkarahisar’a bu bağlamda bir mesajınız olacak mı?
Öncelikle Mehmet Akif Ersoy ve Abdurrahim Karakoç üstatlarımız yaşasaydı böyle bir şiiri yazmaya cüret edemezdim. Onlar vefat edince iş başa düştü. Büyük Zafer’e dair de bir şiir yarışması düzenlendi memleketimizde. Benim Afyonkarahisar’a atıfta bulunan birçok rubai ve koşma tarzında şiirim var. Sadece memleketimize dair daha uzun bir şiir yazmaya yıllar önce niyetlendim ve hâlâ notlar alıyorum. Bazı şiirleri kısa sürede yazmak mümkün olmuyor. O yüzden bu şiiri şu tarihe kadar tamamlayacağım diye bir hedefim yok. Yarışmalara gönderdiğim şiir sayısı bir elin parmağı kadar ya vardır ya yoktur, ayrıca bir yarışma için şiir yazmayı da çok ahlakî bulmuyorum. Büyük Zafer’e ithafen de şunları söyleyebilirim: “Zaferlerle taşan şanlı mazinin / Yüce neferiyiz parlak atinin” Allah bu millete ve ülkeye hezimet yerine zafer ve benzeri güzellikler yaşatsın. Ay Yıldız’da buluşamıyorsak hiç kavuşamayacağız, demektir. Bizim iki rengimiz var: ak ve kırmızı. İki derdimiz var: Ay ve Yıldızı.
İŞTE FİNALE KALAN ŞİİR:
“Mahşer günü altında toplanacağımız
‘Livâü’l-Hamd’ isimli şükür sancağı,
dünyada bir bayrağa benziyorsa
o da ‘Ay Yıldızım’dır, Ay Yıldızımızdır.”
AY YILDIZIM
(Yüzüncü Yıl Marşı)
Özgür Çoban
Ezelden ebede aşka bağlayan
Toprak olur toprak, Ay Yıldızım hey!
Kutlu yola çıkıp Türkçe çağlayan
Irmak olur ırmak, Ay Yıldızım hey!
Mevlânâ sırdaşın, Yunus dildaşın;
Aşk alevi yakar Hacı Bektaş’ın.
Sazının telinde Neşet Ertaş’ın
Bozlak olur bozlak, Ay Yıldızım hey!
Âşık güler yüzlü, yâr tatlı dilli…
Çaylar tavşankanı, renginden belli…
Karadeniz’imde bir ince belli
Bardak olur bardak, Ay Yıldızım hey!
Çerkezi romanı halis niyetle
Sevelim insanı samimiyetle
Türküyle Kürdüyle Lazıyla etle
Tırnak olur tırnak Ay Yıldızım hey!
Çıktık Ötüken’den Orta Asya’dan
Vardık payitahta, geçtik Bursa’dan
İzzetli selâm var Saraybosna’dan!
Boşnak olur Boşnak, Ay Yıldızım hey!
Zaferlerle taşan şanlı mâzînin,
Yüce neferiyiz parlak âtînin.
Sefere çıktığı, Osman Gāzî’nin
Kısrak olur kısrak, Ay Yıldızım hey!
Alparslan el almış, Bilge Kağan’dan;
Muştular getirdim Fatih Sultan’dan.
“Mavi Gözlü Dev”le Fevzi Kumandan
Çakmak olur Çakmak, Ay Yıldızım hey!
Sarsa da yurdumu hazin manzara
Şâhit Çanakkale, galip Ankara!
Açar zâlimlerin bağrında yara
Mızrak olur mızrak, Ay Yıldızım hey!
İlk adımı attı Samsun, Amasya;
Bir nazlı gelindir Mersin, Antalya…
Başaklar boy verir, toy eyler Konya;
Burçak olur burçak, Ay Yıldızım hey!
Yürek var efende ve dadaşında,
Tarih var Urfa’nda ve Maraş’ında;
Annemin, yârimin tâcı başında
Yaşmak olur yaşmak, Ay Yıldızım hey!
Hem Dedem Korkut’un özlü sözüyle
Hem Cemil Meriç’in gönül gözüyle
Hâlide Edip’in aydın yüzüyle
Ak pak olur ak pak, Ay Yıldızım hey!
Bizi yakan Temmuz, Şubat gibidir;
Bilesin hakîkat, sırat gibidir;
Sakarya, Menderes, Fırat gibidir;
Berrak olur berrak, Ay Yıldızım hey!
İzmir’i sel vursa Muş olur talan.
Van’a ateş düşse Muğla’dır yanan;
Yârim Adıyaman, dostum Ardahan…
Şırnak olur Şırnak, Ay Yıldızım hey!
Karabağ’da boran, Ağrı’da tûfan…
Edirne’den Kars’a sığmaz bu destan!
Ülkeme, ülküme kim varsa düşman
Alçak olur alçak, Ay Yıldızım hey!
Sen iyi ki varsın, Bülbül Eren’im!
Yurduma yuvama gönül verenim!
Şehadet bağından sümbül derenim,
Leylâk olur leylâk, Ay Yıldızım hey!
Sağ yanım Fâzıl’dır; sol yanım Nâzım…
Câhit, Ârif, Âkif, Fuzûlî lâzım…
Sanat, irfan, ümran, gönül niyâzım…
Ahlâk olur ahlâk, Ay Yıldızım hey!
Barbaros’tan mîras bu mavi vatan…
Karalar bağlar mı o Mîmar Sinan?
Hem koskoca sultan hem özgür çoban
Tutsak olur tutsak, Ay Yıldızım hey!
Kuşlar yuva yapar ulu çınarda,
Düşler gerçek olur bizim diyarda…
Kadayıf üstüne Karahisar’da
Kaymak olur kaymak, Ay Yıldızım hey!
Saymakla biter mi onca vilâyet?
Giderse adâlet kalmaz liyâkat;
Halkadır, hakkadır gerçek sadâkat;
Mutlak olur mutlak, Ay Yıldızım hey!
Niyâzi Sayın’la ney alevlendi;
Tekbîre ses verdi Itrî’nin kendi
Tambûrî Cemil Bey, Dede Efendi
Kaynak olur Kaynak, Ay Yıldızım hey!
Türkü söyleyelim, kurulsun Tûran;
Uygur, Tatar, Özbek canıma cânan…
Kırgız, Çuvaş, Kazak kardeşiz yâran
Kıpçak olur Kıpçak, Ay Yıldızım hey!
Nâmıdiğer Emin, adı Muhammed…
Onsuz eksik kalır cümle muhabbet;
Hakkı söyler millet, susmazsa ümmet…
Uçmak olur uçmak, Ay Yıldızım hey!
Gökteki hâliyle alıp götüren,
Nazlı hilâliyle derdi bitiren,
Gönül coğrafyama huzur getiren
Bayrak olur bayrak, Ay Yıldızım hey!
Yüz yıldır açsa da gül, lâle, zambak;
Bin yıldır vatandır, kan rengi toprak…
Dünyaya bir bayrak, mahşerde ancak
Sancak olur sancak, Ay Yıldızım hey!