Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

“BİSMİ RABBİKE” İLE OKUDUĞUNUZ ZAMAN “BEN ALLAH’IN DÜŞÜNCESİNİN SURETİYİM” ORTAYA ÇIKAR

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 2 Aralık 2017 Cumartesi 11:30:45
 

– 41 –
Çok iyi, çok dürüst, çok ahlâklı olup da tanrılık iddiasında bulunanlara hümanist tanrı, onun zıddı bir yaşam tarzı sürenlere ise narsist tanrı dedik. Hayatından tanrılık iddiasını çıkarmış, o iddiayı terk etmiş yapıda olana da “B” insan dedik. Diğeri tanrı, bu ise kuldur, kul denince akla bu gelir. Yalnızca “B” insan “İyyaKE na’budu VE iyyaKE nestaiyn” der. “Yalnız sana kulluk ederim” diyen eğer bir tanrıysa, tanrı kulluk edemez; tanrılığını ilan eden hakkıyla “iyyaKE na’budu” diyemez. Tanrılık iddiasında bulunan ancak bir üst tanrıya yaranma çalışmaları yapar ki, buna TAPMA denir; dolayısıyla o bir üst tanrıya tapar. Tanrılık iddiasında bulunan kişi, gücünün yetmediği bir üst tanrıya inanır, ondan korkar, ona tapar, “aman bana bir şey yapmasın” diye ona yaranma çalışmaları yapar. O tanrısına yani zannında oluşturduğu üst tanrıya “Allah” diyebilir, toplumda insanlar öyle diyor diye ismini öyle koyabilir. Bu durumda, eğer “ibadet” adı altında yaptıklarınız yaranma çalışmalarıysa bunu yapan tanrıdır. İbadet adı altında yaptıklarınızı bile tanrı kavramıyla, tanrılık iddiasıyla ilişkilendirin demiştik, hatırladınız mı? Bunu ilişkilendirdiğinizde, namaz kılan, oruç tutan, hacca giden, iyilik yapanın hangi yapı olduğunu görürsünüz. Eğer onları yapan sizdeki tanrı ise, o “ne güzel kıldım, tuttum, gittim, yaptım, verdim” der. “İnsanlar düzgün oruç tutamıyor, ibadetlerde hep yanlış yapıyor, ben çok güzel oruç da tutuyorum, diğerlerini de… Benim orucumu Allah beğenir” der. Allah’a yaranmak için bir üst tanrıya tapan yapı böyle bakar, böyle düşünür. Peki, “B” insan yani KUL nasıl düşünür, o nasıldır?
DÜNYADAKİ RÜTBELER TANRILIK İÇİNDİR,
 KUL İSE EN ÖNEMLİ RÜTBEDİR
“B” insanın örneği, timsali Efendimiz (SAV) bu yüzden AbduHU ve RasuluHUdür: Kul’u ve Rasul’ü! Efendimize soruluyor; bir kul rasul mü olmak istersin, bir melik rasul mü olmak istersin? Mütevazı davranması isteniyor ve Efendimiz Kul Rasul olmak istiyor, Kul olmak istiyor! Kul olmak “B” İNSAN olmaktır, O da öyle istiyor! Çünkü mevkiler tanrıya aittir! Kartvizitlerde yazan “Prof, Bakan, Genel Müdür” gibi rütbeler hep tanrı rütbesidir. “B” İNSAN’ın rütbesi olmaz. Ama tanrı genel müdür olur, bakan, milletvekili olur. O unvan biter, bu sefer kartvizit değişir; “eski milletvekili, eski genel müdür…” olur, o rütbesiz yaşayamaz. Onlar tanrılık gücünü göstermek, tanrılar arasında yer edinebilmek, tanrılığını kullanabilmek ve tanrılarla savaşabilmek için gerekli rütbelerdir. Elbette “B”İNSAN’ın da rütbesi vardır, o Kul’dur. Kul Allah indinde önemli bir şeydir…
İYİ İNSAN OLAN, NEFSİNE ZULMEDEBİLİR Mİ?
Bir kişinin amacı eğer hümanist tanrı olmaksa yani iyi insan olmaksa ve İslamiyet’e de meyilli ise, o İslamiyet’i uyguladığını ve yaşadığını zannederek yanılır. İslamiyet adı altında birçok yerde anlatılanlara dikkat edin, anlatılan hep iyi insan olmaktır: Yalan söylemeyin, komşunuzla iyi geçinin, yardımlarınızı esirgemeyin diyerek hep iyi insan olmak anlatılır. Öyle olunca, kişiler iyi insan olmak kurallarını uygulayıp “iyi müslüman” olduklarını sanarlar. Hayır, iyi insan olmuşlardır; hümanisttirler o kadar! Oysa İslamiyet’te tek kriter vardır: Ben tanrılık iddiasında mıyım, değil miyim? Yani ben kendimi müstakilen var ve muhtar mı sanıyorum, yoksa Allah’ın ilminde O’nun dileğinin sureti olduğum idrakında mıyım?
Nefse zulüm tanrılık kriteriyle çok ilişkilidir. Tanrılık iddiasında bulunmak nefse zulmetmektir. Nefse zulmetmek “ben tanrıyım” demekle “müstakilen varım ve muhtarım” diye düşünmekle başlar. Kişi ben tanrıyım diyen halini fark etsin-etmesin, o hal ile yaşıyorsa nefsine zulmediyor demektir. Fark edip kurtulma gayretine girince iş değişir ve nefsini bilen Rabbini bilir. Çeşitli çalışmalar sonunda bir tanıma başlar. Müstakillik ilan ederek sahip çıktığı kendisindeki esma’ül hüsna kompozisyonunu ve ondaki nefsin hakikatini tanırsa; “eyvah, ben onlara sahip çıkıp, BENlik iddiasında bulunmuşum” der ve o zaman Rabbini tanır. Nefse zulmün iki farklı hali var ve o ikisini ayırt etmek bu yolda çok önemli. İnşaAllah onları ileride dile getireceğiz.
“ALLAH RIZASI İZİN YAPILANI” KİM YAPIYOR?
Bir şeyi Allah rızası için yapmak nedir? Bu hep düşünülür. Ne yaparsam Allah rızası için olur, ne yaptığımda Allah rızası için olur? Cevap olarak genellikle, bir karşılık beklemeden yapmak denir. Evet, bir karşılık beklemeden, karşılığını yalnız Allah’tan umarak yaptığınız şey Allah rızası içindir. Ama ince detayına, oradaki önemli çizgiye bakalım: Eğer karşılık beklemeyen bir tanrıysa, o Allah rızası için olmaz! Bir işi, “B” insan yapıyorsa o Allah rızası için olandır. Yalnızca “B”İNSAN (Kul) yapıyorsa o ALLAH RIZASI içindir. O işi yaparken siz eğer “B”İNS formundaysanız, o haldeyseniz, o pozisyonda yapıyorsanız o Allah rızası içindir. Hümanist tanrı olarak yapıyorsanız o Allah rızası için olmaz. O sadece sizi memnun eden, kendinize aferin dediğiniz bir iştir! Demek ki, “bu iş Allah rızası için mi?” diye incelemek isterseniz, o işi tanrıyla ilişkilendirip işi yapanın kim olduğunu bulmalısınız; kul mu, tanrı mı? Allah rızası için mi değil mi, o işten Allah razı mı değil mi, o zaman hemen fark edersiniz. “Bunu Allah rızası için yapmıştım” dediğiniz iş neyse, onu yapanı inceleyin, onu tanrıyla ilişkilendirin, o Allah rızası için yaptığınızı düşündüğünüz güzel şeyi, yapan kimmiş onu bulun, o an anlarsınız. Eğer karşınıza tanrı şüphesi çıkmışsa o şüpheden bile kurtulmak şarttır! Bu titizlikle işlerinizi elekten geçirirseniz, öyle yaptığınız zaman siz, sizde tanrılık iddiasında bulunan “BEN”i tanırsınız. Onu çok iyi tanırsanız çok net görürsünüz. İnsan tanrıyı neden çok fazla göremez, fark edemez, bunları sayalım. Bir: Kişi ibadeti dâhil, işlerini ilan ettiği o tanrıya yaptırmaya alışmıştır, bu yüzden görmez. İki: Etrafla o kadar meşguldür ki, kendini analiz etmez. Hep başkalarının işlerini düşünür, kendini, kendi işini analiz etmez. “Ben şunu nasıl yaptım, hangi “BEN”imle yaptım?” gibi sorgulamaları yapmaz. İnsanın tanrıyı/tanrılığı görmesini engelleyen üçüncü neden ise, yaşantısında tanrı kriterini kullanmamasıdır. Analizlerinde tanrılık kriterini, tanrı standardını kullanmadığı için tanrıyı, yani iddia ettiği tanrılığı göremez.
TANRI VARSA HAKK YOLDA
 İLERLEMEK MÜMKÜN OLMAZ
Biz hayata farklı bir kriter yerleştirmeye çalışıyoruz: Tanrı kriteri! İyi insan, kötü insan kriteriyle analiz yapmak, hedefi cennet olan için yeterli olmaz. “İyi insan böyle yapmaz” cümlesini hümanist tanrı olmaya talip olan söyleyebilir. Kişi narsist tanrıymış, rahatsız olmuş şimdi hümanist olmak istiyorsa o ayrı, o zaman o kriter olabilir. İnsan işinin analizini yapıp da; “şöyle yapmasaydım, onu üzdüm, şu işi yanlış yaptım” dediğinde neden öyle yaptığını kendisine sormalıdır. “İyi insan öyle yapmaz” diyorsa onun hedefi iyi insan olmaktır! İslamiyet’te hedef iyi insan olmak değildir! İyi insan olmaya çalışan, eğer tanrılık iddiasındaysa, yani hanif değilse bir şey fark etmez! Sadece etraf sizi çok beğenebilir, aferin diyebilirler, ama La ilahe; sana oradan geçiş yasaktır. Öyleyse tanrılık kriterini hayata sokmak lazım. Çünkü siz “Şu işi tanrı yapar, o tanrılık iddiasında olanın işidir, bu iş tanrıya aittir, bu tanrılık iddiasında bulunana yakışır” dediğinizde hayatınız alt üst olacaktır. Alt üst olacak! Hayatınız alt üst olmadan fark edemezsiniz! Uyurken bile tanrıyla uğraşmıyorsanız fark edemezsiniz! İyi insan tuzağına düşerseniz, ibadet denilenleri yapsanız bile size; “tanrılar giremez” derler!
Bütün bu anlattıklarım size zor geliyor olabilir ama unutmayın, bu zor olan şey, inanın ki işin başlaması için! İlerleme yolu olan o caddede bulunmak için! “Ben Allah’a ermek istiyorum, ben Allah’ı tanımak istiyorum, ben şu mertebeyi arzuluyorum” diyenler hep o yolculuğun başlaması için bu sözleri söylerler. Aslında böyle hedefler yoktur ama insan kendini motive etmek için bir hedef koyar. Olabilir. Ama kişiyi o hedeflere ulaştıracak caddeye girmenin şartı, önce tanrıdan, tanrılıktan kurtulmaktır! Tanrı varsa Hakk yolda ilerlemek mümkün olmaz, sırtında tanrı yüküyle bu yolda ilerleyemezsin. Peki, insan nasıl düşünür ve yaparsa bu işi kolaylaştırabilir?
“BEN ALLAH’IN DÜŞÜNCESİNİN
SURETİYİM” DİYEN KAZANIR
Bahsettiğimiz iki “BEN”İ yaşantıda birbirinden ayırmakla başlamak önemlidir. Bu iki “BEN”i ayırmak için kolay yol var mıdır? Evet, birisi şudur: İki “BEN”den birisi tanrılığını ilan etmiş BEN, diğeri “BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyen BENdir değil mi? İşte bu ayrımın farkında olarak, idrakında olarak yaşamak gerekiyor. İşe “BEN” Allah’ın düşüncesinin suretiyim” diyerek başlamak gerekiyor. Çünkü “BEN Allah’ın düşüncesinin suretiyim” demek; “ben Allah’ın kuluyum” demektir. AbduHU; O’nun kulu. Başlarken gerçek bu ki “O’nun kuluyum; Ben O’nun düşüncesinin Ef’al Âlemi’ndeki suretiyim.” Bu cümleleri ilerde tasavvufî yanlarıyla da söyleyeceğiz, ama şimdi konuya tasavvuf kelimeleri karışsın istemiyorum. Ben Allah’ın düşüncesinin suretiyim: Allah bir şey düşündü, diledi, o dileği şekil buldu, işte ben o şekilim. “Ben Allah’ın düşüncesiyim” idrakında olanın “ben Allah’ın kuluyum” diyen “BEN”in bir gücü yoktur. O “BEN” aslında “La havle ve la kuvvete illa Billâh” demektedir. Diğer “BEN”e hiç bakmayın. Tanrılığını ilan etmiş “BEN”in müstakil aklı, müstakil iradesi, kendine ait gücü vardır. İyiyi kötüyü bilir ve ayırır, doğruyu yanlıştan ayırma gücü vardır! Eğer inanıyorsa, gücünün bittiği yerde üst tanrıya müracaat eder, sipariş verir. “Ben Allah’ın düşüncesiyim” diyenin müstakil hiç bir şeyi yoktur. Öyle bir şey olamaz! Müstakil aklı, iradesi, bedeni olursa Ehadiyet’i kavrayamaz, anlayamaz. “Ben Allah’ın düşüncesiyim” demek “Amentü Billahi”ye talip olmaktır. Billahi derken de “B” vardır, yani “Amentü Billahi” diyen kişi, “BEN” Allah’ı tanımaya adayım” demektedir. “BEN” derken kullandığı “BEN” bu yolda ona lazımdır, o bize lazımdır. Diğer “BEN” bize yüktür, tanrılığını ilan etmiş olan “BEN” gereksiz yüktür! İşte bu yüzden “La ilahe”, sizin belinizi büken o yükü, o “BEN”i sırtınızdan alır atar, sizi ondan kurtarır. Eğer bu yola o yükle koyulursan, edindiğin ilimle ona tehlikeli bilgiler edindirirsin ki çok tehlikelidir. Zaten o yük “La ilahe”dir.
ANCAK “BİSMİ RABBİKE” İLE OKUDUĞUNUZ ZAMAN GERÇEĞİ GÖRMEK MÜMKÜNDÜR
Kelime-i Tevhid’e “tanrılar yok, tanrılık yok, illa Allah” idrakıyla bakanın fark ettiği en önemli tanrı kendisidir; yani o tanrı SEN’sin! Oraya bizzat kendini koy: Sen yoksun, illa Allah. YOK olan hangi sen? Tanrılığını ilan edip “BEN de müstakilen varım ve muhtarım” diyen sen! O yok, illa Allah! Efendimiz “İkra’ Bismi Rabbikellezi halâk” ile bunu OKUmuştur: La ilahe, müstakillik iddia eden sen yoksun, illa Allah! Ama bu okuma holografik evren bilgisini bilmekle, tekrarlamakla olmuyor. Eğer olsaydı, evreni/sistemi okuyan herkes İslamiyet’i de fark ederdi. Edemiyor! Örneğin kuantum fiziğiyle meşgul olup evreni çok iyi okuyanlar var ki başlangıçta biz evrenle ilgili bazı bilgileri onlardan okuyup, görüp, yazıyoruz. O bizzat içinde ama fark edemiyor… Birisi diyor ki, dünya dönüyor. Adam o dönüşü ayağının altında hissediyor, birinden duymamış! Biz ondan duyup “dünya dönüyor” diyoruz. O bizzat kendi fark ettiği halde müslüman olamıyor. Biz ondan duyduğumuz bilgiyle (elhamdülillah) Allah’a yaklaşıyoruz; ayağının altında döndüğü halde o yaklaşamıyor. Neden? “İkra’ Bismi Rabbikellezi halâk; Rabbinin ismiyle oku!” ayetine tabi olmadığı için, öyle okumadığı için göremiyor! Okumak herkese açık, herkes okuyabilir, Sünnetullah bilgisi herkese açıktır. Ama “B’ismi Rabbikellezi halâk; yaratan Rabbinin adıyla, adına OKUmak” öyle değil! Ancak “Bismi Rabbike” ile OKUduğunuz zaman gerçeği görmek mümkündür.

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER