Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“BEN VARIM VE MUHTARIM!” BU İDDİADAN KURTULMALIYIZ

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 30 Ocak 2018 Salı 13:52:37
 

– 92 –
Ayet bize “Vechini hanîf olarak o tek Din’e doğrult” buyurdu. Hanif olmanın ne demek olduğunu bilmek gerektiğini fark ettik. Hanif olarak döneceğimiz vechi ise, idrak, bakış, yaklaşım, yöneliş, yön, yüz, kendin olarak açtık. Vech yani yüz bütün bunları içine alır: Ayetin önerisi böyle: Bunların hepsini içerecek şekilde yüzünü Din’e hanif olarak doğrult. Dine hanif olarak yönelmek, kendini tanrı ilan etmeksizin, rablığını ilan etmeksizin yönelmektir, böyle yaklaşmaktır, bu bakışta olmaktır. Rablığını, ilahlığını ilan etmemek hanif olmak demektir. Vechini o tek Din’e rablığını ilan etmeksizin doğrultmak hanif olmak demektir. Böyleyseniz siz “B” noktasındasınız. O noktada kişi kendini nasıl takdim eder? “BEN” der, siz de kendinizi “BEN” diyerek takdim edeceksiniz. Söyleyeceğim şu takdim bu başlangıç noktası içindir, daha sonrası için değil. Çünkü daha sonra bu yolda ilerlerken, bu noktada söylediğin “BEN”in hata olduğunu görürsün ve hayatın o hatayı düzeltmekle geçer. Bu takdim bu yol için yasaldır ama yasal bir yanlıştır. Bu noktada “BEN” diyeceksiniz, kendinizi takdim edeceksiniz. Aksi halde kendini takdim etmeden bu yola giremezsin. Girdikten sonra o takdimi düzeltirsin, onu düzeltmeyi öğrenirsin. Peki, buradaki “BEN” nasıl bir takdimdir? Bu takdim “ben İlmullah’ta Allah’ın dileğinin suretiyim” takdimidir. Aslında bu takdim bir durum tespitidir, var olan halin tarifidir, takdimden ziyade tariftir. Oysa “A” Takdim Formu”yla söylenen “BEN” deyiş, o takdim tamamen bir iddiadır, rububiyete sahip çıkan, rablık ilan eden bir iddiadır: Ben varım ve muhtarım!
HAC’CA, UMRE’YE BU “BEN”LERDEN
KURTULMAK İÇİN GİDİLİR

Umreye ve hacca gidecekler için söyleyelim, inşaAllah; Hac’ca, Umre’ye bu “BEN”lerden kurtulmak için gidilir.  Hac ve umre, özellikle de hac bu iş için çok önemlidir. Kâbe’nin enerjisinin yanında, tavaf sonrası iki rekât salât ikame edilir. Birinci rekâtta Kâfirun, ikinci rekâtta İhlâs okunur. Birçok salâtınızda da bunu yaparsınız: Rasulullah (SAV) sabah salâtının sünnetinde Kâfirun-İhlâs okur, akşam salâtının farzında Kafirun-İhlâs okur, hacet ve istihare salâtlarında Kafirun-İhlâs okunur. Neden? Birinci rekâtta Kâfirun okuyarak “A”ya “Leküm diynüküm ve liye diyn” der, rablık ilan eden o yapınızı yok edersiniz. İkinci rekâtta İhlâs okuyup İhlâs Hayat Döngüsü’ne girersiniz, o sizin hayatınız olur. Bu işi, buraya göre yüz bin kat değerli olan Kâbe’nin yanında, o enerjide yapıyorsunuz. Beyninizin Kâbe’nin yanındaki enerjiden kazandığı yetenekle bu işi orada yapıyorsunuz. Hatta o enerjiden etkilenmiş suyu da içtiniz, o su hücrelerinize girdi; Zemzem diye. Bu enerji ile, bu nur ile bir yetenek elde ettiniz. Bu yeteneği nasıl ve nerede kullanacaksınız? Beyin bir yetenek kazandı, bu yeteneği nerede kullanacak? Beyin kazandığı bu yetenekle bir şey yapacak ama ne yapacak? Eğer bu yeteneği “A” takdimiyle “BEN” diyen halden kurtulmak için kullanmazsanız, beyin ne yapar biliyor musunuz? Romantik duygulara bürünür, sallanır, ağlar, bağırır, hatta psikolojik rahatsızlıklar yaşar. O bir yetenek kazandı, onu bir şeye kullanacaksınız. O yetenek “A”yı fark edip yok etmek ve İhlâs Hayat Döngüsü’ne girmek içindir, onu orada kullanmalısınız. İşte bu yüzden tavaflardan sonraki salâtta Kafirun-İhlas okuruz. Kendimizdeki “A” yapıyı fonksiyonsuz kılmak için. Kendimizin “A” yapısına Kâfirun okumak çok önemlidir. Zaten Kâfirun bir başkasına okunmaz. Kendimizdeki kâfirlik dururken bir başkasıyla ne işimiz var. Bizde Allah’ı örtene, Allah’a eş olana, “ben de müstakilen varım” diyene Kâfirun okunur. Kafirun ile ondan kurtulur, İhlâs Suresi’yle İhlâs Hayat Döngüsü’ne girilir.
SALÂT-I TESBİH BİZE ESAS BIRAKILMASI
 GEREKENİN RABLIK OLDUĞUNU ÖĞRETİR

Bunun bir başka uygulanışı Salât-ı Tesbih’dir, tesbih namazı diyorsunuz ya, odur. Salât-ı Tesbih o kadar önemli ki… Allah nasip etse de uygun olduğumuzda hayrlısıyla onu yapmaya gayret etsek. Tesbih salâtı bizdeki tanrılık iddiasından kurtulma işinin salâtıdır. Tesbih salâtında ne yapıyoruz? Çok yoğun bir “Sübhanallahi Velhamdülillahi ve la ilahe illallahu vallahuekber ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil azim” zikri var, her rekâtta 75 defa. Eğer Fatiha’dan sonra her rekâtta 25 İhlâs okuyarak bir salât-ı tesbih ikame edebilsek… İhlâs okurken, bu paylaştıklarımızı düşünerek, zihnimizden “A”yı atıp yok etmeliyiz. Ardından yine zihnimizle kendimizi İhlâs Hayat Döngüsü’ne sokmalıyız. Nasıl mı? Bakın, “Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahu vallahuekber ve la havle ve la kuvvete illa Billahil aliyyil azim” zikrine, bunun manasına hiç itiraz eden var mı? Müslüman olup da “ve la havle ve la kuvvete illa Billâh”a ve onun manasına itiraz edebilen var mı? Hiç itiraz eden yok. İtiraz etmediğiniz bu cümlenin manası nedir peki? Bir havl ve bir kuvvet yok, İlla Allah. Oysa “A” Takdim Formu”ndaki kişi diyor ki, bende müstakil bir kuvvet var. Benim de kendime göre, bir havl ve kuvvetim var. Çünkü “A” takdimi, bir müstakil varlık ve kuvvet ilanıdır. Dolayısıyla, o hiç “la havle ve la kuvvete İlla Billâh” diyebilir mi? “A” Takdim Formu”nda olan bunu nasıl söyler? Kendisini “A” olarak takdim eden, öyle yaşayan birisi nasıl “ve la havle ve la kuvvete İlla Billah” diyebilir? Diyemez, idraken olmaz. Kendisi müstakil olarak varken, kendisine ait bir kuvvet varken o nasıl “la havle ve la kuvvete” der? Onu ancak bu “B” noktasında olan söyler. B sıfır noktasındaki takdim “ve La havle ve La kuvvete illa Billâh”dır. O yüzden bu kişi bu zikirle “A”yı yok ediyor. Tekbir de zaten odur. Aslında Tekbir alıp Allahuekber dediğiniz zaman onu söylemiş oluyorsunuz. Tekbir; “ben dünyaya ait şeyleri geride bıraktım, bir şey düşünmeyeceğim, işi gücü, senedi sepeti, harcı borcu, düşünmeyeceğim. Şimdi yalnızca Allah’ı düşüneceğim, hepsini geriye attım” demek değildir. Onu bu manada düşünmek çok yanlıştır, bu işle, bu ilimle hiç ilgisi olmayan bir Tekbir manasıdır. Halıda oyuncaklarıyla oynayan çocuğa benzersiniz. Kapıdan annesi-babası gelince, onları görünce oyuncaklarını fırlatıp onlara koşuyor. Bu da dünyadaki oyuncaklarını bırakıp Allah’a koşuyor; ey Allahım, şimdi seninleyim, oyuncakları bıraktım sana koşuyorum. Çocuk babasına öyle bakmaz mı? Bak oyuncaklarımı bıraktım sana geliyorum, seni seçtim. Tekbir bu değildir, bu ona çok yanlış bir anlam yüklemektir. Senin o “attım” dediklerin, ilan ettiğin rabbın oyuncakları. Bir tanrı ilan ettin ya, onlar onun oyuncakları. Eğer Tekbir alırken, ”Allahım ben dünyayı, ona ait şeyleri bıraktım” derseniz, size şöyle derler: Ee, onları bıraktın ama sen rabsın, rab olarak tekbir alıyorsun. Oyuncakları bıraktın, tamam da sen nesin? Rablığı bırakmadın ki. Esas bırakman gerekeni at, ondan kurtul. Salât-ı tesbih bize esas bırakılması gerekenin rablık olduğunu öğretir, bunu öğrendiğimiz antrenmanlardan birisidir: Rablığı bıraktım, rablık ilanım yok, rablık ilan etmiyorum; Allahuekber. Ben öyle bir iddiayla yaşamaktan korkarım; Allahuekber. O salâtta siz “Allahuekber haşyetinin karşısında rablık ilanı paramparça olur” diyorsunuz. “Şu dağları ben yarattım zannıyla bakan, yaşayan rablık iddiasındaki ben takdimi var ya, o iddia Allahuekber’le paramparça oldu” diyorsunuz. Allahuekber: O rab paramparça oldu; öyle bir şey yok. Demek ki, rabbın oyuncaklarını terk etmesi, salât için yeterli değildir. Rab bulunduğu sürece salâtı “A” kılıyor demektir. “B”nin salâtının ikame edilebilmesi için, en azından B sıfır noktasında bir hanif olmak gerekiyor, kendini tanrı ilan etmeden, rablığını ilan etmeden yönelmen gerekiyor. Çünkü bu tek Din’e Hanif olarak yönelmek, öyle sarılmak, kendi rablığını ilan etmeden yaklaşmak şart. B sıfır noktası bizi bu bilinçte bir hayata başlatır, böylece vehim yaşantısı, cennet hali başlar. Diğeri vehmin zulmetiydi, şimdi vehim yaşantısı başlıyor, “B”nin yaşantısı başlıyor.
İSLAMİYET DAHA BAŞLARKEN ŞEHADETLE BAŞLAR
“B” Noktası’yla birlikte kişi gerçek esma’ül hüsna hayatına geçer, asıl esma’ül hüsna mertebesi hayatı başlar. “A”ların dünyası da hayat esma’ül hüsna hayatıdır, ama çok dikkat edin orada esma’ül hüsnaları “A”lar tarif eder, onlar “A”ların tarif ettiği esma’ül hüsnalardır. Hatta Esma’ül Hüsna listesi olarak görüp okuduğunuz tarifler, mana olarak da, büyük çoğunlukla “A” dünyasının tarifleridir. Tanrılığından kurtulmamış birisi Allah’a ait özellikleri tarif ediyor. Gerçek esma’ül hüsna yaşantısına girmeden o mümkün değil. Esas Esma’ül Hüsna yaşantısı “B” noktasıyla başlıyor. Bu noktayla birlikte “Amentü Billahi” ve “Amentü Bilkaderi” artık dilde değil halde zikir olmaya başlıyor.
“B” noktasıyla beraber anında Şekür, Hamid, Şehid esması kapsamına girilir. Şehid kapsamına girmekle müşahede başlar, şahitlik başlar. İslamiyet’in diğer öğretilerden, felsefelerden, inançlardan, hatta “cennet yolu” diye lanse edilen neler varsa hepsinden çok önemli bir farkı budur: Şehadet mekanizması! İslamiyet’te şehadet (şahitlik) vardır, “A” yapı üreten diğerlerinin hiçbirinde şahidlik yoktur. Hiçbir öğreti sizi şahitliğe götürmez, sizi şahid edecekleri bir şey yoktur. Hayal kurdururlar, yalnızca bu. Oysa İslamiyet daha başlarken şehadetle başlar. Birisi Müslüman olmak istediğinde Kelime-i Şahadet’le işe başlar. İslamiyet işin ilerisinde değil daha başlarken şahitlikle başlıyor; şahit ol diyor. Siz de “tamam, şahidim, hem de kesinlikle şahidim” diyorsunuz. Henüz idrakında olunmasa da, neye şahid olduğunu bilmese de dille yaptığı bir şahitlikle başlıyor. Bunun esas şahitliğe dönüşeceği bir yolculuk başlıyor. Onun gerçek şahitliğe dönüştüğü yer “B” noktasıdır, Gerçek şahitlik o noktada Şehid ismi kapsamına girmekle başlar. Böylece siz GERÇEK KELİME-İ ŞEHADET’i o noktada getirirsiniz ve bu bir zaman sonra salâtta Et-Tahiyyatü’yü sizdeki Hakikat-i Muhammedî’nin okumasını sağlar. Çünkü şahit oldunuz, şahadet başladı. Bunun “A” takdiminde yaşanması mümkün değildir. B noktasıyla beraber İlme’l yakin hal başlar, Fiillerin Tecellisi başlar, Keşif Kapısı açılır. “B” halinin bir başka özelliğidir bu: Kişi “B”ye girmekle İlmel Yakîn hale girmiş olur ki bu fiillerin tecellisinin başlaması demektir. Fiillerin tecellisi ile beraber keşif kapısı açılır. Burada ne oldu, kişi neyi anladı da kapı açıldı, neyi keşfediyor? Müstakil varlığının ve iradesinin olmadığını fark ediyor, bu fark ediş ona keşif kapısını açıyor. İlk keşif kişinin müstakil olmadığını fark etmesidir. Zaten siz onu gördüğümüz zaman “keşfettim” diyeceksiniz. Oraya bir gelseniz… O keşfin açığa çıkması için “B”de kararlı olmak lazım, orada kararlı olmak şart. “A”ya gidip gelen bir yapıdan kurtulmak gerekiyor. Onun için de bir an önce “A” Takdim Formu”na ait fonksiyonları yok etmek lazım…

HİSSETMEK VE MUHTARİYET -92-

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti