Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ümit Demir

Belh’inin Köpeklerinde Olan, Bizde Olmayan “Erdem”

Ümit Demir 14 Ocak 2015 Çarşamba 02:00:00
  Yanlış bilmiyorsam, yaklaşık 14 yıldan beridir ilimizde “askıda ekmek” uygulaması devam ettiriliyor. Belirlenmiş ekmek büfelerine giden ihtiyaç sahipleri, söyledikleri miktar sayısınca buradan ekmek alıyorlar. Galiba aldıkları bu ekmekle de geçimini sağlayan pek çok insan var.
Geçen hafta, soğuğun -25 dereceye kadar düştüğü o hafta, bu büfelerin önünden geçiyordum. Aslında geçip de gitmiştim… Hem de büfe önünde o soğuğa rağmen bekleyen birkaç kişi olmasına rağmen! Sonra, buradaki sistemin nasıl işliyor olduğu aklıma geldi: birisi büfeye para bırakacak, o bağış miktarı kadar ekmek de büfe önünde bekleyen kişilere verilecek!
O soğukta, kimseye el açmadan, kimseyi rahatsız etmeden bir ekmek için beklemek…
Hal böyle olunca döndüm geri ve cebimdeki son parayı o büfeye verdim.
Ne erdemli bir davranış değil mi?
Değil… Maalesef değil! Sırf kendimi temizleme, vicdanımı rahatlatma adına yaptığım bu gösteride erdem aranabilir mi sizce? Yoluma bir anlık çıkan iyilik fırsatını, kendimi kötü hissetmemek adına değerlendirmiş olmayı ben erdem olarak görmüyorum açıkçası. Bir rahatlama, vicdanıma yönelik “bak, ben ne iyiyim” diyebilme kibri ve belki riyası…
Böyle olmamalıydı erdem denilen şey.
Erdem sahibi insanlardan sayabileceğimiz irfan ehlinden Şakik-i Belhî, birisine geçimini nasıl sağladığını sorar. O kişinin cevabı “Bulunca şükrediyoruz, bulamayınca sabrediyoruz” olur. Şakik-i Belhî’nin buna karşılık verdiği cevap yürek hoplatır cinstendir; “Bunda ne var ki, şehrim olan Belh’in köpekleri de bulunca sevinir, bulamazsa bekler. Asıl önemli meziyet, bulunca başkasını tercih etmek, bulamayınca da şükretmektir!”
İrfan ehli, erdemi durağan, anlık, göstermelik, menfaat ilişkisi içerisinde düşünmemişlerdir hiç bir zaman. Erdemde daimi bir akışkanlık, süreğenlik, her hâl ve hadisede çıkarsız bir “vasatlık” hâli olması gerekiyor.
Yani erdem, her insanı kapsıyor olmakla birlikte bizler gibi belirli bir imkana sahip insanların bir başkasına iyilik yapması icap ediyorsa bunu “yoldan geçerken”, “kerhen” ve “göstermelik” yapmamasını gerektiriyor. Aksine arayacak, soracak, ayağa gidip iyiliğini yapacak erdem sahibi… Anlık değil, göz boyamalı hiç değil!
Aslında erdemli olmak zorunda olduklarımız çevremizdeki herkes ve her şey… Eşimiz, komşumuz, çocuğumuz, mahallenin kedisi, durakta bekleyen yabancı! İçimizdeki iyilik durumu, tıpkı nefes alıp verme gibi bize basit gelmeli, ama olmazsa olmaz olmalı!
Şöyle düşünelim, eşinize (karınız ya da kocanız) evlilik yıl dönümünde muhteşem bir sürpriz hazırladınız. Her şey ince düşünülmüş ve bu durumdan eşiniz çok memnun… Ama acı olan şu ki yılın bu bir günü hariç eşinize karşı hep kaba, hep saygısız, hep bencilsiniz! Bir günlük “erdem” şovunuz sizi gerçek erdemli yapar mı?
Ya da yardım mevsimlerinde (ramazan ayı, bayramlar, kandiller…vs.) garibana fukaraya koli koli yardım paketi gönderiyorsunuz. Belki pastırma ne bilmeyen bir çocuk bu vesileyle onu tadıyor. İnsanların yüzü gülüyor. Ama yine acı olan şu ki şirketinizde, fabrikanızda çalışan işçilere, rahat yaşayabilecekleri, o pastırmayı çocuğuna kendisinin alabileceği bir maaşı imkanınız olduğu halde vermiyorsunuz. Kendinizin ve ailenizin lüks giderlerine para harcamak kolayınıza gidiyor. Belirli dönemlerde kendinizi temize çıkarma adına yaptığınız bu yardım şovları sizi gerçekten erdemli yapar mı peki?
Örnekler çoğaltılabilir. Veya en iyisi siz kendi hayatınızdaki örneği düşünmeye başlayın.
Erdem, ne olursa olsun adaleti, vicdanı, merhameti ve iyiliği; zaman, mekân ve de insan gözetmeden her an yaşatabilmenin adıdır.
İğne de, çuvaldız da önce kendimize; Belh’in köpekleri bulamazsa sabredermiş ya hani! Biz şimdi bulamazsak, birisi ihalemize takoz koyarsa, diğeri müşterimizi kaparsa, öteki rahatımızı bozacak hamleler yaparsa nasıl da basıyoruz yaygarayı; değil mi?
Sabrımız yok, şükrümüz de nefsimize…

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER