Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

BALKANLAR’IN İSLAMLAŞMASINDA DERVİŞLERİN YERİ

Osmanlılar Balkanlara Anadolu’dan muhacirler götürmüş ve Yörükleri yerleştirerek İslâmlaşma faaliyetlerinin devamını sağlamıştır. Bunlar arasında eskiden Balkanlara gelmiş Peçenek, Oğuz ve Kıpçak Türklerinin de bulunduğu bir kesindir. Balkan adı da aslen Türkçe olup dağ manasına gelmekte ve Hazar denizinin doğusundaki dağlara da Türkler arasında Balkan veya Balhan adını verilmiştir. Böylece Anadolu’dan farklı olarak, Balkanlarda Boşnaklar ve Arnavudlar gibi orada Şâmânî veya Hıristiyanlaşmış Türkler de kitleler halinde Müslüman oluyordu. Sırplar, Macarlar ve Türk idareleri karşısında Katolik değil Müslüman olmayı tercih ediyorlardı. Türkler ile Macarlar savaş halinde iken Sırp kralı Brankoviç Macar kralı Hunyadi’ye muzaffer olursanız bize ne yapacaksınız sorusunu sorduğu zaman “Katolik mezhebini kuracağız” cevabını almıştı. Hâlbuki Osmanlı pâdişahı ona “Her mescid yanında bir kilise bulunacak; herkes dininde ve ibadetinde serbest kalacaktır” demişti. Bu sebepledir ki birçok şehirler Katolik krallığını bırakıp Türk idaresine girmişlerdi (Turan, 1969b. s.193).
Semendere ve Bosna halklarının süratle Müslüman olması bu sûretle olmuştur. Esasen Sırp beyleri de, imtiyazlarını muhafaza maksadiyle, kolaylıkla Müslüman oluyorlardı”. Hıristiyan Sırplar da Osmanlı hâkimiyetine sadakatle bağlanmışlardı. Ankara muharebesinde Yıldırım ’a sadakatini gösteren Sırplar mağlûbiyetten ve devletin buhrana düşmesinden sonra bile Osmanlılara bağlılıkta kusur etmemişlerdi. XVIII. Asır Türk mütefekkiri Tatarcık Abdullah Efendi Osmanlıların başlangıçtan beri adaletleri sayesinde Rûmeli halklarının “kendilerinin hem -din ve hem -mezhepleri olan kıralların hadden efzûn (haddi aşan, aşırı ) zulümleri” sebebiyle Devlet-i Aliyye idaresine girdiklerini ve bu sebeple geniş fetihlerin az bir askerle gerçekleştiğini belirtmekle bu tarihî inkişafı/gelişmeyi tesbit etmişti”. Kitle halinde İslâmiyeti kabul eden yerlerden biri de Girit Adası idi. IX ’uncu asır başlarında Müslümanların fethettiği ada halkının kahir ekseriyeti ihtidâ (büyük bölümü din değiştirmiş ve Müslüman olmuştu) etmişti. Osmanlılar Girit’i XV inci asırda Venedikliler elinden aldıktan sonra, eski efendileri gibi halka zulüm yapmıyor; eşit muamelede bulunuyorlardı. Bu sâyede fetihten az sonra ada halkının büyük bir kısmı Müslüman olmuştu.
Osmanlıların kurduğu sağlam idare, adâlet ve din hürriyeti nizâmı Katolik papanın ve mutaassıp Habsburg (Alman) imparatorluğunun zulmüne uğrayan Orta Avrupa Protestan ve başka mezhep mensuplarında Müslüman idaresine geçmek arzusunu doğurmuştu. X V ’inci asır sonlarında Engizisyon zulmü İspanya’da Müslüman ve Yahudi bırakmamış; Yahudiler kitle hâlinde Osmanlı devletine sığınmışlardı. Rus kilisesinin ezdiği Kazaklar din hürriyetini Osmanlı idaresinde bulmuşlardı. Ortodokslara zulüm eden Katolik Polonyalılar hakkında Antakya patriği olan Makarios şöyle diyor:
“O imansızlar tarafından öldürülen binlerce insana, kadın, kız ve erkeklere ağladık. Lehliler Ortodoks adını dünyadan kaldırmak istiyorlar. Allah Türklerin devletini ebedî eylesin! Zira Türkler vergi aldıktan sonra Hıristiyan ve Yahudilerin dinlerine dokunmazlar. Polonyalılar Hıristiyanları İsa’nın düşmanı Yahudilerin zulmüne maruz bırakmışlardır”. Bu sebeple din hürriyetine kavuşmak isteyen Hıristiyanlar Türk idaresine girmek hasretini çekiyorlardı. Birçok Hıristiyan yazarlar Türklerin dindarlığı, ahlâkî üstünlüğü, hayır ve şefkat duygulan üzerinde övücü yazılar yazarken kendi dinleri hakkında da şüpheleri baş gösteriyordu. Nitekim Türklerin dinleri çürük olsa idi hakikate yardımcı olan Allah neden onlara bu kudret ve zaferleri vermektedir, sualleri sorulmağa başlanmış ve kendi günahları ve ahlâksızlıklarını cezalandırmak maksadıyla Türkler Allahın kırbacı sayılmıştır. Hıristiyan esirleri de kendi kendilerine “eğer Allah dininden memnun olsa idi seni bu hâle düşürmezdi” diyorlardı. Bu esirlerin çoğu ya İslamiyetlin cazibesine kapılarak veya esaretten kurtulmak maksadıyla İsa’dan ve Hıristiyanlıktan ümit kesiyor; Müslüman ve yerli olup artık vatanlarına dönmek lüzumunu duymuyorlardı (Turan, 1969b. s.193-194).
İbrahim Refik, Avusturyalı Türkolog Anton Cornelers Schaendinger’den Osmanlıların Balkanlara getirdiği huzuru şu şekilde anlatıyor: “İskender batıdan doğuya Hind’e kadar yayıldı. Dârâ, doğudan batıya uzandı. Cengiz Han, Avrupa ortalarına kadar at koşturdu. Lakin hiç birisi, Osmanlılar gibi diğer insanların kültür ve din özgürlüğüne saygı göstermediler. Osmanlılar, harikulade bir nizam ve düzende asırlarca kendilerinden olmayan insanlarla barış içinde yaşadılar. Onun içindir ki Avrupa’da dört asır boyunca kalabildiler” (Refik,1999, s.135).
Boğdan Bey’i Büyük Stefan ölümüne yakın günlerde topladığı oğullarına şöyle vasiyette bulunmuştur: “Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus’a yanaşmayın, haindir sizi yok eder. Fakat kendinizi Osmanlılar’a emanet edin, adil ve merhametlidirler” (Bahadıroğlu, 2011, s.34).
Öyle ki Dukas, XV. Asırda; Gelibolu’dan Tuna’ya kadar uzayan memleketlerde Türklerin Anadolu’da Osmanlılara tâbi Türklerden daha fazla olduğunu söylemekle Balkanlarda Türkleşmenin fütûhat kadar süratli olduğunu belirtir ki devlet tarafından tutulmuş olan Tahrir defterleri de bunu gösterir (Turan, 1969b, s.188).

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER