Babası öğretti, İlber Ortaylı yönlendirdi

  Türk Kızılayı Afyonkarahisar Şubesi'nin bulunduğu binanın yanında uzun bir aralık… Aralığın solunda, sora sora bulduğum Ahmet Yaşar Kocataş'ın dükkânı. Hem dükkânı, hem atölyesi, hem de dostlarıyla sohbet mekânı…Ahmet Yaşar Kocataş'ın dükkânının açık mavi ve eski kapısını açmaya çalıştığımda, içeride Yaşar Amca ile Tornacı Şükrü Usta oturuyorlardı. Ben kapıyı zorladıkça, içeriden gülüyorlar, 'Aç sen aç, [&hellip]

Türk Kızılayı Afyonkarahisar Şubesi’nin bulunduğu binanın yanında uzun bir aralık… Aralığın solunda, sora sora bulduğum Ahmet Yaşar Kocataş’ın dükkânı. Hem dükkânı, hem atölyesi, hem de dostlarıyla sohbet mekânı…
Ahmet Yaşar Kocataş’ın dükkânının açık mavi ve eski kapısını açmaya çalıştığımda, içeride Yaşar Amca ile Tornacı Şükrü Usta oturuyorlardı. Ben kapıyı zorladıkça, içeriden gülüyorlar, “Aç sen aç, kilitli değil” diyorlardı. Güç bela girdim içeri. Şükrü Usta, “Anadolu’yu gezeceksen bu kapıları açacaksın delikanlı. Her tarafta alafranga kapı mı göreceksin” diye uyardı beni. Bu sırada Ahmet Yaşar Kocataş Usta da gülümsüyordu. Şükrü Usta, “Sizin konuşacaklarınız var” deyip müsaade istedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden aldığı UNESCO Yaşayan İnsan Hazineleri Ödülü’nü soracaktım ki Yaşar Usta, başladı anlatmaya:
“15 gün önce Altın Eller Sanat Festivali’ndeydim. 12 gün devlet yemeğimi çekti, otelimi ayarladı en iyisinden. İstanbul Taksim’de sergi açtım. Afyonlu olarak tek başıma bir ben varım.”
-Kim düzenledi bu festivali?
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Beyoğlu Belediyesi düzenledi bu festivali. Oraya gelen sanatçıları, belediye ya da İl Özel İdaresi, getiriyor eşyasıyla. Giderken de telefon edip eşyaları geri yüklüyorlar. Ben ise kendi imkanlarımla gittim İstanbul’a. Şimdi ben nereliyim? Bana bir sorun. İstanbul’da yapılan röportajda ben dedim. Beyoğlu Belediyesi ve Kültür Bakanlığı beni oradan çağırmış, Afyonkarahisar Belediye Başkanı, Bakanımız benim adımı bilmez dedim. Çok üzücü bir şey. Mesleğim adına bu konuda utanıyorum.
Ben 60 senedir bu işin içerisindeyim. Babamın dedesi de keçeci ama ben babamdan öğrendim ne öğrendiysem. Benim babam çok usta bir adamdı . O usta olmasa, benim 60 sene çalışmamın hiçbir anlamı yok.
-Babanızdan başka ustanız var mı?
İlk ve tek ustam babamdır. Ben buradan çıkmadım.
BAŞKA BİR
MECRAAY GİDİYOR
-Keçenin durumu nedir günümüzde?
Keçe, başka bir mecraya gidiyor. Sergiler, bana büyük bir bilgi kattı. Keçe kepenek falan hepsi kayboldu, şimdi şehirli evine girecek hediyelik eşyalar yapılmaya başlandı. Fakat maalesef kötü örnekler yapıldığı için, millet de kolaycılığa kaçtığı için sıkıntılar yaşanıyor. Ben üniversitedeki hocalardan bir şey öğrendikten, sergilerdeki sohbetlerden yeni bilgiler aldıktan sonra ‘Birisi yapsa da bulsak’ anlayışı olduğu için ben kimseye gösteremiyorum.
Bir de benim dükkanım çok aralıkta kalmış. Çok güzel şeyler yapsak da kıymeti yok. Benim yaptıkların ya sergide görülüyor, ya da meraklısı özel olarak gelip görüyor.
KOSOVA’DA ŞAPKALARI İNCELEDİM
-Başka sergilere de katıldınız mı?
2002-2003’ten beri aşağı yukarı 11 defa Altın Eller Sanat Festivali’ne katıldım. Bir kere devlet beni Kosova’ya götürdü. Orada şapka yapımını inceledik. İzmir’de, Antalya’da sergi açtık. Çok sergiye gittik, tek başımayım. Bir sergiye gittik Ankara’ya. Bir keçe sanatçısına hususi minibüs tahsis edilmiş, biz ise kendi imkanlarımızla gittik. Olacak iş mi? Bana demiyorlar ki ‘Sen de bu arabayla git’. Gelirken de o arabayla geldik. Ne olursa olsun sanatçıya değer verilmediği için kırgınız.
GÖRDÜKLERİMİZİ
TATBİK EDİYORUZ
-Keçecilikten para kazanıyor musunuz?
Ben meslek erbabıyım. Keçecilikten para kazanıyoruz, evimizi geçindiriyoruz. Serginin birinde bir semerci gördük. Semerci öyle methediyordu ki semerciliği, ‘Allah bereket versin, bu meslekle çocuklarımı okuttum, geçimimi sağladım’ diyordu. Ben de aynı şeyi Keçecilik için söylüyorum. Bu dükkanla evimi aldım, çocuklarımı okuttum. Bu dükkanda senelerce keçe kepenek yaptık. 1999’da şapka ve fes yapmaya başladık. Bir tüccar, 6-7 sene geldi, benden senede 2000 tane fes aldı. Sergiler vasıtasıyla Kapalı Çarşı’dan müşterilerle tanıştım, onlara fes yapmaya başladım. Şimdi de başka şeyler yapıyoruz. Turistik eşyalar yapıyoruz. Şehirli kadınların kullanacağı eşyalar yapıyoruz. Ben daha ziyade fabrikaların yapmadığı şeyleri yapıyorum. Keçe, bambaşka bir meta. Keçede bir yapışma gücü var. Bunu biz kullanıyoruz, eski gördüğümüzle birleştiriyoruz. Akademisyenlerden, modacılardan gördüklerimizi burada tatbik ediyoruz. Oradan da güzel şeyler çıkıyor.
Mesela benim Selçuk Gürışık diye bir modelist müşterim var. O’nunla çok çalıştık. O’nun yanına vardım, dünyam değişti. Hayal edemediğim şeyleri yapmış. Meselâ Kosova’ya gittim. Benim düşünemediğim çok şeyleri gördüm, yakında tatbik edeceğiz onları da. Gördükçe, bilgimiz arttıkça Keçeciliğin mecrası değişti. Bizim eserlerimiz de o yüzden dikkat çekmiş.
UNESCO’nun ödülü bana kepenekle gelmedi.
GÜZEL YÜN KULLANIYORUM
-Sizin keçelerinizin farkı nedir?
Çok güzel yün kullanıyorum. İyi kumaş iyi terzide iyi elbise olur. Biz ustalığımızla kaliteli yünü birleştirdik. Bizim kullandığımız yün 80 lira. Halbuki Türkiye’de yünün fiyatı 1 lira. 80 liralık yün kullanınca ortaya çıkan malzeme de iyi oluyor. Yünleri İstanbul’dan tedarik ediyorum. El sanatı, çok yaparsan, el sanat olmaz. Üretim çok olursa kaliteyi veremezsiniz. Beni tanıyanlar, bu sanatı görenler alıp satın alıyorlar. Mesela bir masaörtüsünden ben haftada 10 tane yapıyorsam 10’una da aynı özeni göstermem lazım.
İLBER ORTAYLI’NIN
 ELEŞTİRİSİNİ EMİR BİLDİM
-Gittiniz sergilerden, konuştuğunuz kişilerden farklılıkları aklınıza yazıyorsunuz anlaşılan…
2003’te ben Topkapı Sarayı’nda sergi açtım. Orada Prof. Dr. İlber Ortaylı geldi dedi ki: Siz, keçeyi inceltemediniz. Köylülükten kurtaramadınız. Bir de kokusunu alamadınız. Ben masaörtüsünde üçünü de tatbik ettim. İncelttim, kokmayan yün kullandım ve köylülükten kurtardım.  Okumuş insan, bir bildiği var. Dünyayı gezmiş. Ben o sözünü emir gibi kabul ettim. Malzemeyi ustalıkla birleştirdik. İyi yün kullandık, şehirli evine de yakıştı.
Kaliteli malzeme kullanırsanız, keçe her yerde olur. İyi malzeme, iyi ustalıkla birleşince, iyi ürün çıkıyor. İyi de para kazandırıyor. Para kazandırmıyor dersek, gözümüze durur.   
Kendini yenilemeyen adam yok olmaya mahkumdur. İlle zamana ayak uyduracaksın. Eskiden nalbantlık yapanlar şimdi teker yapası yapıyor. Eğer sen ona dönemezsen nalbantlık biter. Keçecilik de öyle. Eskiden 60 dükkan vardı, 3 dükkan kaldık. Kendini yenilemezsen bittin
-Çırak yetiştirdiniz mi?
Ben çırak yetiştirdiğim zaman çıraklar bana rakip oldu. Çıraklarda saygı olmadığı için, benim keçe ürünleri sattığım yerlere saklı saklı gidip yarı yarıya mal satmaya başladılar. Şimdilik çırak yetiştirmiyorum. Benimle işbirliği yapsalar hiç olmazsa fiyat kırılmazdı. Eski saygı yok.
Türkiye’de iş de yok, işçi de yok. Herkes genel müdürlük arıyor. Herkesin orgeneral olması mümkün değil. Orada bir er lazım. Ara rütbeli kişiler lazım. Herkes yüksek para kazanayım derse asgari ücrete kim çalışacak? Herkes hemen kolay para kazanmayı düşünüyor, çile çekmeden kazanmaya çalışıyor. Emek vermeden ekmek olmaz.
-Afyonkarahisar, keçecilikte merkez miydi?
Afyonkarahisar, çok soğuk; aynı zamanda keçeciliğin de merkezi idi. Kars’a, Erzurum’a, bütün doğu illerine buradan gidiyordu keçe. Konya’ya Ankara’ya, Sivrihisar’a, Çankırı’ya buradan gönderiliyordu.
TAŞHAN’DAN BİR
YER OLABİLSE…
-Siz bu mesleğe devam edecek misiniz?
Sağlığım elverdiği müddetçe ben bu işten vazgeçmeyeceğim. Sen önce işini seveceksin. Benim gece gündüz aklım keçede. Nasıl daha iyi üretebilirim, diye düşünüyorum. Çocuklarım internette gördüğü yenilikleri tatbik ediyor. Bilimadamı geliyor, ‘Şunu şöyle yap’ diyor, ben de o tavsiyeleri tatbik ediyorum. Güzel ürünler ortaya çıkıyor.
-Sizin ürünlerinize nasıl ulaşabiliriz, ürünlerinizi nasıl görebiliriz?
Burası benim ürünlerimi sergilemem için münasip değil. 1985’te, dükkanlarımız karşıdaydı, yıkıldı. Ondan sonra buraya girdik, bir daha çıkamadık. Fakat restore edilen Taşhan’dan bir yer alabilirsem, eserlerimi orada sergilemek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız ödülün verildiği gün geldi yanıma, ‘Bunları nerede yapıyorsunuz’ diye sordu. Afyon merkezde yaptığımı söyledim. ‘Dükkanını ziyaret etmek isterim’ dedi. Cumhurbaşkanımız gelmeden yetkililer beni ziyaret etseler de ben de derdimi söylesem.
14 AY ÖNCE BİLGİ VERDİLER
-UNESCO Ödülü’ne giden süreç nasıl gelişti?
Benim gıyabımda benim çalışmalarımı incelemişler. 14 ay önce Kosova’dan dönerken telefon geldi. ‘Siz UNESCO’dan ödül aldınız’ dediler. Ödül almak çok onur verici. Mesleğimiz adına çok sevindim. Bizim mesleğimiz çok sevilen bir meslek değil. Meslek adına bana böyle bir ödül verilmesi beni çok gururlandırdı. Ödül alanlar arasında tek esnaf benim. Bana büyük gurur verdi. Burada ben bu işi sürdüreceğim ve Allah nasip ederse çırak yetiştireceğim. >> Murat ARISOY’un Özel Röportajı

1950’DE DOĞDU, 1961’DE BAŞLADI
Ahmet Yaşar Kocataş, keçeciliğe babasının yanında başlamış. Şöyle anlatıyor Yaşar Usta:
“Babamın dedesi de keçeciymiş. Babam da keçeciydi. Benim en büyük talihim, babamın ustam olmasıdır. Babası usta olanlar, mesleğe başladıklarında işin püf noktalarını da öğrenerek ilerliyorlar. 1950’de doğmuşum, 1961’de resmî olarak babamın yanında çalışmaya başladım. Tabii aslında öncesi de var.”

2010’DAN BU YANA DÜZENLENİYOR
UNESCO tarafından 2003 yılında kabul edilen, Türkiye’nin de 2006 yılında taraf olduğu Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında, Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanterini oluşturma çalışmaları çerçevesinde, 2010’dan beri her yıl Yaşayan İnsan Hazineleri Ödül Töreni gerçekleştiriliyor.

Bakmadan Geçme