Ayasofya'nın İlginç Özelliklerini Biliyor Musunuz?
Tarihin gizemli mirası olan Ayasofya Cami'nin ilginç bilgilerini sizler için derledik.
Ayasofya, sadece İstanbul’un değil, dünya tarihinin en önemli yapılarından biri olarak biliniyor. Tarihi boyunca sayısız kez el değiştiren, farklı kültürlerin izlerini taşıyan bu eşsiz yapı, Bizans ve Osmanlı dönemlerinin en görkemli miraslarından biri olarak günümüze kadar gelmiştir. 537 yılında Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından inşa edilen Ayasofya, o dönem dünyanın en büyük katedrali olarak kabul ediliyordu. Ancak, bu yapının tarihi, mimarisi ve sembolik önemi kadar ilginç ve az bilinen detaylar da Ayasofya’yı benzersiz kılan unsurlar arasında yer alıyor.
Ayasofya'nın inşasında kullanılan malzemeler ve mimari tarzı dikkat çekicidir. Bizans İmparatoru Justinianus, bu devasa yapıyı inşa ederken imparatorluğun dört bir yanından en değerli taşları getirtmiştir. Örneğin, Ayasofya’nın sütunlarında Efes’teki Artemis Tapınağı ve Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan getirilen taşlar kullanılmıştır. Bu sayede Ayasofya, farklı medeniyetlerin ve inançların sembolize edildiği bir mimari başyapıt haline gelmiştir. Ayrıca, kubbesinin büyüklüğü ve yapısı da dönemin mühendislik harikalarından biridir. Ayasofya’nın 31 metre çapındaki kubbesi, hiçbir destekleyici kolon olmaksızın havada asılı duruyor gibi görünür ve bu özellik, yapının mimari açıdan dönemin çok ilerisinde olduğunu gösterir.
Ayasofya’nın tarihi boyunca iki büyük deprem ve yangın sonucu yıkıldığı, ancak her seferinde daha görkemli bir şekilde yeniden inşa edildiği de bilinen bir gerçektir. 553 ve 557 yıllarında meydana gelen büyük depremler, yapının ana kubbesinde ciddi hasara yol açmıştır. Ancak İmparator Justinianus, Ayasofya’yı sadece restore etmekle kalmamış, aynı zamanda yapıyı daha da güçlendirmiştir. O dönem için bu tür bir restorasyon çalışması, büyük bir mühendislik başarısı olarak kabul edilmiştir.
Ayasofya’nın bir diğer ilginç özelliği ise, yapının içinde yer alan “Ağlayan Sütun” olarak bilinen sütundur. Bu sütunun mistik bir özelliği olduğuna inanılır. Ziyaretçilerin ellerini sütunun ortasında yer alan deliğe sokarak dilek tutmaları ve sütunun yüzeyinin nemli olmasını sağladıkları bir ritüel vardır. Rivayete göre, sütunun bu nemliliği, Ayasofya’da bir zamanlar yaşayan azizlerin gözyaşlarından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, bu sütunun sağlık sorunları yaşayan kişilere şifa verdiğine dair halk arasında birçok efsane dolaşmaktadır.
Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki dönüşümü de ilginç detaylarla doludur. 1453 yılında İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’yı camiye dönüştürmüş ve İslam dünyasının en önemli ibadet merkezlerinden biri haline getirmiştir. Ancak Fatih, Ayasofya’nın Hristiyan geçmişine saygı göstererek yapının içindeki birçok Bizans mozaiğini korumuş ve üzerlerini ince bir sıvayla kapatmıştır. Bu mozaikler, 1930’lu yıllarda yapılan restorasyon çalışmaları sırasında tekrar gün yüzüne çıkarılmıştır. Özellikle Ayasofya’nın kubbesinde yer alan ve Hristiyan ikonografisi açısından büyük bir öneme sahip olan İsa tasviri, bu dönemde yeniden keşfedilmiştir.
Ayasofya’nın bir başka ilginç yönü, içindeki kedi “Gli” ile de tanınmış olmasıdır. Ayasofya’nın müze olduğu dönemde Gli isimli kedi, yapının sembollerinden biri haline gelmiş ve ziyaretçilerin sevgilisi olmuştur. Hatta 2020 yılında Gli’nin ölümü, dünya genelinde büyük bir üzüntüyle karşılanmış ve sosyal medyada geniş yankı uyandırmıştır. Bu kedi, Ayasofya’nın mistik atmosferine bir sıcaklık katmış ve ziyaretçilerin Ayasofya’yı hatırladığı semboller arasına girmiştir.