Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
e-posta: YAZARIN TÜM YAZILARI

AŞAĞILARIN AŞAĞISI YAZILARI – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 1 Haziran 2018 Cuma 14:11:04
 

– 19-
“Ğıll”in fark edilmesi gereken önemli bir mânâ olduğunu, meâllerde ona “kin, sevgisizlik, nefret” anlamları yüklenirse okuyanın ondan bir amel çıkaramayacağını ayetlerle gördük ve “Ğıll”i tanımladık: Ğıll Allah’tan nefrettir. DûniHi algıdayken kişi Allah’tan nefret eder bir zihniyettedir. Bu yüzden Allah’ı da, Allah’ı sevenleri de sevemez. Bu yüzden, Allah’ı sevdiğini söyleyenlerdenseniz, sevgi konusunda yanlış yapmaktan korkuyor ve korunmak istiyorsanız Efendimiz (SAV)’e tâbi olun. Rasûlullah Efendimiz (SAV), bu sevgi için bize hadisiyle bir dua öğretir: “Allahümme inniy es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbuke: Allahım, senden aşkını dilerim ve seni sevenleri sevmeyi lütfetmeni dilerim.”
DûniHİ algıyla çok ilgili bir duygu da minnettir. Bu da ğıll gibi önemlidir. DûniHi algıdaki kişi bir yaratana inanma ihtiyacı duyup Allah’ı seçmişse, O’na bakışı “seni seçtim ha” formundadır. Çünkü dûniHi algı alanında müstakilen var ve muhtar olarak yaşıyor, inanmak için de Allah’ı seçti. Allah’ı seçtiği için işlerinin ters gitmemesi lazım! Eğer işlerinde kendince ters giden bir şey olursa “Seni seçmiştim, bunu sana yakıştıramadım. Hac’ca da gittim, şöyle hayırlar yaptım, karşılığı bu mu?” dercesine bakar. Allah’a böyle bakmak çok tehlikelidir, Allah’a minnettir! Minnet duygusu kişideki dûniHi algının, yani esfele sâfiliyn yaşantının delilidir. Müstakil olan Allah’a minnet edebilir, yani “birçok seçenek vardı ama seni seçtim” diyebilir. Allah diyor ki: İnsan Allah’a minnet edemez. Allah minnet eder. Siz Allah’a karşı minnet altındasınız: “(Rasûlüm) sana minnet ediyorlar (başına kakıyorlar). Onlar sana minnet edemez. Siz Allah’a minnet edemezsiniz, O (Allah) size minnet eder.” (Hucurat-17)
Efendimize gelip “biz seni seçtik, senin yanındayız. Bize ona göre iltifatkar ol” diyorlar. Bunun üzerine bu âyet geliyor: “Onlar böyle minnet edip başa kakamazlar. Onların seni seçmesini onlara biz verdik. Biz minnet ederiz. Öyleyse ben öyle diyebilirim. Çünkü Allah’ı tanımalarını onlara ben veririm. Bilin ki ben istedim diye siz “BEN”i tanıdınız, haddinizi bilin ve (Allahım, bak seni tanıdım, seni seçtim) bakışıyla minnet etmeyin.” Minnet etmek başa kakmaktır ve bu özellik dûniHİ algıda çok önemlidir. Allah’ı sevenleri sevmekle ilgili olarak da önemlidir.
DûniHİ algıdan Billâhi algıya geçebilmeyi gizlice sabote eden, Billâhi algıyı benimsemeyi engelleyen sevgi işidir. Nedenini iki cümleyle söyleyeceğim, çünkü insan o halinin çok farkında değildir. Bu yüzden bunu sıkı yakalayın inşaAllah: Çok farkında olmayabilir ama insan küfrüne âşıktır ve bu aşk hep ağır basar. Bunu itiraf edin, fark edin; kişi hep küfrüne âşıktır, her olayda küfre olan aşkı ağır basar, hiç Allah Aşkı ağır basmaz! Bu konuda kişi, iki kadın arasında denge sağlamaya çalışan adam gibi konuşur, “orta yolu buluyorum, biraz dünya, biraz Allah” der. Bu yaklaşımdan bizi muhafaza buyur Allahım. Bunu çok önemseyin, insan küfrüne âşıktır! Tâlip olan bu aşkı fark etmeli ve bu aşktan nefret etmelidir. Bu aşktan kurtulamayan hesabını verecektir…
Bir aşkı kuvvetli nefret engeller veya örter. Aşk ve nefret bir termometrenin cıvasının sıfırın üstündeki ve altındaki hâli gibidir, aynı duygunun yer değiştirmesidir. Bu yüzden bir aşkı ancak kuvvetli nefret engeller. Nefret aşkı öldürmez, kapatır. Öyleyse, hiç değilse nefret et ki küfrüne olan o aşk ortaya çıkmasın, ben de varım demesin. Nefret bu aşkı öldüremez, onu tam yok edecek şey yeni bir aşktır. O aşkı yok edecek şey daha kuvvetli, daha güzel bir aşktır, onu ancak o kökünden o siler ki o da ALLAH AŞKI’dır. Bu yüzden Efendimizin öğrettiği duayı çok önemsemek gerekir: Allahümme inni es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhıbbuke: Allahım, sana karşı olan yanlış davranışlarımın sevgisini, aşkını silip yok edecek olan Allah Aşkı’nı bana veriver.
Şimdi kişi elini vicdanına koyar da kendini incelerse görecektir ki; yaşadığı hayatta Allah’a ve Allah’ın sistemine sevgisi üst sıralarda değildir. Sevdiklerinizi sıralayın, listeleyin bunu görürsünüz. Ben o listemi her gün gözden geçirmeye çalışıyorum. Sınıfı geçemiyorsak da listemize bakıyoruz. Bunun için lütfen şunu çok önemseyin ve kendinize sorun: Ben neleri güzel yapıyorum? Tabi ki her şeyi güzel yapmaya gayret etmeliyiz. Bu soru “dûniHİ” algı ve zannlarıyla güzel yaşamak için değil! Oraya zaten sırtımızı döndük, onu attık. “Billahi anlamda” yaşama gayretinde olan için bu soru geçerlidir. Çünkü normal hayatında Billâhi anlamında neyi güzel söylüyorsan, neyi güzel yapıyorsan, Efendimiz (SAV) buyuruyor ki; sen Allah’la sohbettesin. “Allah için” neyi güzel yapıyorsanız bu mânâdadır. Burada alt sınırı anlatıyorum, bunun biraz üstünü azıcık konuşsak, bir şeyi güzel yapıyorken neden sohbette olduğumuzu biraz konuşsak dayanamayız, çok ağlarız. Biz alt sınırı söylüyoruz… Bu alt sınır için önce “ben neleri güzel yapıyorum?” listesi yapın. Yaptığınız listenin ilk sırasında salât yani namaz yoksa, salât ikamesi en önde değilse gafletteyiz demektir. Maalesef o genellikle alt sıradadır, en uyduruk yapılan iştir. Böyle olduğu halde en büyük mükâfat beklenir. Ama bu şuna benzer: Diyelim ki çocuğunuzun sınavı vardı, “yavrum sınavın nasıl geçti?” dediniz, o da “kâğıdı boş verdim ama pekiyi bekliyorum” dedi, ne düşünürsünüz? Olur mu? Boş kâğıtla en yüksek notu beklemeye kim inanır? Onun gibi, en uyduruk yaptığımız iş salât olacak, ama sonsuz hayatta cennet isteyeceğiz, biraz düşünmek gerekir! Talebinizde sadıksanız salât ikamesi liste başı olmalıdır. Öyleyse onun liste başı olması için bir telaşa, bir gayrete girin. Yaşantıda salât listede aşağılara düşecektir, siz onu alıp ve yukarı ittireceksiniz, zorla, yukarıda tutacaksınız, onu yukarıda tutmak için gayret edeceksiniz. Dünyanın diğer işleri kendiliğinden yukarı çıkar ama salât öyle değil. Bu yüzden, gayret edelim, salâtı liste başı yapalım inşaAllah.
Şu hadisiyle Efendimiz (SAV) sevgi hakkındaki tüm yanlış yolları ve kapıları kapatıyor: “Sizden biri beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.” Sevgi somutlaşsın, netleşsin diye bu hadisi paylaştık. Ama hadisin kapsamı ayrı bir başlık ve altı çok derin. Şimdilik böyle duymuş olalım, anlamaya, yaşamaya çalışalım. Bir de ayet ve hadislerden dûniHİ mânâ çıkarmayın, tehlikeli olur, Billâhi mânâ çıkarmaya gayret edin. Çünkü ahirette işler sevgi konusunda da dûniHİ’nin zıddına gelişir:
“O gün dostların (dûniHİ algıyla sevip dost edinenlerin) bazısı bazısına düşmandır. Ancak müttakıyler (Billâhi anlamında imanla sevenler) müstesna.” (Zuhruf-67)
Kuralı hatırlayalım: Dünyada “ızz” olan ahirette “zıt” oluyor. Yani duniHİ algının dünyasındaki izzet ahirette zillet oluyor. Dünyada siz dûniHİ algıyla birisini ne kadar çok sevmişseniz o kişi, o nesne ve sevgisi size orada o kadar düşman olacaktır. Lütfen çok önemseyin…
“O zaman kendilerine tâbi olunanlar, azabı görerek, kendilerine tâbi olanlardan uzaklaşıp gitmişlerdir. Ve aralarındaki (dûniHİ) sebepler parçalanıp kopmuştur. Tâbi olanlar (müstakilen varım ve muhtarım iddiasını savunanlar); ‘Keşke bize bir kere daha fırsat verilse de (şu uydurmuş olduklarımızın) bizden uzaklaşmaları gibi biz de (zamanında) onlardan uzaklaşsak’ dediler. Böylece Allah, onlara amellerini, kendilerine hasretlik (acı pişmanlıklar) olarak gösterdi. Nardan çıkacak da değillerdir.” (Bakara; 166, 167)
Fayda görürüz zannıyla dünyada dûniHİ algı ve zannlarıyla vehmettikleri güç ahirette karşılarına boş bir hayal olarak çıkar. Böylece, umdukları faydayı dünyada da ahirette de bulamazlar:
“Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendi nefslerine zulmettiler. Rabbinin emri geldiği vakit dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannıyla güç vehmettikleri) ilahlarına kulluk etmeleri (hayat tarzı oluşturmaları) kendilerine hiç bir fayda sağlamadı. (Bu hayat tarzı) onların helak olmalarından başka bir şeylerini artırmadı.” (Hud-101)
“Ötelerinde de cehennem vardır. Kazandıkları şeyler (dünya hayatında oluşturdukları kuvvet ve itibar da), dûnillah (algı sonucu müstakilen var ve muhtar zannıyla edindikleri) dostları da onlara hiç fayda sağlamadı. Onlar için azıym bir azab vardır.” (Casiye-10)
“DûniHİ algı Kur’an’da “Dûniy” olarak özel bir vurgu ile de ifade edilmiştir. Bu ifade edişte Allah dûniHİ algıyı “BEN” kelimesiyle belirterek işin önemini daha kuvvetli ortaya koymuş ve “el-Veliy” esmasının mânâsına dikkat çekmiştir.
“Gerçeği örten şu kâfirler, kullarımı dûniy (algıyla Ben’im dışım var zannederek, orada müstakil ve muhtar güçler vehmederek) veliler edinebileceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirler için bir konak olarak hazırladık. De ki; ‘Ameller itibarıyla en hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi? Onlar (dûniy veli edinenler) dünya hayatında tüm çalışmaları boşa gidenlerdir. Oysa güzel amel yaptıklarını sanıyorlar.” (Kehf; 102-104)
“Kendilerini güzel amel yapıyor sanıyorlardı.” Daha önce paylaştığımız bir mânâyı görüyoruz: DûniHİ algının kuvveti! Gerçekten dûniHi algı insanda çok kuvvetli! O algısı normal insanların Allah’a imanından kuvvetli olduğu için o algıya sıkı inanır ve bütün yaptıklarını doğru zanneder. Ayette dûniHİ algının âkıbeti de anlatıldı: O algının âkıbeti cehennemdir. Elbette!
Bu ayetteki “dûniy” vurgusu, yani “benim dışım var zannederek” ifadesinin kullanılması, vurguyu kuvvetlendiriyor, özelleştiriyor, farklı yapıyor. “Dûnillah” veya “dûniHi” denilmedi, “Allah’ın dışı var zannederek” denilmiyor. Allah özel müdahale etti: Dûniy! Benim dışım var zannederek… “DûniKE; senin dışın var zannettik” diyen bir âyet var ki, onu ileride göreceğiz. Bu ayetteki önemli vurgu “dûniy veli” ifadesi olduğuna göre ne anlamalıyız? Buyuruyor ki, dûniy zannıyla (benim dışım var zannederek) birilerine “müstakilen var ve muhtar güç” etiketi yapıştırarak onu dost, veli edindiler. Bunu görünce âyetle amel etmeye tâlip olan hemen soruyor; hiç mi dost edinmeyeceğiz, dostumuz olmayacak mı? Ayetten bu mânâyı çıkarmak doğru olmaz. Doğru anlam çıkarmak için dostu ikiye ayıralım: DûniHİ dost, Billâhi dost. DûniHİ dost birisinin dostu demektir. Örneğin, sizin bir dostunuz vardır, size sorarlar, nasıl tanıştın, onu nasıl dost edindin? O çok önem verdiğim şu kişinin dostudur, o tanıştırdı. Onun öyle müthiş dostudur ki onun için benim de dostumdur. DûniHİ dost böyledir, birisinin dostudur. Dikkat edelim ve tüm dostlarımızı inceleyelim. Eğer birisine “dost” diyecekseniz… Billâhi dost Allah Dostu’dur, o birinin dostu değildir. Talip olan için, birisi Allah dostu ise o onu dost edinebilir. Size “bu kişi niye dostun?” denildiğinde cevabınız net olmalıdır: Çünkü Allah dostu! Bunu halk arasındaki gibi anlamayın, mutlaka evliyaullah mertebesinde birisini düşünüp, sonra da “nereden bulacağız?” demeyin, öyle değil. Düzgün bir mümine, müslümana, Efendimiz (SAV)’i sevene, O’na mümkün olduğunca uymaya çalışana, âyet ve hadislere göre “Allah Dostu” muamelesi yapmamız gerekir. Çünkü bu davranış aynı zamanda dua olur. Siz öyle birisine “Allah Dostu” derseniz inşaAllah o kişi o mertebelere gelir. Şunu da unutmayın: Siz ona “Allah dostu” dedikçe sizde görevli bir melek “sana da, sana da” diyor. Siz birisine bir duada bulunduğunuzda, selâm verdiğinizde, Billâhi mânâsında güzel davranışlarda bulunduğunuzda “sana da” diyen var, onu unutmayın. Birisine Allah Dostu muamelesi yapınca “sana da, sana da” denilirse kârlı çıkarız, çok yönden kârlı oluruz…

Edep; Ya Hu -19-

YAZARLAR

TÜMÜ

SON HABERLER