Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

“AŞAĞI”DAN “YUKARI”YA ÇIKMAK

– 112-
“İnneniy enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budniy, ve ekımis salâte li zikriy: Muhakkak ki Ben, evet Ben Allahım. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar ilah yoktur. Ancak BEN. Bana kulluk et ve Benim zikrim için salâtı ikame et.” (Tâ-Hâ; 14)
“Muhakkak ki BEN, evet BEN Allahım.” Müthiş! Muhakkak ki ben (esas BEN), ben Allahım. Yani başka “Müstakilen VAR ve Muhtar BEN” diyenler yoktur; ancak BEN. Bana kulluk et, benim zikrim için salâtı ikame et…
Sana yakîn gelinceye kadar
“Görmedin mi ki; Allah (O dur ki), Semâvat’ta kim var ve Arz’da kim var ise (hepsi), güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaç (cinsi), yürür canlılar ve insanlardan birçoğu O’na secde ediyor. (İnsanlardan) birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor hakir kılarsa, artık ona ikram edici yoktur. Muhakkak ki Allah, dilediğini yapar.” (Hac-18),
Secde âyetidir. Allahım lütfettin, sana secde edenlerdeniz. Sana secde edenlerden râzı olduğun kullarından eyleyiver, lütfen. Âmîn.
“O halde, sen şimdi Rabbini hamdiyle tesbih et, Ve secde edenlerden ol. Ve sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk yapmaya devam et.” (Hicr; 98, 99)
Hep bu izahları “İyyâKE na’budü VE iyyâKE nestaiyn” içinde yaptık. Rabbimiz buyuruyor: “Sen “iyyaKE na’budü VE iyyaKE nastaiyn” dedin, öyleyse artık Rabbini hamdiyle tesbih et (“Sübhânallahi ve Bihamdihi” de) ve secde edenlerden ol. Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk etmeye devam et.” Bu öğüt bize. Ancak âyetteki esas muhatap Rasûlullah (SAV) Efendimiz.
“Yakîn gelinceye kadar” ne demek? Onu birkaç cümle ile açmaya çalışalım ki yanlışlara sebep olmasın. Meâllerde “yakîn” genellikle ölüm olarak çevrilmiş, dolayısıyla “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et” mânâsı çıkmıştır. Oysa yakîn’in mânâsı bir konu hakkında ilmî olarak kesin bilgi sahibi olmaktır. Bir konuda sizin için şüphesiz denecek kesin ilmî bilginiz varsa siz o konuda yakîn (kesin bilgi) sahibisiniz demektir. Biz “yakîn” kelimesini tasavvuf anlatımlarında “ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn” gibi kullandığımız için sadece oralara ait sanıyoruz. Oysa “yakîn” o konulara has olmayan genel bir kelimedir. Ancak, bu âyeti Efendimiz (SAV)’e “Sana ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkal yakîn gelinceye kadar Allah’a kulluk et” deniliyor gibi anlamayalım. Böyle sananlar var, onun için söylüyorum. Yakîn kelimesini buralara bağlayıp, “Sana yakîn gelinceye kadar kulluk et” âyetinden “Ben şu nefs mertebesine geldim, âyet gereği artık kullukla ilgili bazı ibadetleri yapmama gerek yok, onlar benden düştü” yorumu çıkaranlar var. Bu çok yanlıştır. Efendimiz (SAV)’e karşı da edeben büyük yanlıştır. Ayet Efendimiz (SAV)’e “yakîn gelinceye kadar kulluğa devam et” dediğine göre, Efendimizde yakîn yok mu? Olabilir mi öyle birşey? Böyle yorumlarsanız hiç doğru olmaz! Son nefesine kadar imamlık yapmaya çalışan, ibadetini aksatmayan Efendimiz’e o zaman hiç yakîn gelmemiş, öyle mi? Böyle yorumlanırsa çok yanlış olur.
İnsanlara göre en gerçek
ilmî şey ölümdür

Bir de, “Kulluk yap” demek yalnızca “Namaz kıl” demek değildir. Genişçe gördük ki kulluk yapmak hayat tarzıdır. Yakîn gelinceye kadar bu hayat tarzına devam et denilmektir. “Benden kulluk kalktı” diye bir şey olabilir mi? Bu bir hayat tarzı, kalkmaz. O kalkarsa sen de kalkarsın. Yani sen değişmiş olursun, Allah da sana değişir. Kulluk bir hayat tarzıdır, yalnız namaza bağlanmaz. Öyleyse, Efendimiz (SAV)’e “Sana yakîn gelinceye kadar” denilmesini nasıl anlamalıyız? Dünya hayatı içerisinde insanlara göre en gerçek ilmî şey nedir biliyor musunuz? Ölüm! İnsana göre herşey yalandır. Bütün insanlar için, hele de inanmayanlar için ölümden daha gerçek bir şey yoktur. Ölüm kesin bilinen. Birisi onu yok olmak biliyordur, yok olacağını zannediyordur, o ayrı iş. Hakikati bilmeyen o kişiye göre ölüm olayı bir kesin bitiştir ve öleceğini o da kesin bilir.
Bu âyette “yakîn” Efendimiz (SAV) için kesin bilme mânâsında ölümü anlatan bir tanımdır. Efendimiz (SAV)’e “Habibim” diyen Allahımız, bu âyette ona; “Sana ölüm gelinceye kadar” dememiş, ölüm kelimesini kullanmamıştır, ölümün bir ilmi yanını yakîn diye kullanmıştır. Evet, ölüm mânâsındadır ama Efendimiz (SAV) için büyük bir iltifatla yakîn kullanılmıştır. Öyleyse biz bu âyetten, yakîn yani ölüm gelinceye kadar seçtiğin hayat tarzına devam et öğüdünü alırız. Rasulullah için yakîn kullanılmışken meâl yapılırken yakin yerine “ölüm” yazmak iyi olmaz, “yakîn” deyip belki parantez içinde “ölüm” yazılabilir. Allah “yakîn” kullanmış, meâlde de yakîn kullanmak edebli olur. Meâli siz de yazsanız muhatabı yine Efendimiz (SAV)’dir. Aynı kuralı devam ettirmek gerekir.
“Aşağı”dan ve “Yukarı”dan bakmak
İhlâs Hayat Döngüsü ifadesini duymuşsunuzdur, şimdi biraz ona yönelik paylaşımlarda bulunalım.
“Âmenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti”ye bir de mânâ ayırarak bakalım, farklı bir pencereden ama aynı bahçeye bakacağız. “Amenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” mânâsını ayırırken tevhid yani îman kısmına “Yukarı”, kesret kısmına “Aşağı” diyoruz. İki mânâ oluştu: Yukarı ve aşağı. Yukarı, senin idrakını temsil eder, orada sen Ahseni Takviym özelliktesin. “Takviym” bilgi mânâsına da gelir. Ahseni Takviym’desin; en güzel bilgidesin, yani Allah’ı inkâr etmeyen şeksiz şüphesiz doğru bilgidesin. Ahseni Takvim’desin idrakı Yukarı’dır. Aşağı ise kesretteki şimdiki hâli anlatıyor, orada sen Esfele Sâfiliyn’desin, yani sen şimdi Aşağıda’sın. Bu ayırımı bize bir âyet öğretiyor:
“Rabbin dedi ki, ikiniz cem’an aşağı inin oradan, birbirinize düşmansınız.” (Tâ-Hâ; 123)
Âyette bir yukarı bir de aşağı var. İdrakta yukarıdaydın, seni aşağı indirdi. İşte biz bunu ayırdık ki aynı zamanda mana ayrıştırmayı da anlayabilelim.
“Dedik; inin oradan hepiniz, inin.” (Bakara-38)
Ne oldu da aşağı indin? Ve aşağı inince ne oldu? “İnin” dediğine göre bir aşağı var ve sen aşağı dediği yerde yaşıyorsun. Öyleyse şöyle bir tefekkür yapabilir miyiz? Aşağıda yaşarken idrakınla, yani Rabbinin öğrettiği bilgilerle (öğrendiklerinl) yukarıdan aşağı bak. Tevhid’den, “HÛ” dediğin yerden “Hakk” dediğin kesrete, insan dediğin noktaya kadar basamak basamak bak. Bunu yaparken önemli şey şudur: İdrakın yukarıda dururken, aşağıdan yukarı çık, bu bakışı geliştir. Bunu yapabilir miyiz? Elbette. Çünkü idrakın aslında yukarıda, idrakın aslında Ahseni Takviym. Aslında ikisi birdir; aşağıda yukarı, yukarıda aşağı var, ikisi bir bütün. Ayrı ayrı aşağı ve yukarı yok, biz onu anlamak için ayırdık. Özetleyeyim: Yukarı aşağı diye ayırdık. Neyi? “Amenû Billâhi ve Amilus Sâlihâti” mânâsını. Bu mânâya ulaşmak için. Biz şimdi bir amel şekillendiriyoruz, değilse idrakın zaten yukarıda. Öyle olmasa “Âmentü Billâhi” diyemezsin. İşte sen oradan, o hakikatten insan noktasına bilgi olarak bak. Sen aşağıdasın, idrakın yukarıda. İdrakın yukarıda. Sen düşündüğü kadar gören insansın, gördüğü kadar düşünen değil. Rabbin sana HÛ noktasını düşünmeyi öğretti, sen düşündüğün kadar görebilirsin. Esfele Sâfiliyn gördüğü kadar düşünür. Sen HÛ noktasını düşünüyorsan, oradan bakabilirsin. Ama neredesin? Aşağıdasın. Bedenin aşağıda. İdrakın ise duymal yakîn bile olsa yukarıda. O idrakla basamak basamak ahseni takviym insandan esfele safiliyn insana kadar bak. Baktığın o istasyonlar sana lazım. Bunu yaparken idrakın tevhidden ayrılmadan aşağıdan yukarı çık; çünkü duymal yakîn idrakını ilmel yakîn, aynel yakîn ve inşaAllah Hakkal yakîn yapman gerekiyor.
“Aşağı”dan “Yukarı”ya çıkmak
Senin o idrakınla yukarıdan aşağıya bakman Âmentü Billâhi’dir. İdrakın yukarıda kalarak, yani îmanın bozulmadan aşağıdan yukarı çıkman ise Salih Amel’dir. Bunu yapabilirsiniz. Çünkü yukarı ve aşağı çakışık, onu biz ayırdık. Yukarı aşağıya, aşağı yukarıya bağlıdır, çakışıktır. Yukarıdan aşağı bakış idrakındır, yukarıdan aşağıya duyduğunla, öğrendiğinle bakıyorsun. Bu sende değişim yapmaz. Oysa sana değişim lazım. Bilgiyle değişemezsin, bilgi sana değişmen için lazım. O bilgi elindeki adrestir, sana yol gösterir. Kâğıdı elinde tutarak adrese gidemezsin, o bir bilgi. Kâğıda bakarak yürümen lazım! Yukarıdan aşağıya bakan senin idrakın. Sen şimdi aşağıdan yukarı çıkarak onu bir kazanıma, kazanımının da değişime dönüşmesini sağlayacaksın. Bunları sağlayacağın idrak yukarısı! Kendisiyle aşağıya baktığın o idrakı kazanmak için sen aşağıdan yukarı çıkmalısın, ancak o zaman değişebilirsin. Bir idrakla, bir bilgiyle bakıyorsun ya, o bilgiyi, o idrakı sen bilmiyordun, Rabbin öğretti. İşte o Âmentü Billâhi’dir. Onu hiç bozmayacaksın, insana kadar hep onunla bakacaksın. İnsana Âmentü Billâhi ile bakacaksın ama o Âmentü Billâhi’yi sûrete çevirmek gerekiyor, bunun için de bir kazanım gerekiyor. Bu yüzden şimdi aşağıdan yukarı çıkmalısın, kazanım ve değişim olmalı, o idrakın değişimini yapmalısın. Bir başka deyişle: Yukarıdan aşağı bakış idrakı, aşağıdan yukarıya çıkış sürecinde bir sûrete dönüşmelidir. İdrak/bilgi sûrete dönüşmeli ki senin olsun, o bilgiyi ilmî sûret yapmalısın, Âmentü Billâhi bilgisini kazanım ve değişimle sende sûrete çevirmelisin. Onun sûrete dönüşü ise ancak fiillerle mümkündür. Çünkü sûret fiillerin kompozisyonudur. Fiiller ise sûretlerin ürünüdür, bir fiil sûretten çıkar. Ama sûret de fiillerle kompoze olur. Sana âhirette lazım olan şey sûrettir, bu da amelle mümkündür. Dolayısıyla, aşağıdan yukarı çıkış ancak amelle olur. Yukarıdan aşağı bakış îmanla olur. Çünkü o bilgileri sen bilmiyordun, öğrendin ve îman ediyorsun. Şimdi o bilgilerle aşağı bakıyorsun. O bilgi sende sûrete dönüşmeli, şimdi onu sûrete çevireceksin. Bu amelle olur, onun ismi Sâlih Amel’dir, yani yukarıdan aşağı bakarkenki bilgilere uygun ameldir. Sâlih uygun demektir. Sâlih amel uygun ameldir. Aşağıdan yukarı çıkış ancak Âmentü Billâhi’ye uygun amelle, sâlih amelle olur.
“Hakk Ömer’e dost bırakmadı”
Bu noktada sâlih ameli netleştirelim ki uygulanabilir olsun.
“Müstakilen VAR ve Muhtar olan ancak Allah’tır” düsturuna uymayan, bu düsturu bozmaya çalışan ne tür heva, heves, arzu, istek, duygu, düşünce, fikir, inanış, örf, adet, fiil, davranış varsa hepsinden kurtulma çalışmaları, sebep olan nesnel şeyleri terk, yani ön infaklar hepsi sâlih amel kapsamına girer. Hz. Ömer radıyallahu anh Efendimiz bunu böyle uygularken bu düsturu bozmaya çalışan şeylerle karşılaşıyor, karşılaştıkça “O bozuyor, şu bozuyor, bu bozuyor” deyip terk ediyor, Allah için hepsini infak ediyor ve diyor ki; Hakk Ömer’e dost bırakmadı. Çünkü bu yolda aşağıdan yukarıya çıkışta dost zannettiklerinin hepsi engelleyicidir. O da bunu görüp onları terk ettikçe “Hakk Ömer’e dost bırakmadı” diyor.
Bu düstura uygun sûret değişimini yaşayan kişi, yani sûreti değişen kişi eski ve yeni sûretini kıyasladığında değişimi çok belirgin bilir ve görür. Bu fiziksel yapıda sûretinin değiştiğini basamak basamak kendisindeki sûretlerle kıyaslayarak bilir, oluşturduğu sûretleri çok net görür. Bahsettiğimiz sûreti insanın fiziksel görünümü ile sınırlamayın. Fiziksel görünüm sûret tanımlarından yalnızca birisidir ve insandaki toprak kaynaklı sûrettir, kaynağı topraktır. Bahsettiğimiz sûretlerin kaynağı toprak değildir, nurdur. Bu kapsamda karşımıza iki suret çıkar; nur suret, nar suret, Allah bizi nar suretten muhafaza etsin. Değişim bu nur ve nar sûretler üzerine olur.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti