Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

ANADOLU’DA TEKKE VE ZÂVİYELERİN YAYILMASI

Anadolu’da İskân işinde devlet-tekke dayanışması belirli bir plan dâhilinde oluyordu. Önce fetih, sonra tekke ve zaviye inşası, sonra yerleşim birimleri kuruluyordu. Ziraî çalışmalar ve sefer sırasında orduya lojistik destek bu plan içindeydi. Sûfîler, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında ortaya koydukları bu özverili davranışları sebebiyle yöneticiler tarafından da desteklenmekteydiler. Ömer Lütfi Barkan, bu şekilde boş ve tenha yerlerde Orta Asyalı muhacirler tarafından kurulan zaviyeleri bir nevi “Türk manastırları (couvent ermitage)”, bu vesile ile gelip yerleşim yapan dervişleri de “kolonizatör Türk dervişleri” diye isimlendirmiş ve Fuad Köprülü’nün araştırmaları sonucu ulaştığı bu tespiti arşivde yaptığı tapu tahrir defterleri çalışmalarıyla ispatlayarak Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda zaviyelerin ve dervişlerin oynadığı mühim rolü ilk olarak ortaya koymuştur. Onun sözünü ettiği bu dervişler kendileriyle beraber memleketlerinin örf ve âdetlerini, dînî âdâb ve erkânını da beraber getiren insanlardır. Bunlar arasında Türk-İslâm memleketlerinden Anadolu’ya olan muhaceret akınını sevk ve idare etmiş müteşebbis kafile reisleri ve istilanın öncüsü kolonlar içinde yerleştikleri yerlerde hanedan tesis etmiş soy ve mevki sahibi mühim şahsiyetler vardır. Bu dervişlerin din ve cihan telakkileri daha eski Türk memleketlerinden gelen muhacirlerle aynıdır. Bunların müridleri de kendi aile ve soylarındandır. Bunlar içtimaî ve siyasi yönden büyük rol oynamış mümessil şahsiyetlerdir. Barkan, bunları daha sonraki asırlarda ortaya çıkan dilenci heteredoks dervişlerden veya sadaka ve maaşla geçinen tekke dervişlerinden ayırarak “Birçok köylere ismini veren, elinin emeği ve alnının teri ile dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren dervişler ve daima garbe doğru Türk akını ile beraber ilerliyen benzerlerini doğuran zaviyeler ve bu zaviyelerin harbe giden, siyasi nüfuzlarını padişahların hizmetinde kullanan, zaviyelerinde padişahları kabul eden ve onlara nasihat eden şeyhler” olarak tanımlar. Görüldüğü üzere dervişler sadece tekkede kalıp zikirle meşgul olmuyorlar aynı zamanda ekonomik ve sosyal faaliyetlere katılarak az önce bahsettiğimiz insanı devletle birlikte yaşatmaya çalışıyorlar. Zaviyelerin yol boylarındaki yerleşime etkisini gösteren bir başka örnek ise I. Süleyman’ın İran savaşları sebebiyle harap olmuş köyleri canlandırmak için Erzurum yolu üzerinde zaviyeler kurulmasına izin vermesidir. Tekkeler birer cazibe merkezi olarak çevresinde oluşturulan bu köylerle fethedilen yerlerde Müslüman nüfusun toprağa bağlılığını ve dolayısıyla vatan edinilmesini sağlamakla kalmıyor aynı zamanda “seyyah dervişler vasıtasıyla İslâm’ın gayrimüslim diyarlarda yayılması” nı da sağlıyorlardı. Tekkelerde yetişip şeyhlik icazeti alanların yeni coğrafyalara gönderilmesi ve gittikleri yerlerde şeyhlerinden tevarüs ettikleri usûl üzere İslâmiyeti yaymaları eski bir gelenek olarak önceki İslâm devletlerinden Osmanlı’ya miras kalan bir uygulama olarak devamlılık arzetmiştir. Mesela Hindistan ve bazı Uzakdoğu ülkelerine İslâmiyet Kübrevi, Çeşti ve Nakşibendi dervişleri vasıtasıyla, Afrika ortalarına Ticaniyye ve Kadiriyye dervişleri vasıtasıyla, Sibirya ve Rus Tatarlarına Yesevi dervişleri vasıtasıyla yayılmıştır. Fetihler sırasında dervişler bizzat cihada iştirak ettikleri ve işgale uğrayan İslâm memleketlerinde bir direniş cephesi oluşturup ülkelerini savundukları146 gibi tekkelerde savaş ve sefer sırasında ordunun muzaffer olması için padişahın emriyle yasinler okuyup dualar ederlerdi. Bu anlamda tekke zor zamanlarda manevi direnci ayakta tutup orduya ve halka moral desteği sağlayan bir kurum özelliğine de sahip olmuştur (Özsaray, 2018, s.48-49).
Tekkelerin önemli fonksiyonlarından biri de fakir, miskin ve yolculara hizmet etmesidir. Bu sayede ekonomik yönden toplumun en alt kesiminde bulunan bu insanların iâşe ve barınma gibi temel hakları karşılanmış olmaktaydı. Tekkelere yakın işlev gören “zaviyeler daha çok gariban, “ayende vü revende”, yani yerinden yurdundan ayrılmış kimselere, yolculara hizmet etmek için kurulmuştu” (İnalcık, 2008d, s. 87.). Osmanlı yöneticileri bu hizmeti görenlerden bazı vergileri almayarak (Kazıcı, 2005, s. 226) kendilerini fetih, iskân ve üretim konusunda teşvik ederek kendilerine manevi kazançların yanı sıra önemli bir maddi kaynak da sağlamış olmaktaydı. Burada bir hususu belirtmekte yarar vardır. Devlet kolonizasyon işini zaviyelerle sağlarken ve onlara bazı imtiyazlar verirken bir konuya da dikkat ediyordu. O da zaviyelerin mahallinde açılması ve yolculara yardımcı olması şartı idi. Aksi takdirde yol üzerinde olmayan ve gelip geçene hizmette kusuru olan zaviyeler ilga ediliyor veya sahiplerinin elinden alınıp başkalarına veriliyordu (Özsaray, 2018, s.49).
Tasavvuf düşüncesinin ortaya çıkardığı tarikatların ve bunlara ait tekkelerin Osmanlı resmî ve sivil hayatında önemli bir yeri vardır. Bu düşünce sistemi hem teorik olarak hem de pratik uygulamalarıyla zaman içerisinde zenginleşerek Osmanlı sınırları dâhilinde varlığını hep ön planda sürdürmüştür. Tasavvufî düşünce sistemi içerisinde tarihte İslâm coğrafyasında bölgelere göre farklı teori ve kurumların oluştuğu bilinmektedir. Tasavvufî düşüncenin bir hareket olarak toplumla buluşması süreci içerisinde Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasında oldukça zengin hatta diğer ülkelere göre daha fonksiyonel tarikatlaşma faaliyetleri görülmüştür. Bu zenginleşmede kuşkusuz Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının sûfîlere gösterdiği ilgi ve teşvikin katkısı fazladır. Ayrıca Osmanlı tasavvuf ricali de tasavvufu ferdî cihaddan çıkartıp içtimaî cihad haline sokmuş, bir tasavvuf kurumu olan tekkeyi müesseseleştirerek bunu toplumun bütün fertlerine ve onların bütün ihtiyaçlarını karşılayan bir anlayış haline getirmiştir (Kara, 1975 c, s.36; Özsaray, 2018, s.6).
Osmanlı’da tekkeler etrafında oluşan canlı tasavvuf atmosferini devlet açısından sağlayanlar kuşkusuz devleti kuran Osman Gazi’den başlamak üzere neredeyse hanedanın tamamına yakın üyeleriydi. Yine devlet ricali de sûfî çevrelerle önemli oranda bağlantılıydı. Hemen hemen her yörede mevcut olan tekkelerle halkın bağı elbette daha kuvvetli durumdaydı. Yabancı araştırmacılardan Hans Mayer’in tespitine göre, hanedandan ve devlet ricalinden pek çoğunun ehl-i tarîki destekleyen maddi yardımları yanında birçokları da bizzat intisap ederek intişarına yardımcı olmuşlardı (Özsaray, 2018, s.6; Mayer, 1980, s.42).

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER

Afyon Haber Son Dakika Afyon Namaz Vakti