ALMANYA-8
BERLİN Almanya'daki kimi dostlarımın çağrıları üzerine bir kez daha bu ülkeye sefere çıkacaktım. İlk durağım da Berlin olacak doğusuyla, batısıyla bu tarihi başkenti bir kez daha görecektim. Önce Ankara'dan İstanbul'a, sonra İstanbul'dan Berlin'e uçmuştum. Uçak Doğu Berlin sınırı içindeki hava alanına inmiş uçaktaki çoğu Türk olan yolcular otobüsle Batı Berlin'e geçmişlerdi. Ben de 20 Şubat [&hellip]
BERLİN
Almanya’daki kimi dostlarımın çağrıları üzerine bir kez daha bu ülkeye sefere çıkacaktım. İlk durağım da Berlin olacak; doğusuyla, batısıyla bu tarihi başkenti bir kez daha görecektim. Önce Ankara’dan İstanbul’a, sonra İstanbul’dan Berlin’e uçmuştum. Uçak Doğu Berlin sınırı içindeki hava alanına inmiş; uçaktaki çoğu Türk olan yolcular otobüsle Batı Berlin’e geçmişlerdi.
Ben de 20 Şubat 1988 tarihinde Batıdaki, Kaiserdamm caddesi üzerindeki “Hotel Am Studia”ya giderek, 518 No.lu odaya yerleşmiştim. Odamın banyosundaki küveti doldurup içine sırtüstü uzandığımda düşünüyordum; yahu bu insanlar, ne kadar da acımasız oluyorlar! Alman yurdunu ikiye bölüyor; insanları en yakınlarından ayrı düşürüyorsun; için sızlamadan da insanım diye dolaşıyorsun!…
Ertesi gün, Berlin sokaklarını adımlarken, ilk gördüğüm Berlin’le, bu günkü Berlin arasında önemli gelişmelerin kaydedilmiş olduğunu saptamıştım. Mevsim kıştı ve Berlin’e kar yağıyordu. Ama ilginçtir, ayakkabılarımın üzerinde toz ya da kir yoktu. Yani Berlin temiz bir şehirdi.
Önceki seyahatlerimde bana rehberlik eden Adnan Yavuz’la konuştuğumda eşi Serap hanımın siyasetten çekilmiş olduğunu öğrenerek üzülmüştüm. Zira Serap hanım, Almanya’da oluşmakta olan Avrupa Türklüğü için önemli bir kişiliğe sahipti.
22 Şubatta S-Bahna atlayıp Friedrick Strasse’dan Doğu Berlin’e geçmiştim. Bunun için 25 DM verip, 25 DDR Markı almıştım. Zira batıdan doğuya geçenlerin, bir gün için bu miktar bir parayı bozdurması gerekiyordu. Batı Berlin, gittikçe daha hareketli bir kente dönüşürken Doğu Berlin’in de giderek daha sönük hale girmesi çok anlamlıydı. Zira bu büyük farklılığın en büyük nedeni, bir tarafta alabildiğine özgürlük, öte yanda ise, alabildiğine kısıtlanan hürriyetler söz konusuydu…
Doğu’daki Aleşander Platz’da gördüğüm gençlerin dahi yüzleri gülmüyordu. Buradaki döner kuleye çıkıp, Berlin’i tümüyle temaşa eylemeyi arzu etmiştim ama, sisin yoğunlaşması nedeniyle bunu yapamamıştım.
Batıya geçip otelde istirahate çekilmiş, ertesi gün de trenle Frankfurt’a hareket etmiştim. Batı Berlin’den hareket eden tren, Doğu Almanya topraklarında yol alırken, trendeki Doğu Berlin pasaport polisi kompartmana gelerek, transit vize vermişti. Kompartman arkadaşım Yugoslavya’nın Voyvodina Özerk Bölgesinden bir gençti. Sonra Doğu Almanya topraklarından çıkılıp, Federal Almanya topraklarına girilmiş ve yaklaşık 8 saatlik yolculuktan sonra Frankfurt garına girilmişti.
FRANKFURT – Neu İsenburg
Frankfurt Garında Mehmet Ali Gül karşılamış ve Mercedes otomobili ile doğruca Neu İsenburg’daki evine götürmüştü. Âşık Fedai de gelmiş ve birlikte yemek yemiş, sohbet etmiştik. M.Ali ile Fedai’nin samimi olmaları beni memnun etmişti. Zira M.Ali Kürt, Fedai ise Türk Milliyetçisi idiler. Saat 24’ten sonra Hotel Linde’ye gelip, 105 No.lu odaya yerleşmiştim.
Ertesi günü öğleye kadar M.Ali ile birlikte Neu İsenburg’un merkez çarşısını gezmiş; öğle yemeğini de oradaki bir kafeteryada yemiştik. Kar yağışı burada da aralıklarla devam ediyor; mevsim hükmünü icra ediyordu…
Öğleden sonra tramvaya atlayıp, Frankfurt’a gitmiş ve gönlümce gezip dolaşmıştım. O arada bu kentte de Türklerin sayılarının hızla artmakta olduğunu gözlemlemiştim. Tren istasyonunda gezerken sinemalardan birisinde “Geceyarısı Ekspresi” adlı filmin gösterimde olduğunu görmüş ve hemen girmiştim. Bu film, bütünüyle Türkiye ve Türk aleyhtarlığı propagandası yaptığı için Türkiye’de yasaklanmıştı. Gördüm ki bu filmin içeriğinde, ülkem ve milletim için alçakça iftiralar bulunmaktaydı. Oysa bu film dost bildiğimiz ABD’de çekilmişti.
Akşam yemeğini Neu İsenburg’daki “Winerwilde” lokantasında yemiştik. Almanya’nın her yanında bulunan Winerwilde’lerde sadece tavuk eti olduğu için, domuz eti kuşkusu olmadan yemek yiyebilmek mümkündü. Lokantanın tüm çalışanları da Yugoslavya’lı idi.
NÜRNBERG
25 Şubatta, Nürnberg’e gidecektim. Hava bir açıyor, bir kapıyordu. Birkaç gündür devam eden soğuk algınlığı nedeniyle rahatsızdım, ama o gün kendimi daha iyi hissediyordum. Frankfurt-Nürnberg demiryolu uzunluğu 239 Km. idi. IC (İntersiti) denilen hızlı tren 2 saatten daha az bir zamanda bu yolu katediyordu. Normal trenler ise 2 saatten biraz daha fazla zamanda gidiyordu. Almanlar demiryolu ile, ulaşım sorununu halletmişlerdi. Şehirlerarasında çalışan trenler, adeta dolmuş seferi yapıyorlardı. Büyük Atatürk, en yakın arkadaşlarından olan Ali Çetinkaya ile birlikte, Anadoluyu baştan başa demir ağlarla örmüşlerdi. Ama sonraki hükümetler, demir yollarını köreltip, kara yollarına ağırlık vermişler, yanlış yapmışlardı. Ama 21.Yüzyılın başına gelindiğinde, T.C. Hükümeti, hızlı tren olayını gündeme almış ve bu doğrultuda çalışmalar yapılmaktadır.
Frankfurt’tan Nürnberg’e her gün tam 30 tren seferi yapılıyordu. İlk tren 00.15’te, son tren ise 23.23’te hareket ediyordu. Neu İsenburg, Frankfurt’un banliyösü idi. Bu iki yerleşim biriminin birbirine uzaklığı 9 Km. idi ve sürekli tramvay ve otobüs seferleri yapılıyordu. Frankfurt’ta her şey ve her yer muhteşemdi. Metro, hava alanı, merkez tren istasyonu…Ve Alman, köşeyi dünmüştü…Bu nedenle olmalı ki, dazlaklar, punkçular türemişti!…
M.Ali ve Fedai ile buluşup, önce Neu İsenburg Merkezi çarşısında dolaşmış, sonra Pamukkale adlı Türk cafesinde oturup, çay içmiştik. Sonra onlar beni Frankfurt tren istasyonuna bırakıp dönmüşlerdi. İstasyon yakınındaki bir Türk restoranında karnıyarık yiyerek karnımı doyurmuş; saat 15.20’de de IC (hızlı tren) ile Frankfurt’tan ayrılmıştım. 16.30’da Würzberg istasyonunda Nürnberg trenine aktarma olmuştum. Tren boştu ve ben tek başına bir kompartmanda yolculuk etmiştim.
Nürnberg garında dostum Ekrem Aydoğan’ın damadı Ertuğrul Özel karşılamış ve evine götürmüştü. Ertuğrul, Ekrem’in kızı ile 2 yıl önce evlenmişti ve Oğuzhan adlı 2 aylık bir oğulları vardı. Ekrem gibi damadı da Gümüşhaneli idi. İkisi de milliyetçi ve mukaddesatçı idiler. Ekrem üç aylar orucunu tutuyordu.
Ekrem Aydoğan yıllardır Nürnberg Başkonsolosluğumuzda odacı olarak görev yapıyordu. Taşçı ustasıydı, ama İhsan Sabri Çağlayangil onu, buraya yollamıştı.
Akşam yemeği Ekrem’in evinde yenilmiş, yemekten sonra Ekrem’in oluşturduğu folklor ve müzik topluluğu elemanlarından Semra, müzik hocası Sabahattin ve değerli kardeşim Mustafa Ertaş ve eşi Günay Hanım gelmişlerdi. Ertuğrul gece vardiyasına gittiği için Ekrem bey geceyi kızının evinde geçirirken, yatak odalarını da bana tahsis etmişlerdi.
Ekrem Aydoğan, kişisel çabalarıyla Nürnberg’de bir Türk Halk Oyunları Topluluğu oluşturmuştu. Bu toplulukla, Almanya’da, Türk folklorunu temsil etmiş; Türklük adına önemli başarılara imza atmıştı. Bu nedenle, benim önerimle, merkezi Ankara’da olan Folklor Araştırmaları Kurumu, Ekrem Aydoğan’a, “Türk Folkloruna Hizmet Ödülü” vermişti.
Ertesi sabah Mustafa Ertaş gelip, beni evine götürmüştü. Mustafa Nürnberg çıkışındaki bir köyde ikamet ediyordu. O tarihte oğlu Murat Ankara’da Anadolu Lisesinde öğrenim görüyordu. Kızı Sevda ise Nürnberg’de idi. Mustafa ile Günay hanım, T.C.Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, öğretmen olarak buraya gönderilmişlerdi.
Ertaş’ın Mercedes’i ile Nürnberg’in bittiği noktada başlayan Fürth kentine gitmiştik. Almanya’da ilk demiryolu Fürt-Nürnberg arasında kurulmuştu. II.Dünya Savaşında Fürth hiçbir hasar görmemiş, bombalanmamıştı. Burası bir Yahudi yerleşim birimiydi. Fürt’te dolaşırken, Türkler ile karşılaşmıştık. Zira bu kentte yaşayan Türklerin sayıları da artıyordu. Buradaki bir Türk lokantasında döner yerken öğrenmiştim ki, lokantanın böreklerini Günay hanım yapıyordu.
O gün Günay hanımın görev yaptığı okulu, sınıfları, Türk talebe ve hocaları görmüş; sonra da Öğretmen Evindeki Türk Öğretmenler Toplantısına iştirak etmiştik. Maalesef o toplantıda hayal kırıklığı yaşamıştım. Zira bir-iki öğretmen dışında hiç birisinde Türklük şuuru ve Atatürk ilkelerine bağlılık görmemiştim. Milli Eğitim Bakanlığımızın gelişi güzel öğretmen görevlendirmiş olmasına da bir hayli canım sıkılmıştı!…
MÜNİH + MÜNİH
Nürnberg’de hava berbattı. Ertaş Mercedes’i ile beni tren istasyonuna götürüp, ekspres trene bindirmişti. 29 Şubat 1988 tarihinde, Münih’e ulaşmış, garda Çağatay Koçar tarafından karşılanmıştım. Metro ile Çağatay’ın evine gitmiş; eşi Sevgi hanımın hazırladığı sofraya oturup karnımızı doyurmuştuk. O arada kısa bir süre çarşıda dolaşmış; akşam da Çağatay’lara gelen Mehmet İsa Aral ve Ziyaettin Baba ile sohbet etmiştik.
Geceyi Çağatay’ın evinde geçirmiştim. Sabahleyin kahvaltıdan sonra Çağatay işine gitmiş ben de Sevgi hanımla metroya atlayıp tren istasyonuna gelmiş; Sevgi hanımla vedalaşıp, otobüsle hava alanına intikal etmiştim. Hava muhalefeti nedeniyle Münih-Ankara uçağı 2 saat 10 dakika gecikerek havalanmıştı. Ve ben bir Almanya seyahatini daha noktalayarak; 01 Mart 1988 Tarihinde Almanya’dan ayrılıp, Ankara’ya ulaşmıştım.
***
Başkanlığını yaptığım Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu olarak Avusturya’nın Salzburg kentinde, “Avrupa’ya Türk İşçi Göçünün 50.Yıldönümü” münasebetiyle bir sempozyum düzenlemiştik. Türkiye’den Salzburg’a direkt uçak seferi olmadığı için, ya Viyana’ya ya da Münih’e uçmamız gerekiyordu. Bu nedenle Münih’e uçup, daha kısa bir sürede Salzburg’a ulaşmamızın uygun olacağını düşünmüştük. Neticede 28 kişilik bir grup halinde İstanbul’dan Münih’e uçmuş; oradan otobüsle Salzburg’a geçmiştik.
24 Ekim 2011 Tarihinde ulaştığımız Münih hava alanında, Salzburg’dan gelen dostlar vasıtasıyla karşılanmıştık. Münih tren istasyonuna yakın bir yerde otobüsü park ederek, kent merkezine yürümüştük. Esasen Münih’in görülesi yerleri de buralardı. Artık Münih, daha çok Türk olmuştu! Başta bir deyişle, benim önceki yıllarda gördüğüm Münih’ten çok daha farklı bir Münih’te’ydim…Bu kent için önceleri “Türkiye’nin 68.Vilayeti” denilmişti, ama o zamanlar bu tanımlama için erkendi. Ama şimdi gerçekten öyleydi. İstasyon çevresindeki dükkanların üzerlerinde Türk bayrakları, tabelalarda Türkçe yazılar görülüyordu. Ve bir caddenin adı artık, Türk Caddesi olmuştu. Bu cadde üzerinde, başta T.C.Ziraat Bankası olmak üzere, birçok özel ve resmi kuruluşlar görülüyordu.
Türk Caddesi üzerindeki Irak Türkmen Merkezi’ne gitmiştik. Merkezin başkanı Metin Demirci adını kullanan Essam Noreddin’di. Irak’taki savaşta yaralanmış, Münih’e geldikten sonra da zengin olmuştu. Kızı da Münih yerel yönetiminde önemli bir görevde bulunuyordu. Metin Demirci ile birçok müşterek dostlarımız olduğunu saptamıştık. Sohbetin bir yerinde onun, “Saddam’ı arıyoruz” sözü son derece anlamlı ve önemliydi. Zira Saddam’dan sonra Irak parçalanmıştı. Üstelik Saddam’la birlikte binlerce Irak vatandaşı da ölmüştü. Öyleyse Irak’ta kim, ne kazanmıştı?…
Saatlerimizi bir saat geriye alınca, Münih’te kalış saatimiz uzamıştı. Irak Türkmen Merkezinden çıktıktan sonra tarihi bir restoranda oturup, siyah bira içmiştik.
Münih içerisinde otobüsle yol alırken Bayern Münih’in Allianz Arena stadını görmüştük. Bu stada maç izleyen 80 bin kişinin 8 dakikada tahliye olmaları, her türlü takdirin üzerinde bir düzenlemeydi….Hava Alanından kent merkezine gelirken gördüğümüz yalıtkan paneller ise, insana ve insan sağlığına verilen değerin somut bir göstergesiydi. Ve Olimpiyat stadyumu…Eh spora böyle değer verilirdi, işte… 280 metre yükseklikteki döner kuleyi daha önceki seyahatlerimde de görmüştüm…
Akşama doğru otobüsümüzle Münih’ten ayrılmış otobanda yol alırken, ormanları, yeşillikleri, karla kaplı Alp Dağlarını seyrederek Avusturya’nın Salzburg kentine ulaşmıştık.
28 Ekim 2011 Tarihinde de, aynı yoldan Münih’e gelmiş ve muhteşem hava alanında bindiğimiz uçakla, yurda dönmüştük.