Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Mustafa Yılmaz DÜNDAR

ALLAH’A MUHATAP OLAMAMAK – Kocatepe Gazetesi

Mustafa Yılmaz DÜNDAR 18 Nisan 2017 Salı 12:41:49
 

-77-
Kehf Suresi 51. ayet İblis’in mudillerden olduğunu vurguluyordu. O ayeti okuyunca İblis’in mudıll davranışı Allah’a sürpriz olmuştur gibi düşünülmemelidir. Âyetlerdeki anlatımlara insanca düşünerek yaklaşmayalım. Siz, çok sâdık bildiğiniz ve görev verdiğiniz birisi sizin isteğinizin dışında, sizin razı olacağınız halin dışında bir şey yapmışsa ona “Beni çok şaşırttın” diyebilirsiniz. Bu anlatım tarzına bakıp şeytanın mudıll davranışının öyle anlaşılması, Allah’ı şaşırttı, Allah’a sürpriz oldu sanılması dûniHİ bir yaklaşım olur, Billâhi olmaz. İblis görevini ancak sıkı bir Mudıll olursa yapabilirdi. Sıkı bir Mudıll olabilmesi için de âyette belirtilen şâhitliklerinin olmaması gerekir. İblis’te tercih yetkisi yoktur, bu nedenle onun böyle bir sınavı, imtihanı da yoktur. O görevi için sıkı bir Mudıll olmalıydı.
Zorlanmadan beyin açılmaz
Bu ayetteki dersten şunu da öğreniyoruz: “Rabbiniz BEN değil miyim?” sorusuna “Evet, bilfiil şahidiz” diyen nefsler kendi yaratılışlarına şâhit olmuşlardır. Biz bir çocuk doğduğunda “Bir kul yaratıldı” deriz, yani onun doğumuna bakarak “yaratıldı” deriz. Peki, bu anlatılan prosedürü görmek, bilmek, yani Allah’ın o emrini görmek o anda olabilir mi? Demek ki ezeldeki şâhitlik ve onun gereği olan rahimdeki açılış birden. Çünkü insan ezelde kendi yaratılışına şâhit oldu.
Dünya hayatında bu tür şahitlikler yaşanabilir mi? Kişi kendisinin yaratıldığı âna değil de diğerlerine şâhit olabilir. Bu bir süreç olduğu için o süreci inceleyerek bu işlerin nasıl olduğunu görerek şâhitlik yapabilir. Ama Kur’ân’ın söylediği şâhitliği yapabilmesi için, yine Kur’ân’dan öğreniyoruz ki bu tür ilmi tespitlerde insanın El Hüsnâ’yı tasdik etmesi gerekir. El Hüsnâ’yı tasdik edebilmesi için de işte ezeldeki bu şâhitlik gereklidir. Ki dünyada bu bilgileri tespit edince bu bilgilerin sahibinin Allah olduğunu teslim edebilsin. Bu alt yapının üstünü örtmüş bilim adamları bu bulguları başka yerlere bağlarlar, El Hüsnâ’yı tasdik edemezler.
Bir nefs ezelde kendi yaratılışına nasıl şâhit olur? Yaratılıp, kendisini “BEN” diyerek bilmediği halde, o sürece nasıl şâhit olur? Bunu anlayabilmek için yine şartımızı koyalım: Bütün bunların cereyan ettiği o anda zaten nefslerde dûniHİ algı yoktu. Yaratan ve yaratılanı dûniHİ algı olmaksızın düşündüğünüzde, yani bu iki mânâyı dûniHİ düşünmeden çakıştırdığınızda, yaratılanın yaratılacağını bilmesi ve görmesi mümkün olur. Bunu yalnızca böyle (açıklanmayan bir cümle olarak) not alın. Çünkü konumuz başlangıç çizgisini çizmek. Bu bilgi başlangıç çizgisine ait olmadığı için geçiyoruz. Biz genellikle başlangıç çizgisine ait cümleleri detaylandırıyoruz. Bunu hızlı geçiyoruz. Ama eğer dûniHİ düşünmezseniz anlamak zor değildir, tehlikeli de değildir. İşe Billâhi anlamda baktığınızda “Yaratan” bir mânâdır, yaratmaktır. “Yaratılan” da bir mânâdır. Ve Allah’ın dışı kavramı yok; olanlar ilminde. Yaratan ve yaratılan aynı yerde birer mânâ. Kesret dilinde bu şekilde ifade ettiğimiz bu mânâları tevhid dilinde tek yapalım, çakıştıralım. Yaratan ve yaratılan mânâlarını tek yaptığımızda yaratılanın yaratılacağını bilmesi, anlaması, şâhit olması çok mümkündür.
Geldiğimiz idrakı ileri götürmek ve pekiştirmek üzere bazı âyetler paylaşacağız. Konsantrasyonumuzu yükseltmek için beynimizi zorlamaya mecburuz. Dışarıdaki hayatta böyle bir zorlama yok. Normal hayatta Allah’ı anlamak için beynimizi hiç bu kadar zorlamıyoruz. Ama zorlanmadan beyin açılmaz. Bu yüzden, şimdi âyetleri okurken onların kalbimize tesir etmesine çalışalım. Âyetleri “Allah Kelâmı” titizliğiyle ve kendimizi yani algımızı zorlayarak, kalbimize tesir etmesini bekleyerek okuyalım, yazılarımızda açıkladığımız mânâlar çerçevesinde kendimizi zorlayalım.
Önce iman isteniyor
“İnşirah” kitapçığını incelemiş olanlar bilecekler, kalbte bir Fuâd Mekanizması vardır, analiz yapar, sentez yapar ve sonuçlara ulaşır. Bizde onun Hakk Yol’da analiz ve sentez yapması için kalbte Lüb Nûru’nun açılması gerekiyor. Lüb nûru açılınca, o nûrun altında mest olan, Hakikati gören Fuâd daima Hakk analiz ve sentezler yapar, artık oradan dûniHİ bilgi/sonuç çıkmaz. Bizim ne yapıp edip kalbimizde zaten var olan Lüb nûrunu yani İhlas Nûru’nu açmamız, canlandırmamız lazım. LÜB insandaki “esas akıl”dır, bizim kullandığımız onun eseridir, gölgesidir. Esas aklın aktifleşmesini, onun nûrunun açılmasını sağlamak için ayetlerin kalbimize tesir etmesine önem vermeliyiz.
“Rasûl sizi Rabbinize îman etmeniz için davet ederken ve (Allah) sizden söz almış olduğu halde, size ne oluyor da Allah’a îman etmiyorsunuz? Eğer mü’minlerseniz…” (Hadîd-8)
Bir sözleşmeden bahsettik. Bu âyetin bir mânâsını da günümüz için o sözleşmeyle ilişkilendireceğiz. Hatırlayalım ki âyetlerin inzal oldukları zamanlardaki mânâları yanı sıra onların hayata yayılmış, her dönem yararlanacağımız anlamları da vardır. Ve onlar âyetin derinlemesine manaları değildir, ilk mânâlarıdır, zâhirî mânâlarıdır. Eğer böyle yapmazsak ayetleri öteleriz. “Aslında onun geliş sebebi şu, o tarihte böyleydi” gibi yaklaşımlar size ders alacak hiç ayet bırakmaz. Oysa bütün ayetler, hiç İslâm’ın tarihini bilmesek bile, bugün bize lazım olacak bilgileri sunar. O bilgileri anlamak için İslâm tarihini harf harf bilmek gerekmiyor. Sahabe İslâm’ı öğrenirken daha İslam tarihi oluşmamıştı. Kimse onlardan İslam tarihi bilmelerini istemedi, çünkü öyle bir tarih henüz yoktu. Ama daima îman isteniyor. Îman istendiğini âyetten de öğreniyoruz: Rasûl, verdiğiniz sözün gereği sizden açılsın diye sizi Rabbinize çağırıyor, îman etmenizi istiyor. Söz de vermiştiniz, niye sözünüzde durmuyorsunuz? Eğer sadık insanlarsanız, eğer inanmak istiyorsanız…
Dâima mesele hayat tarzıdır ve
iki hayat tarzı vardır

Bu âyeti okuyan kişi; “Sözümde durdum, ben Allah’a inandım” demekle âyetin kapsamına girmiş olmaz. Ama genellikle böyle zannediliyor. Biz öyle söz vermedik. Sözümüzü hatırlayalım: “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” dedik, “Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR” bile demedik. Çünkü bu sözü verirken daha dûniHİ algı söz konusu değil, kafamızda henüz “başka” tanımı yok. Biz Billâhi anlamda “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır” dedik. “Yaratan O’dur, Mülk O’nundur, Güç O’nundur, Hüküm O’nundur” dedik. Eğer bu âyetin kapsamına girmek istiyorsanız; “Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah’tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR. Kendimdeki ve dışımdaki “müstakilen VAR ve muhtar” iddialarına ve davranışlarına “Lâ” diyorum; Lâ ilâhe İllallah” demek zorundayız. O zaman sözümüze uymuş oluruz.
“Eğer mü’minlerseniz” demek, “tercih yetkinizi kullanın” demektir. Eğer sâdıksanız, inanmak istiyorsanız, size bu konuda yetki yani güç verdim; işin fücûrunu da takvâsını da ilham ettim. Haydi tercih yetkinizi kullanın, doğruyu yapın.
“Az bir pahaya Allah ahdini satmayın. Eğer bilirseniz, Allah indindeki sizin için daha hayrlıdır.” (Nahl-95)
“DûniHi algıyla ürettiğimiz zann’lara uyup, dünya hayatının fâni imkânlarına bakıp Allah’a verdiğimiz sözle onları takas ediyoruz” mânâsı çıkıyor. Dâima mesele hayat tarzıdır ve iki hayat tarzı vardır. Birisi DûniHi algı üzerine kurulmuştur. DûniHi algının zann’ları kişilere göre farklılıklar oluşturacağı için birçok hayat tarzı var gibi gözükse de onlar alt başlıklardır, hepsinin üst başlığı dûniHi algı ve zann’larına göre hayat tarzıdır. Bir de Âmentü Billâhi ve Rasûlihi’ye göre hayat tarzı vardır. Dolayısıyla âyet bize, “Âmentü Billâhi” sözü verdiğimiz halde ne yapıyoruz, onu anlatıyor: Dünyada gördüğünüz fâni şeyler size cazip geldi. Onlar geçici olduğu halde siz sözünüzü onlarla takas edip değiştiriyorsunuz. “Az bir pahaya satmayın”ın manası budur. Esas satış parayla değildir, para sonra o iş için bir aracı olmuştur. Satmak takas etmektir, bir şeyi bir şeyle değiştirmektir. Size sunulan hayat tarzını dünyada kendinize göre uydurduğunuz hayat tarzlarıyla değiştiriyorsunuz. Öyle fâni bir şey için sözünüzden caymayın. Eğer mü’minlerseniz, eğer anlayabilirseniz, Allah’ın size sunduğu onların hepsinden hayrlıdır ve bâkidir. Âyetteki uyarı bu! Neden bu uyarı? Onu da bu âyetten öğreniyoruz:
“Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur; Allah’la olan ahdine kim vefa gösterirse, ona da (Allah) büyük ecir verir. (Fetih-10)
Sözümüzü önemsememiz ve ona uygun davranabilme gayreti göstermemiz için Fetih-10’la da uyarılıyoruz.
“Muhakkak ki; ‘Rabbimiz, Allah’tır’ deyip, sonra da bilfiil istikâmet edenlere (Allah’a kulluk yapanlara) gelince, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar.” (Ahkâf-13)
“Muhakkak ki; ‘Rabbimiz, Allah’tır’ deyip, sonra da bilfiil istikâmet edenlerin (Allah’a kulluk yapanların) üzerine melâike tenezzül eder: ‘Korkmayın, mahzun olmayın, vâd olduğunuz cennet ile sevinin’ der. ‘Dünya hayatında da, âhirette de biz sizin dostlarınızız. Orada nefslerinizin iştah ettiği (arzuladığı) şeyler vardır. Ğafûrun Rahıym’den bir ikram olarak.’ Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen, ‘Ben Allah’a tam teslim olmuşlardanım’ diyenlerden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussılet; 30-33)
“Hayır (gerçek, inkârcıların sandığı gibi değil)! Kim ahdini tam yerine getirir ve bilfiil korunursa, şüphe yok ki Allah muttakileri sever. Allah ahdini ve yeminini az bir pahaya satanlara gelince, onların âhirette hiçbir nasibi yoktur. Allah kıyâmet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez, onlar için eliym bir azap vardır.” (Âl-û İmrân 76, 77)
Ahirette tek geçerli belge Kur’ân ve
Îman’dır; Îman ve Sâlih Amel’dir

Ahdi tam yerine getirmek nedir, âyetten onu da öğreniyoruz. Tam yerine getirmek önce beyanla ilgilidir. Tam demek “kesinlikle” demektir. Kim “Tam, yani kesinlikle şahidim ki, müstakilen VAR ve muhtar olan ancak Allah’tır” derse ve bu konuda elinden geldiğince korunursa, onları, o müttakileri Allah sever. Ama âhirette onlara sunulacak bu hâli ve dünyadaki uygun yaşantıyı kim zann’larıyla takas ederse, onlara âhirette bir rızk hazırlanmamıştır. Düşünün ki ahirette tek geçerli belge var. Âhirette geçerli o belge Kur’ân ve Îman’dır; Îman ve Sâlih Amel’dir. Ama dünyada o belge için bir âferin ve takdir yok. Tek geçerli belgenin îman, Kur’ân ve sâlih amel olduğu bir yerdesiniz ve anlıyorsunuz ki Güç Allah’ın, Mülk Allah’ın, Hüküm Allah’ın. Ve Allah bir kulu sonsuz hayatta muhatap almıyor. Bunu bir düşünün… Muhatap alınmamak çok acı bir ızdıraptır, muhatap alınmamak bir cehennem azabı ismidir. Dünya hayatında bazı çocuklar ebeveynlerini “Bizi muhatap almıyorlar” diye şikâyet ederler. Yabancı ülkelerde görüyoruz, sırf bu yüzden çok korkunç cinayetler işleniyor, muhatap alınmamak psikolojik hastalıkların sebebi olabiliyor. Dünya hayatında bile muhatap alınmamak bir sıkıntı, bir zorluk. Dünya hayatından bildiğimiz bu muhatap alınmama sıkıntısını sonsuzla çarparak onun âhirette nasıl bir azaba dönüşeceğini görün. Kendilerini “Müstakilen VAR ve Muhtar” ilan edenlere, Allah’a verdikleri sözü dünyadaki zann’larıyla takas edenlere âyet diyor ki: Kıyâmet Günü Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları tezkiye etmez ve onlara ayrıca eliym bir azap vardır.
“Allah onları tezkiye etmez” derken onlar üzerinden öğrendiğimiz bir şey daha var: Demek ki âhirette tezkiye var, teselli var. Bu, Allah’ın mü’min kullarını çeşitli üzüntülerinde teselli edeceğinin müjdesidir.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER