AKÜ’de kişiye özel ilaç tasarlanacak

AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, bilinçli ilaç kullanımı ve yan etkilerden korunulması amacıyla yakında Üniversite'de Türkçe karşılığı 'kişiye özel ilaç tasarımı' olan bölümün bir süre sonra hizmet vereceğini açıkladı Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, Ensar Vakfı Şubesi’nin düzenlediği “Ramazan’da İkindi Sohbetleri” programında “İftar Soframızın Sağlığı” başlıklı sunumu yaptı. Sunum öncesi [&hellip]

AKÜ'de kişiye özel ilaç tasarlanacak

AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, bilinçli ilaç kullanımı ve yan etkilerden korunulması amacıyla yakında Üniversite’de Türkçe karşılığı “kişiye özel ilaç tasarımı” olan bölümün bir süre sonra hizmet vereceğini açıkladı

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, Ensar Vakfı Şubesi’nin düzenlediği “Ramazan’da İkindi Sohbetleri” programında “İftar Soframızın Sağlığı” başlıklı sunumu yaptı. Sunum öncesi Sabri Eğret tarafından Kur’an tilavetinde bunuldu.
YEŞİL DEVRİM HÜSRANLA SONUÇLANDI
AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, dünyada hızla yaygınlaşmaya başlayan genetiği değiştirilmiş organizmaların tüketilmesinin doğuracağı sonuçların neler olabileceğini örneklerle anlattı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından insanların besin ihtiyacının giderilmesi amacıyla az mekandan çok mahsul elde edilmesinin amaçlandığı “Yeşil Devrim”in başarısızlıkla sonuçlandığını belirten Solak; “Yeşil devrimin ardından genetiği değiştirilmiş organizmalar ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşından çıkan yaşlı ve yorgun dünya insanlarının besin ihtiyacını gidermek üzere az mekandan çok mahsul elde etmek için çok kimyasal kullanılmış. Çok haşerat ve nebatat öldürücü ilaçlar kullanılmış. Toprak çok hor kullanılmış. Yeterince dünyayı besleyecek ürün miktarına ulaşılamamış ve yeşil devrim hüsranla sonuçlanmıştır. Bunun yerini genetiği değiştirilmiş organizmalar, genetiği değiştirilmiş ürünler almıştır.” dedi.
DEĞİŞİKLİK GEN AKTARIMI İLE YAPILIYOR
Rektör Solak, genetiği değiştirilmiş organizmayı (GDO) bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan başka bir karakterin kazandırılması yoluyla elde edilen organizmalar şeklinde tanımladı. Solak; “Mesela bildiğimiz karpuz yuvarlak şekillidir. Ama Avrupa’ya gittiğinizde küp şeklinde 4 köşeli karpuzlar ya da sarı renkli pirinçler görebilirsiniz. Bir canlıdan diğerine gen aktarımı gen mühendisleri tarafından uygulanan işlemdir. Aktarılan gen önce bulunduğu canlıdan keserek çıkarılır sonra taşınır. Bu yolla organizmalara doğal süreçlerle edinilmesi mümkün olmayan yeni özellikler kazandırılır.” diye konuştu.
İLK ÜRÜN DOMATES
Biyoteknolojik uygulamaların 1990’lı yılların ortalarından başlayarak gelişen ve gelişmiş ülkelerde tarımda ve hayvancılıkta gerçekleştirildiğini aktaran Solak; “Dünya da ilk GDO’lu ürün domatestir. 1996 yılında piyasaya sürülmüştür. İlk transgenik ürün olan ve uzun raf ömürlü domates 1996’da piyasaya sürüldü. Bir ay dayanan domatesler üretildi. Domatesi takiben mısır ki şu anda dünyada ve ülkemizde mısırsız bir toplum yok. Bunların dışında ise pamuk, koza ve patates var. Patateste ise nişastası yükseltilmiş patates, gluteni yükseltilmiş buğday gibi ürünleri görmek mümkün. GDO uygulamalarının yapılma nedenine bakarsak, zararlılarla savaşmak için kullanılan kimyasal maddelerden uzaklaşmak, tarım ürünlerinin tadını ve görünümünü iyileştirmek, güncel olan organik ürünlerden vazgeçmemek, organik ürünleri korumak, toplama, taşıma ve depolamaya uygun açıdan ürünlerin niteliğini artırmak, ürünlerin besin değerini artırmaktır. Besin değerini, şeklini, yapısını, tadını ya da istediğimiz özelliği bitkide görmektir. Olumsuz çevre koşullarına dayanıklı bitki elde etmek, ürünlerin güvenilirliğini artırmak, yağ, plastik ve ilaç maddeleri için yeni kaynaklar oluşturmak, daha az alandan daha çok ürün elde etmek, zarar görmüş tarım alanlarına uygun bitki çeşitlerini yetiştirmek, yeni ilaçlar, yeni aşılar geliştirmek de GDO uygulamalarının yapılma nedenleri içerisinde yer almaktadır.” şeklinde konuştu.
TEK FİRMA DÜNYA
PAZARINA HAKİM
GDO uygulamalarındaki olası risklerden söz eden AKÜ Rektörü Prof. Dr. Solak, gen aktarımı ile birlikte kazanılan özelliklerin başka canlılara geçebileceğini kaydetti. Solak şöyle konuştu: “Bir bitkiden zararlının özelliğinin oluşturan geni aldığımızda o bitkiye aktarılıyor ama biz bitkiyi yiyerek, içerek, tüketerek kullanıyoruz. Kullandığımızda vücudumuzdaki 80 dolayında enzim bunu dışkılamaya kadar götürüyor. Bunu yaparken, ince ve kalın bağırsaktaki emilim dolayısıyla acaba dışarıdan bu bitkiye verilen geni biz de bünyemize alıyor muyuz? Alırsak ne olur? Emzikli bir anneysem emzirdiğim çocuğumda ne olur? Yaşlı ve ilaç kullanan biriysem, diyabetiksem ya da belli hastalıklardan birinde kronik hastaysam acaba bende bu gen bir şey yapar mı? Zararların bağışıklık kazanması söz konusu olabilir. Gen aktarımlı ürünler besin zincirine istemsiz ve kontrolsüz olarak katılabilir. Çiftçiler bioteknoloji şirketlerine bağımlı kalabilir ki şu anda öyledir. Şu anda dünyada genetiği değiştirilmiş organizmalarda tek firma vardır. Tek bir firma bütün dünyanın tohumunu üretiyor ve satıyor. Çünkü patenti onda. 2. bir firma yok.”
KANSERİ TETİKLEME
ÖZELLİĞİ VAR
GDO’lu ürün tüketmenin meme, kolon ve prostat kanseri riskini 4 kat arttırdığının altını çizen AKÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak, GDO’ların toksit etkisi olabileceğini belirtti. Solak şunları söyledi: “Özellikle belli ürünlerin kolon kanseri, meme kanseri ve prostat kanserini normal bitkilere oranla yüzde 400-500 oranında artırmaktadır. Bu durumu yapılan yayınlarda görüyoruz. Özellikle GDO’lu organizmaların doğrudan ya da dolayı olarak kanserojen etkisi olacağına dair elimizde belli yayın var. Özellikle bitki zararlılarına karşı dayanıklılığı sağlayan pamuk, mısır ve soya çeşitlilerinde iki tür kimyasal kullanılıyor ki bu iki maddenin kanserojen etki yaparak kanseri tetiklediğine dair veriler var. GDO’lu ürünlerin bir diğer tehlike ise antibiyotik direncine olan etkisi. Çünkü gen aktarılan bitkinin antibiyotikli ortamda yaşayan hücrelerine baktığınız zaman antibiyotik direnci geni bitkiye veriliyor. Bitkinin bir alanda yetişmesi sağlanıyor ama o aynı gen ince veya kalın bağırsakta insana geçtiği zaman aynı direnç bizde simbiyotik yaşayan bakterilerin antibiyotiklere karşı direncini aktarıyor. Aldığımız herhangi bir antibiyotik türünün bizi tedavi edemediğini ya da uzun süre kullanırsak edebildiğini, leblebi gibi tükettiğimizi göreceğiz.”
YÜZDE 70 GIDA DA GENETİK DEĞİŞİKLİK VAR
GDO’ların tarımdaki kullanım amacının besin değerini artırmak, görünüşünü değiştirmek, aroma vermek, dayanıklılığını artırmak olarak açıklayan Solak şu ifadelere yer verdi: “GDO’lu ürünlerin yan etkilerini düşünmeden dünya piyasasına sunmuşuz. 1998 yılında GDO üretim alanı 2-3 milyon hektar iken, şu anda 148 milyon hektardır. Dünyada GDO’lu olarak üretilen bitkilerin yüzde 90’ı soya, mısır, pamuk ve şekerdir. Bunları takip eden patates, domates, çeltik, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı ve bazı balık türleri de ikinci grupta yer almaktadır. Dünyada bütünüyle tohum üreticisi 5 tane şirket var. Dupont, Singenta, Aventis, Bonsento ve Don firmalarıdır bunlar ki dünyada 148 milyon hektar alanda üretilen bitkilerin tohumu bu 5 firma üretmektedir.”
Rektör Solak, Türkiye’de net bir rakam telaffuz edilemesede dünyada mutfaklara giren sebze, meyve ve tahıl ürünlerinin yüzde 70’inin de büyük oranda genetiği değiştirilmiş gıdalardan oluştuğunu da sözlerine ekledi.
AKÜ’DE YAKINDA ÖNEMLİ HİZMET
Genetik biliminin hastaların doğru ilacı olması gerektiği dozda tespit edebilmek için ‘farmogenetik’i geliştirdiğini anlatan Solak, Türkçe karşılığı kişiye özel ilaç tasarımı olan bölümün bir süre sonra AKÜ’de hizmet vereceğini açıkladı. Farmogenetik’in önemine dikkat çeken Solak sözlerini şöyle sürdürdü: “Üç hasta düşünelim. Üçünde de tanı aynı olsun. Üçüne de aynı reçeteyi verelim. Biri bir haftada, biri 15 günde, biri hiç iyileşmez. Tanı aynı, ilaç aynı ama hastalar aynı değil. Neyi aynı değil dersek, hücrelerin belirli bölgelerindeki farklılar nedeniyle hastalar aynı değildir. Buna biz kişiye özel ilaç tasarımı diyoruz. Eğer bu analiz yapılırsa ki AKÜ’de bunu başlatıyoruz, fazla ilaç tüketimine ihtiyaç olmayacak. Zamanında ve süresinde tedavi olacak. Böylece yan etkilerden de kurtulacak. İlaçların tümünün yan etkisi vardır. Ne kadar az ilaç kullanır ve ne kadar ilaç kullanmadan kendinizi sağlıklı tutarsanız en güzel yaşam tarzı budur. O nedenle genetikçiler son 10 yılda bunu da geliştirerek farmogenetiki ortaya çıkardılar ki bunun Türkçe karşılığı kişiye özel ilaç tasarımıdır. İlaç tasarımı şu anda en güncel, en güzel ve doğrudan insanın hizmetinde olan konulardan biridir.” (Kocatepe Haber Merkezi)

Bakmadan Geçme