Akkoyun, Türkistan'ın gizemini yazdı

AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Akkoyun Ankara’da yayımlanan Yerli Düşünce Dergisi’nin Kasım sayısında “Güzel Türkistan’da Buharî, Arslan Bâb, Yesevî ve Timur Gizemi” başlıklı bir makale kaleme aldı   Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Akkoyun, yeryüzünde sadece Türk milletinin iki anavatanı bulunduğunu belirttiği [&hellip]

AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Akkoyun Ankara’da yayımlanan Yerli Düşünce Dergisi’nin Kasım sayısında “Güzel Türkistan’da Buharî, Arslan Bâb, Yesevî ve Timur Gizemi” başlıklı bir makale kaleme aldı

Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Turan Akkoyun, yeryüzünde sadece Türk milletinin iki anavatanı bulunduğunu belirttiği makalesinde bu vatanların Türkistan ve Türkiye olduğunu kaydetti.
“TEHDİTLERLE DEFALARCA MÜCADELE EDİLDİ”
Bilimsel etkinliklerle uzaklığın ortadan kaldırılmaya çalışıldığını dile getiren Akkoyun makalesinde şu ifadelere yer verdi:
“Çarlık rejiminin yayılma alanına girdiğinden beri hem Türkistan, hem de Türkiye aynı tehditle defalarca mücadele etmiştir. Türkistan düşmüş, ezilmiş, üstüne kızıl rejim eklenmiş, siyasi, kültürel, sosyal, hukukî, manevi değerleri yerle bir edilmiş ancak başkalarını tarihten silip-giden, kabristana gönderen bu duruma rağmen Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ‘Taş gibi Türk’ün mevcudiyeti’ bir realite olarak gündemdeki yerini almıştır.”
“TÜRKÇÜLER HAPSEDİLENLERİ HATIRDA TUTTU”
Akkoyun makalesinde, “İkinci anavatan, kuzeydeki saldırı karşısında, Kırım’dan sonra hem Kafkasya, hem Balkanlar’da büyük insan ve toprak kaybı yaşamış, üstüne Avrupa emperyalizmi karşısında Anadolu’da büyük bir ölüm-kalım savaşı vererek bağımsızlığını dünyaya kabul ettirmiş, Türk Dünyasındaki “kardaşları” ile ne yazık ki, sadece gönül bağlantısı kurabilmiştir. ‘Yeryüzü cenneti’ vaadiyle tesis edilen ütopyanın tesis ettiği demir perdenin arkasına hapsedilenleri, Türkçüler kalemleriyle hatırda tutmuşlardı.” ifadelerini kullandı.
“ALPERENLER İÇİN KIZILELMA ANADOLU’NUN FETHİ İDİ”
Turan Akkoyun makalesinin devamında, “Bireysel, toplumsal, askeri, iktisadi, siyasi, hukukî, fizikî ve beşerî açıdan şekillendiren uçsuz bucaksız bozkıra; serpiştirilen yerleşim birimleri, kendi halinde yaşamını sürdüren atlar, sakin bir halde akıp giden nehirler, her türlü zorlamaya engellemeye rağmen mevcudiyetini sürdüren Türk kültürünün genel yapısının anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Bozkırın maruz kaldığı rüzgârlara, fırtınalara, boralara, gündelik meşgalelere bin yıla yakındır inançla direnen, Hakk’ın sesi ‘Türkistan’lı Ahmet Yesevi’nin ‘Alperenleri’ için Kızıl Elma, Anadolu’nun fethi idi.’ Türkistan’ın Horasan mıntıkasından Anadolu’ya yönelen ruh, oradan da Balkanlara geçmekte hiç zorlanmamıştır. Ordulardan önce harekete geçen alperenler, yolundan sapmadan hedeflerine ulaşmışlardır.” dedi.
“GÖNÜL BAĞI HİÇ KOPMADI”
Turan Akkoyun, Arslan Ata’nın rahle-yi tedrisinden geçerek yetişen, XII. yüzyılda Türkistan’da yaşayan Hoca Ahmed Yesevi’nin, Türk Dünyası’nda İslamiyet’in yayılmasında, ahlâk ve maneviyatın kökleşmesinde tarihî bir katkı sağladığını belirtti. Akkoyun, “Türklüğün ve İslâm Dünyasının siyasî, kültürel ve içtimaî akışını değiştirmiştir. Dünyaya yepyeni bir renk kazandırmıştır. Türk’ün sıradan ancak mücadeleci, umursamaz ancak kalıcı, öylesine ancak farkındalıklı yaşam tarzının İslâmiyet ile şereflenme sonrası ‘fetih’ göreviyle zırhlanması kudretli olduğu kadar merhametli devlet anlayışını daha da geliştirdi. ‘Tanrı nasıl bir tane ise Sultan da bir tane olmalıdır’ ilkesiyle hareket eden Emir Timur, XIV. Yüzyılın sonunda Yesevî’nin kabrini ziyaret edip, kabrin üstüne bir türbe yaptırılmasını emretmiş, çok kısa zamanda türbe, cami ve külliye inşa ettirilmiş önemli bir ziyaretgâh olmasına vesile olmuştur. Türk tarihinin belki de en hazin hadiselerinin başında gelen Aksak Timur’un Anadolu Seferi ve 1402 yılında Çubuk Ovasında gerçekleşen Ankara Savaşı, Türkiye ile Türkistan münasebetlerinin yanlış yorumlanmasına sebep olsa da sıkı bir ilişkinin mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Emir Sultan, Kayınpederi Yıldırım Beyazıt’a ‘Sultan’ım Timur’la savaşmaktan kaçın. O Seyyid Bereke’yi yanında taşıyor’ demişse de muvaffak olamamıştı. ‘Biz bilemesek de hikmeti olan garip işler; Bir tarafta Timur’un yanında Seyit Bereke, öbür tarafta Yıldırım Beyazıt Han’ın yanında Emir Sultan.’ Türkiye ile Türkistan rabıtasındaki bu hazin durağa rağmen gönül bağı hiçbir zaman kopmadı.” ifadelerini kullandı.
“KALICI ESERLER VARLIĞINI KORUYOR”
Bilimsel kongrelerin bilim insanlarını bir araya getirdiği gibi yeni dostluklara sebep olduğunu ifade eden Akkoyun, “Bu kongreler bilhassa o coğrafyaya ilk defa gelenler üzerinde kalıcı tesirler bırakmaktadır. Sözlü ve yazılı eserleriyle dikkat çeken Dede Korkud, Yüknekli Edip Ahmed, Hoca Ahmed Yesevi, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip’i yetiştiren coğrafyanın bugünkü halini görmek, dar vakitte algılamaya çalışmak çok kolay değildir. O coğrafyanın yetiştirdiği cihangir Aksak ya da oranın ifadesiyle ‘Emir Timur’ yakın geçmişine kayıtsız kalmayarak unutulması mümkün olmayan kalıcı eserler tesis etmiştir. Bilimsel etkinlik vesilesi ile Yesi şehrinin yanı sıra Çimkent, Kızılorda, siyasi hududun aşılmasıyla Özbekistan’da Taşkent, ‘Maveraünnehir bölgesinin kalbi’ denilebilecek 2 bin 700 yıllık bir maziye sahip Semerkand şehirlerinin ziyareti de mümkün olabilmiştir. Sirderya kıyısında nehrin akışını görebilmek büyük bir mutluluktur. Buralardaki ‘kardaşlarımız’ ile rahatça anlaşabilmek çok daha büyük sevinç kaynağıdır.” dedi.
“İMAM BUHARİ’NİN MEKANI MUTLAKA GÖRÜLMELİ”
Medeniyetlerin kitaplarla inşa edilip onların üzerinde yürüdüğüne dikkat çeken Akkoyun sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kitaplarla inşa edilip yürüyen medeniyete bilim de diyebiliriz. Bilimin şerefini koruyan ve onu bir dünya nimeti haline getirmeyen İmam Buhari’nin mekânının ziyaret edilmesi, medeniyetimizin ufkunun bir kere daha farkına varılması anlamına geldiği gibi, birbirinden kopuk yaşayan topluluklarının aslında ne kadar da yakın olduklarının altını çizmektedir. Otelde ya da misafirhanede kalınmamış ise kahvaltıda Samsa, yemeklerde Özbek Pilavı, Şaşlık, çorbalarda etin bolluğu, insanlardaki samimiyet ifade edilmesi gereken hususlar olarak aklımızda kalmıştır. Bozkırın tuzlu suyuyla abdest almak, şişelerin üzerinde ‘Sayhun, Tien-şang’ yazan Seyhun ve Tanrıdağ sularını, Danyal Nebi külliyesinin ‘zemzem’ diye ifade edilen hususi kaynağını, İmam Buhari külliyesinin pınarını tatmak, Cuma Namazını eda etmek nasip olmuştur.”
“SEMERKAND’DAKİ CAMİİLER İHTİŞAMINI KORUYOR”
“Yesi daha sade bir görüntü verirken Taşkent kalabalık olduğu kadar düzenli, ticarî, kültürel ve toplumsal hayatı canlılığı ile dikkat çekmektedir.” diyen Akkoyun şu ifadelere yer verdi:
“Yesi, Çimkent bozkırın boşluğunu özgürlüğünü yansıtırken, Semerkant saraylılığı ile şaşkınlık uyandırmakta hayran bırakmaktadır. Çimkent’teki Akmescit, Semerkand’daki camiler ihtişamını farklı stilde de olda bugüne kadar ulaştırmaktadır. Türkiye ve Kazakistan’ın yanı sıra Kırgızistan, Özbekistan, Romanya, Azerbaycan, Makedonya, Ukrayna ve Somali olmak üzere 9 farklı ülkeden yaklaşık doksan bilim adamının 68 bildiri ile iştirak ettiği, seviyesi oldukça yüksek kongre büyük bir kültürel kazanım sağlamıştır.”

Bakmadan Geçme