Aile tahrip olursa yarınlarda tahrip olur
– Afyon tarihi, manevi geçmişi ve dinamikleri olan bir şehir.– Türkiye genelinde ki ahlaki dejenerasyon, toplumsal ve sosyal çözülme izleri maalesef Afyon'da da görülüyor.– Son 10 yılda Türkiye'de 1 milyon 200 bin çift boşandı.– Ailenin kontrol edemediği çocukları sokaklar, televizyon, internet kafeler, popüler kültür teslim alıyor.– Bize ne oldu sorusunu cevaplamak zorundayız.– Yönümüzü dönüp örnek [&hellip]
– Afyon tarihi, manevi geçmişi ve dinamikleri olan bir şehir.
– Türkiye genelinde ki ahlaki dejenerasyon, toplumsal ve sosyal çözülme izleri maalesef Afyon’da da görülüyor.
– Son 10 yılda Türkiye’de 1 milyon 200 bin çift boşandı.
– Ailenin kontrol edemediği çocukları sokaklar, televizyon, internet kafeler, popüler kültür teslim alıyor.
– Bize ne oldu sorusunu cevaplamak zorundayız.
– Yönümüzü dönüp örnek aldığımız batı da ahlak krizi yaşanıyor.
– Şükür etmek ve sabır etmek bize ait İslami değerlerdir.
– Psikolojik enerjimizi tükettiğimiz için aile fertlerine saygımız kalmıyor.
– Ailelere sloganımız, “Siz korumazsanız kimse korumaz”
Afyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doçent. Dr. Mücahit Gültekin, aile kavramı üzerine konuştu. Gültekin gelecek açısından ailenin önemine dikkat çekti.
Burcu Aydın: Sayın hocam yaklaşık 2 yıldır Afyonkarahisar’dasınız. Psikolojik ve sosyolojik anlamda Afyonkarahisar toplumuna bakış açınıza ilişkin neler söylersiniz? Aile mefhumundan tutun da öğrencileriniz üzerindeki gözlemlerine kadar değerlendirmeleriniz nedir?
Mücahit Gültekin: Afyonkarahisar tarihi olan, manevi duyarlılığı, manevi geçmişi ve dinamikleri olan bir şehir. Dolayısıyla bu yönüyle olumlu bir toplumsal atmosfer var. Fakat sonuçta Türkiye’nin tüm genelinde olduğu gibi bir ahlaki dejenerasyon, toplumsal ve sosyal çözülme izlerini maalesef şehrimizde de zaman zaman görüyoruz. Çözülmüştük ailevi, sosyal, ahlaki problemler Türkiye genelini ilgilendiren sorunlardır. Bu sorunlar sadece Türkiye’de değil bütün İslam coğrafyasında, elbette Avrupa ve Amerika’da da ciddi şekilde hissedilen problemlerdir. Bu problemlerden bizim yaşadığımız şehir olan Afyonkarahisar’da maalesef çok uzak değil.
Burcu Aydın: Her yerigeldiğinde konferans ve seminerlerinizde aile yapısının dejenere olduğunu, geleneksel aile yapısının hiçe sayıldığından söz ediyorsunuz. Aile kavramı ve yaşantısında ülke genelinde, Afyon özelinde bize ne oldu hocam?
Mücahit Gültekin: Aile toplumun temel taşıdır. Aile dejenere olup çözüldüğünde bilinmesi gereken tahrip olacak asıl unsurun toplum olduğudur. Aile tahribatında sadece bugünümüz değil yarınımız da dejenere olacaktır. Çünkü çocuklar bu ailelerde yetişiyor ve biz aslında geleceği de bu ailelerden şekillendiriyoruz. O yüzden bir toplumun yapı taşını temsil eden ailede çözülme varsa bilmemiz gerekir ki o toplumun geleceği yoktur. Dünyanın her tarafından iki artı iki eşittir nasıl dört ediyorsa, aynı şekilde ailenin çözüldüğü toplumlarda, boşanmaların arttığı toplumlarda adli suçlar artar. Son 10 yılda Türkiye’de 1 milyon 200 bin çift boşandı. Şu anda ortalama her beş evlilikten bir tanesi boşanma ile sonuçlanıyor. Aile çözülüp anne babalar boşandıklarında çocukların üzerindeki kontrolleri, pedagojik etkileri zayıflıyor. Ailenin kontrol edemediği, hatta tavizler verdiği, ailenin eğitemediği çocukları sokaklar, televizyon, internet kafeler ve maalesef popüler kültür teslim alıyor. Böylece alkol ve madde bağımlılıklarında da artış sağlanıyor. Çocuklarımızda internet ev online oyun bağımlılığı, kumar bağımlılığı, tüketim alışkanlığı ve marka bağımlılıkları ortaya çıkıyor. Olumsuz arkadaş ve olumsuz müzik etkisi gibi ruh sağlığını tehdit eden pek çok sorunla karşı karşıyayız. Bu sorunların çok sebebi var. Ama bu sorunları var eden en önemli sebep ailenin çözülüyor olmasıdır. Sorunuzda ifade ettiğiniz üzere şu soruyu sormak gerekiyor, Bize ne oldu? Biz aile yapımızın güçlülüğü ile sağlamlığı ile övünen bir ülke ve toplum iken niçin bu kadar kolay boşanıyoruz? Niçin bu kadar ailelerimiz bu kadar kolay çözülüyor. Bunun en temel sebebi yönümüzü batı kültürüne dönmemizdir.
Burcu Aydın: Yönümüzü döndüğümüz batı toplumlarında da artık aile mefhumu ön plana çıktı. Hatta seçim kampanyaları bile aile mefhumu üzerine kurulmuyor mu?
Mücahit Gültekin: Doğru söylüyorsunuz, çünkü mızrak çuvala sığmıyor. Ailenin olmadığı bir toplumda çocukların, gençlerin profesyonel kurumlarla kontrol etmenin mümkün olmadığını görüyorlar. Aile mefhumu özellikle Amerika’da, İskandinav ülkelerinde, batılı toplumlarda ciddi şekilde yara almış durumda. Batı ahlaki bir kriz yaşıyor. Siyasetçiler, ekonomistler önümüzdeki yüzyılda en önemli sorunları listelediklerinde; Batı için en temel sorunların başında aile ve ahlak sorunun geldiği ifade ediliyor. Batılı ülkeler ve ABD için sorun ekonomik kalkınmışlık vs. değil. Sorun bir ahlaki kriz sorunudur. Çünkü ailenin yok olduğu aile değerlerinin bitip tükendiği bir kültürden bahsediyoruz. Bu kültür bireyciliği öne çıkarıyor. Bu kültür hazzı ve egoizmi öne çıkarıyor. Bu durum ve süreç kişinin her şeyin merkezinde kendisinin olduğu, dünyanın sadece kendi başında döndüğü düşüncesiyle yaşantısını şekillendirmesini sağlar. Batı kültürü kendi insanıın egoizme, bireyciliğe, bir başkasını düşünmemeye yöneltiyor. Sadece kendi keyfi, kendi konforu ve kendi geleceğini düşünmeye yöneltiyor. Bir müddet sonra bu durum kişinin kendi eşi ve çocuğunu bile bir kenara itip kendi keyfini ve hazzını merkeze alan bir insan tipi ortaya çıkarıyor. Çocuklarını kreşe, anne babalarını huzurevine gönderen bir toplumdan bahsediyoruz. Yani Avrupa kültüründen bahsediyoruz.
Burcu Aydın: Peki bizim ülkemize Türkiye’ye geldiğimizde durum nedir?
Mücahit Gültekin: Bizim anne ve babamıza verdiğimiz değerle, çocuklarımıza sahip çıkmakla, aile verdiğimiz değerle övünen bir ülke iken bugün çocuklarımızı aynen batıda olduğu gibi kreşlere gönderen, bakıcılara teslim eden, büyüklerimizi huzurevlerine teslim eden bir toplumsal yapıya doğru eviriliyoruz.
Burcu Aydın: Sabretmek, şükür etmek bu evrimde nerede kaldı? Örneğin kariyer yaparken hizmette ve hürmette de kusur etmemek sorunun çözümüne katkı sağlayabilir mi?
Mücahit Gültekin: Söylediğiniz çok önemli olmakla birlikte bu mümkün mü önce buna bakmak lazım. Biz neoliberal ve kapitalist bir ülkede yaşıyoruz. Neoliberal ve kapitalist bir dünya demek; Bireyin hazzını ve karı merkeze alan bir sistem anlamına gelir. Bir uygulama yaparken aileyi, çocuğu, toplumun huzurunu düşünen bir perspektif değil, bireyin hazzını patronların karını düşünen bir perspektiften bahsediyoruz. Bu perspektif bugün bizim de toplumumuza hâkim. Sabır ve şükür bizim kavramlarımızdır. İslami kavramlardır bizim değerlerimizdir. Yaygın tabirle Allah’tan korkan kuldan utanan insan bizim insan profilimizdir. Bizler şükür etmediğimiz bir noktaya evirildik. Yani zorluklar karşısında sabır etmiyoruz. Çünkü kendi zevkimiz kendi hazzımız için yaşıyoruz. Kim sabır eder? Bir başkasını önemseyen yani eşini, çocuğunu, toplumu, toplumsal huzuru önemseyen sabır eder. Bu sıraladıklarını önemseyen kişi kendisinden fedakârlıkta bulunabilir. Şimdiki düşünce tarzı niye sabır edeyim, ben bu dünyaya bir daha mı geleceğim şeklindedir. Anın tadını çıkar. Benim için önemli olan kendi hedeflerimdir, kendi karımdır, kendi hazzımdır. Hal böyle olunca eşine, çocuğuna sabır edemeyen tipler ortaya çıktı.
Burcu Aydın: Kişi eşine ve evladına karşı sabır gösteremezken başkalarına hatta hiç hazzetmediği kişilere nazik, sabırlı olabiliyor. Bu durumu nasıl açıklarız?
Mücahit Gültekin: Önemli bir soru. Bu durum tamamen kapitalist bir kültürde yaşamamızla ilgilidir. Kapitalist ve liberal toplumlarda insanlar ancak meslekleri ile var olabilirler. Kazanıyorlarsa ayakta durabilirler. Biz bugün çalıştığımız işyerindeki patronları memnun etmek için çaba sarf ediyoruz. Amirlerimizi, ofisteki şefimizi, müdürümüzü memnun etmek için çaba sarf ediyoruz. Çünkü oradan maaş alıyoruz. Bütün psikolojik enerjimizi işyerine aktarıyoruz. Bütün ilgimizi oraya yöneltiyoruz. Tüm gülümsememizi, hoşgörümüzü, tebessümümüzü işyerinde bırakıyoruz. Eve geldiğimizde çocuğumuzun, eşimizin en küçük bir problemine tahammül gösteremiyoruz. Çünkü tüm psikolojik enerjimiz bitmiş olarak eve dönüyoruz. Şunu sormak istiyorum; kişilik ve karakter olarak mesai dışında oturup bir çay bile içmeyeceği bir kişiye tahammül gösterirken, yapmacık da olsa ona tebessüm ederken bunu gerçekten hak eden, ihtiyaç duyan eşe ve çocuğa tahammül ve güler yüz göstermememizin bir açıklaması olamaz. Patronlar tüm enerjimizi iş yerinde bırakmamızı istiyorlar. İçinde bulunduğumuz siyasal, sosyal, ekonomik düzende böyle. Hiç kimse ailesine sabır gösterdiği için, vakit ayırdığı için, fedakârlıklar yaptığından prim yapmıyor. Bundan dolayı taltif edilmiyor, iltifat görmüyor. Böyle bir toplumda ailenin çözülmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Burcu Aydın: Bozuk düzende ailemizi ve birey olarak kendimizi korumak için neler yapmalıyız?
Mücahit Gültekin: Bursa’da yaklaşık 5 yıldır Önleyici Aile Eğitimi adı altında bir eğitim yapıyoruz. Ben Bursa’da Aile Akademisi Derneği’nin Başkanıyım. Önleyici Aile Eğitimi derneğimizin bir projesidir. Sekiz haftalık bir proje. Çocuklarımızı tehdit eden unsurlara karşı anne babaların nasıl önlemler alabileceğini, çocuklarının bu sorunlarla karşılaşmadan önce nasıl önleyici müdahalelerde bulunabileceklerini işleyip, aktardığımız, çözüm önerileri sunduğumuz bir programı 5 yıldır sürdürüyoruz. Psikolojik danışmanlık yaptığım için sürekli sorunlarla karşılaşıyorum. Şunu gördüm; Çocuklarımız elden gidiyor. Gençlerimiz elden gidiyor. Çünkü ahlaki çöküntü çocuklarımızı kuşatıyor. Sosyal ve psikolojik sorunların bataklık haline geldiği bir ortamda yaşıyoruz. Çocuklarımızı, gençlerimizi, ailemizi kim koruyacak. Elbette öncelikle devletimizin koruması gerekir. Ama çözüm iki katmanlı. Çocuklarımızı devletin ve okulların koruması lazım. Ama çocuklar okullara gittikten sonra daha problemli hale dönüşüyorlar. Bu çocukları kim koruyacak? Biz de diyoruz ki tabii ki aile koruyacak. Cenab-ı Allah Tahrim Suresi’nin 6. Ayetinde “Ey iman edenler, kendinizi, çoluk çocuğunuzu, yakınlarınızı yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun” sorumluluğu anne babalara veriyor. Anne babalar olarak bizler sorumluluğumuzu profesyonel kurumlara devir ederek “Şu okula gönderdik şu kuruma gönderdik, devlete teslim ettik” diyerek sorumluluğu üstünden atmaya hakları yok. Sorumluluk öncelikle anne babaların üzerindedir diyerek şu sloganı kullandık, “Siz korumazsanız kimse korumaz.” Bireysel ve aile olarak çocuklarımızın karşılaşacakları sorunları çözmek, yoğun duygusal bağı olan güçlü ilişkiler kurmak görevimizdir. Annelerin, babaların isteklerini çocuklarının isteklerinin önüne geçirmemeleri gerektiği çok önemli bir nokta.
Burcu Aydın: Devletin ahlaki ve ailedeki çözülmeye karşı yapması gereken nelerdir?
Mücahit Gültekin: Toplumdaki ahlaki çözülmeyi, ailedeki çözülmeyi ve boşanmalardaki artışın temel sorumlusu olarak devletin uyguladığı politikaları görüyorum. Uluslararası sözleşmelere konulan imzalar bu noktada başlıca sorundur. Her iktidar bugüne kadar aileyi en temel kurum olarak ifade etmiştir. Son 13 yıldır muhafazakâr bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkedeyiz. Söylemlerde öze dönüş var ama uygulamalarla örtüşmüyor. Bunu çok açık yüreklilikle söylüyorum. Meydan konuşmalarında değerlerimizden, çocuklarımızdan, ailemizden söz ediliyor. Ama bu söylediklerini zehirleyecek sözleşmelere imza atılıyor. Bunların başında 2011 yılında imzalanan İstanbul sözleşmesi geliyor. Biz Türkiye olarak toplumsal cinsiyet eşitliği diye bir politika uyguluyoruz. Batıda toplumsal cinsiyet eşitliği tartışılır halde. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları kadını ve erkeği birbirine karşı kışkırtan, husumete sürükleyen, kavga ettiren, rekabete yönelten politikalardır. Bu politikalar kadınla erkeği birbirinden ayırıp aileyi kadın için bir tehdit olarak gören bir felsefeyi yansıtıyor. Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı 2009 yılında bir araştırma yayınladı. Bakanlık logolu araştırmanın tespit ve öneriler kısmında şu ifadeler yer alıyor; Aile kadın için bugün güvenilir olmayan bir kurumdur. İzlanda’da doğan çocukların yüzde 65’i evlilik dışı. İsveç’te iki kadından birisi şiddet görüyor. Oslo’da her iki evden birinde yalnız insanlar oturuyor. Bu ülkelerde İzlanda, Norveç, İsveç gibi ülkelerde aile yapısı darmadağın olmuş, intiharlar artmıştır. Alkol ve madde bağımlılığı çok dramatik boyutlarda. Şiddet trajik boyutlarda. Ama biz bu ülkeleri aile politikaları çerçevesinde model alıyoruz. >> Burcu AYDIN’ın Özel Röportajı