Aile içi şiddet ekonomik nedenlere bağlı

Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Kadınlar Günü” konusu ele alındı. Toplantıya Rektör Vekili Prof. Dr. Belkıs Özkara başkanlık yaptı “Sevgi ve saygı olmazsa şiddet kaçınılmaz”Toplantıda ilk sözü alan İş Adamı Kadir Altınkaya, ebeveynlerle birlikte [&hellip]

Aile içi şiddet ekonomik nedenlere bağlı

Afyon Kocatepe Üniversitesi tarafından her hafta Çarşamba günü sabah 07.00 ile 08.30 saatleri arasında Ahmet Necdet Sezer Kampusü Sosyal Tesislerinde düzenlenen Çarşamba Sabah Toplantısında bu hafta “Kadınlar Günü” konusu ele alındı. Toplantıya Rektör Vekili Prof. Dr. Belkıs Özkara başkanlık yaptı

“Sevgi ve saygı olmazsa şiddet kaçınılmaz”
Toplantıda ilk sözü alan İş Adamı Kadir Altınkaya, ebeveynlerle birlikte aynı evde sürdürülen büyük aile tipi yaşamın aile içi şiddeti engelleyici bir tarafının olduğunu belirterek, “Aile içi şiddet son zamanlarda ekonomik nedenlere bağlanıyor ama bana göre birbirinden ve saygı pratiğinden uzak bir yaşam tarzı ortaya çıktı. Şiddetli geçimsizlik tabiri çoğunlukla eşler arasında kullanılıyor ama kardeşler, iş ortakları, işçi-işveren, vb. herkes arasında anlaşmazlıkların çok fazla olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla birbirine karşı sevgi ve saygı beslenmediği noktada şiddet kaçınılmaz oluyor. Şiddete yasalarla karşı koyulabilir ama bireysel mahremiyete girecek kadar güçlü yasal düzenleme de mümkün değildir. O yüzden şiddete sebep olan, biraz da yaşam biçimimiz, konut yapılanmamız, şehirleşmemiz, kent planlamamızdaki yanlışlıklardır. Bu nedenle insanlar biraraya gelip sağlıklı iletişim kuramıyorlar” dedi.
“Toplumsal centilmenlikte azalma var”
Mimar Mustafa Ceylan, “Şiddeti sevgi ile önleyebilmek, bizim geniş aile yapımızdan kaynaklanan birtakım özellikler nedeniyle mümkün gibi görünüyor. Bir eğitimcinin ‘sevgi damlacığı’ dediği bir yay var; bu, insan yaşamını ve karşılıklı davranışları çok iyi anlatan bir yaydır. Bir damlanın başlangıç noktası ve genişlediği, balon şeklinde olan kısmını düşünecek olursak, insan hayatının bu damlacığın birleştiği yerde sıfır yaş ve ölüm birleşiyor. Bu damlacığın balon şeklinde, en şişkin olduğu kısmı ise insanoğlunun kimseye muhtaç olmadığı, toplumdaki yaşamını kendi başına sürdürebildiği dönemi ifade etmektedir. Burada insanın doğumundan başlayan bebeklik dönemi, yayın öbür tarafında insanların yaşlandığı, emekli olduğu döneme denk geli-yor. Bu iki dönem, geçen hafta bahsettiğimiz dede-torun ilişkisini çok güzel anlatıyor. Çünkü, başlangıç döneminde çocuk, sorular sorarak konuşmak ve yaşamda ne olduğunu öğrenmek istiyor. Bunun tam karşısındaki yaşlılık döneminde ise biz cevaplar vererek, hayata katılmak istiyoruz. İşte geniş ailede dedenin torununu görebilmesi, birtakım ilişkilerin son derece düzeyli ve nezaket içerisinde olmasına neden oluyor. Yaşantımızda, toplumsal centilmenlikte ciddi anlamda bir hata ve azalma var. Mesela, Afyon’da bir iftar yemeğine gittiğinizde hiçbir erkeğin karısının sandalyesini çekerek onu oturttuğunu gördünüz mü? Bunu sadece Fransız asilzadesinin davranışı olarak görmemek gerekir. Erkeğin kadın nüfusu üzerinde kurmak istediği baskıyı toplumun her sektöründe görebiliyoruz. Erkek egemenliğinin, erkeğin kurmak istediği baskının kadınlara yönelen şiddette çok önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“İşimize geldiği gibi davranıyoruz”
Emekli Osman Tezgiden, “Kadınlar Günü nedeniyle görsel ve yazılı basında yer alan demeçlere baktığımızda, kadının olması gereken yeri kadınlara saygı ve sevgi gösterilmesi gerektiği, eşitlik çok güzel ifade ediliyor. Söylem çok güzel ama maalesef uygulamada işimize geldiği gibi davranıyoruz. Her bir fert hemen yanı başındaki ve çevresindeki kadınlara davranışı denetleyebilse, saygı ve sevgiyle yaklaşabilse sorunun büyük ölçüde çözüleceğine inanıyorum. Öte yandan dikkatten kaçan bir nokta da hep erkeğin kadına şiddetinden söz ediliyor. Ancak bir gerçek daha var ki o da kadının kadına şiddetidir. Gelin-kaynana ya da eşlerin kız kardeşleri arasındaki ilişkiler biraz gözden kaçıyor. İnsanın insana saygısının söylemden fiiliyata dökülmesi gerekir. Bunu da eğitimle birlikte yürütmek gerektiğini düşünüyorum ” şeklinde konuştu.
“Herkes elini taşın altına koymalı”
Sosyal Hizmetler İl Müdürü Şevki Ceylan, “Ben Afyonkarahisar’da, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın il müdürüyüm. Bu anlamda tüm ilde işlevsel bir görev yerine getirdik. Ulaşabildiğimiz her noktaya, herkese ulaşmaya çalıştık. Bu alanla ilgili en büyük sıkıntı, kadınlarımızın yetiştiriliş tarzından kaynaklanıyor. Şöyle bir söz vardır: ‘Bebek kundakta, çeyiz sandıkta’. Kız çocukları yetiştirilirken, öncelikli olarak erkeği mutlu etmesi, erkeğe hizmet etmesi öğretiliyor. Hatta yeni evlenen çiftler için ilk günden öğütlenen, hoş olmayan bir söz vardır: ‘Kedinin bacağını ilk günden ayıracaksın.’ Yani, ilk günden kadının gözünü korkutmak gerektiği şeklinde yanlış bir davranış biçimi vardır. Yeryüzünde kadın ve erkek varolduğu günden bu yana birbirleri üzerinde hakimiyet kurma çabası içerisine girmiştir. Bu, kültür ve eğitim düzeyi hangi düzeyde olursa olsun hep varolan bir durumdur. Eğer kadının ekonomik gücü ve özgürlüğü yoksa başına geleceklere katlanmak durumunda kalıyor. Ekonomik özgürlüğü varsa bu durum boşanmayla sonuçlanabiliyor. Zaten elimizdeki verilerde ekonomik özgürlüğü olan kadınların boşanma oranlarının çok fazla olduğunu görüyoruz. Şiddet konusuna gelince de toplumda kadına şiddet konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor ama bunların hiçbiri gündeme gelmedi. Bu sorunu tek başına yasal düzenleme ya da bir kurum ile çözüleceğini düşünmek mümkün değildir. Bu anlamda alanda hizmet yürüten Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünün, Emniyet Müdürlüğünün, Belediyenin, yerel yönetimin diğer kurumların, üniversitenin, sivil toplum kuruluşlarının, Milli Eğitim Müdürlüğünün, Halk Eğitim Müdürlüğünün, mahalle muhtarının, camideki imamın, okuldaki öğretmenin, apartmandaki yöneticinin, alanında hizmet yürüten kendini sorumlu hisseden herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Biz bu noktada ‘Aile İçi Şiddet İle Mücadelede Yardımcı El Kitabı’ adıyla bir kitapçık hazırladık. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ve Afyonkarahisar Sağlık Müdürlüğü ile birlikte, Afyonkarahisar Baro Başkanlığından da yardım alarak bu kitapçığı oluşturduk. Bu çalışmayı Emirdağ ilçesinde başlattık ve Kaymakam, Belediye Başkanı ve diğer ilgililerle yarım günlük bir eğitim düzenledik. Bu eğitimlere yaklaşık 200-300 kadın ile daire müdürleri geldi. Onlarla müzakere ettik ve haklarını anlatmaya çalıştık. Geçen ay Çobanlar ilçesinde bir eğitim düzenledik. Tabi özelde erkek erkeğe bu iş olmuyor. Biz sunumumuzu yaptıktan sonra bayan görevli arkadaşlarımız orada kalıyor ve çok trajikomik olayların olduğunu gördük. Bu çalışmamızı 17 ilçemizde devam ettireceğiz. İl Genel Meclisi Ünal Yılmaz tarafından başlatılan Aile Okulu, her ne kadar 50-60 kişiyle yürüse de gerçekten bir ışık yaktı. Sayın Prof. Dr. Belkıs Özkara yaptığı sunumla çalışmalarımıza katkıda bulundu. Kendilerine çok teşekkür ediyorum” dedi. Ceylan, toplumda kızların küçük yaşta evlendirilmesi, berdel, fuhuş, vb. şekilde kadınların sömürüldüğünü de sözlerine ekledi.
“Eğitim ve kültür doğru oluşturulmalı”
Müze Müdür Yardımcısı Ahmet İlaslı, “Toplumda kızların küçük yaşta çeyiz yapılarak büyütülmesi, anaerkil aile yapısının kökten kurulması düşüncesinden geliyor. Bu yetiştirilme tarzı, ilk zamanlar erkeğe hizmetten çok kadının eve sahip olması düşüncesini yansıtıyordu. Anaerkil aile yapısında ana amaç buydu; erkeğe hizmet değil, aile yapısını kuvvetlendirmekti. Zamanla bu düşünce farklı yöntemlerle farklı yönlere çekilerek, erkeğe hizmet amacına dönüştürülmüştür. Anaerkil düşünce yapısı, insanın varolduğu dönemlerden, 10 bin yıl öncesinden itibaren var. Kadın, doğurganlığından dolayı ilahi bir güç olarak görülüyordu. Bu kültür, doğu toplumlarında, özellikle Anadolu var olan bir kültürdür ve Türk kültürüyle birleşerek günümüze kadar gelmiştir” dedi. İlaslı, sözlerine şöyle devam etti: “Kadının ilk zamanlar ev dışına çıktığı görülmüyor ama M.Ö. 6. yüzyıllardan itibaren kadın kavramı kendini göstermeye başlıyor. Batı düşüncesi dediğimiz Aristo dönemlerinden itibaren bazı kadın sanatçılar, şarkılar ortaya çıkıyor. Daha sonra Aristo, Sokrates gibi felsefe okullarının, sosyal amaçlı okulların ortaya çıktığı dönemlerde de kadın şairlerinin de ortaya çıktığını görüyoruz. Hatta bu kadın şairlerden biri tarafından genç kızları evlilik ve sosyal hayata katılım noktasında eğitmek amacıyla bir okul açılıyor.” İlaslı, konuşmasında Hillary Rodham Clinton’ın 18 Kasım 1999 tarihinde Türkiye’yi ziyaretinde Aspendos’ta yaptığı konuşmaya atıfta bulunarak, Bayan Clinton’un Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye ve Türk kültürü ile ilgili övgü dolu sözle-rine yer verdi. Mimar Mustafa Ceylan, kültürün bütün insanlığın mirası olduğunu belirterek, “Kültürün temelinde yatan birinci etken, ailedir ve asıl eğitilmesi gereken, erkeğin bizzat kendisidir. Erkeğin kendine olan güvensizliği, kadına olan şiddetin dozunu da arttırıyor. Yalnız ayrımına varılması gereken bir konu var ki, o da bizim kültürümüzde ‘kedinin bacağını ilk günden ayıracaksın’ diye bir anlayış, bir söz yok. Bu, sonradan ortaya çıkan, adeta uydurma hadisler gibidir. Türk toplumunda, Anadolu insanında böyle bir şey yok. Bu ülke insanına böyle bir şeyi yakıştırmanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bu ülke insanın temel değerlerinden bir tanesinde diyor ki ‘cennet, annelerin ayağı altındadır.’ Ancak gene uydurma hadisler gibi çocuklarınızı ‘dayak, cennetten çıkmadır’ anlayışıyla büyüttüğünüz takdirde o erkek çocuğun ileride karısına, kız kardeşine ya da okulda kız arkadaşlarına sert, agrasif şekilde davranması çok doğal” dedi. Ceylan, Türkiye’deki belediye başkanlığı, milletvekilliği, rektörlük, medyada genel yayın yönetmenliği görevlerinde kadın sayısının az sayıda olduğuna da dikkat çekerek, “Atatürk döneminde Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda kadının geldiği yer, bugün Avrupa ülkelerini dahi kıskandıracak ölçülerde. Bu aralar internette şöyle bir ileti dolaşıyor: ‘Kadının bu ülkede mutfakta makbul, sokakta makbul, yatakta makbul olması gerekirken, kadınlar mutfakta maktul, sokakta maktul ve yatakta maktul vaziyette. Bütün bunların temel nedeni, eğitimini ve kültürünü doğru dürüst oluşturamamış, kendini üstün gören erkeklerden kaynaklanıyor sanırım” şeklinde konuştu.
“Tek sorun eğitim ve sevgi değil”
İş Adamı Kadir Altınkaya, “Kadın ve erkeği, yaradılışından beri birbirine muhtaç olan iki varlık olarak görüyorum. Bu kadar birbirini tamamlayan iki varlığın neden birbirleriyle didişme ihtiyacı duydukları konusunda, bir eğitim sapması olduğunu düşünüyorum. Öte yandan anneanne ile babaannenin aynı evde yaşadığı aileleri gözlemlediğimde, bu ailenin çocuklarının sevecen ve aile birliğinin bilincinde olduklarını gördüm” dedi. Rektör Vekili Prof. Dr. Belkıs Özkara, toplumda kadınla ilgili sorunun ekonomik, sosyal ve kültürel, dini, yasal ve politik bir tarafı ile birlikte bütünsel olarak ele alınması gerektiğini belirterek, “Sorunun sadece sevginin yokluğu ya da sadece eğitimle ilgili eksikliklerin tamamlanmasıyla çözülmesi mümkün değil. Bunları etkileyen bir dizi faktör var. Koruyucu büyük ailenin yok oluşunun arka planında da ekonomik birtakım faktörler var” dedi. Prof. Dr. Özkara konuşmasında, “Kadınlar Günü”nün ortaya çıkışıyla ilgili olarak da bilgi vererek, “Özellikle endüstrileşme ile birlikte büyük fabrikalar ortaya çıktıktan sonra bu fabrikalarda çalışanlarla ilgili ciddi sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Tabi bu sorun, toplumsal dönüşmeyle de ilgili. Bir tarafta tarımsal faaliyetle uğraşan insan, işi ile ilgili bağımsız. Yani, ne zaman çalışacağına, ne üreteceğine kendisi karar veriyor. Diğer tarafta ise aynı şekilde çalışan zanaatkarlar vardı. Toplumda hakim olarak bağımsız bir çalışma modeli varken, fabrikalarda makinelerle birlikte çalışan bağımlı bir çalışma biçimi doğuyor. Yani, artık insanlar kendisi karar veremiyor; insanların ne zaman çalışmaya başlayacağına, kaç saat çalışacağına, ne üretileceğine başkası karar veriyor ve bağımsız çalışma biçimine alışkın olan insanlar, fabrikalarda ciddi bir problem kaynağı oluyor. Ardından kadınların ve çocukların çalıştırılmasına karar veriliyor. Fabrikalarda 16 saate kadar uzayan, güneşin doğuşu ile batışı arasındaki süreyi kapsayan ve sürekli makinada dinlenmeden, aralıksız, rutin bir biçimde çalışma modeli isyanlara, iş bırakma eylemlerine, grevlere sebep olu-yor. Bunun sonrasında da bir fabrikada çıkan yangında kadın işçiler hayatını kaybediyor ve bunun anısına da 8 Mart, “Kadınlar Günü” olarak belirleniyor. Zaman içerisinde de genel bir konsepte dönüşüyor ve bu şe-kilde kutlanıyor” diye konuştu. Toplantı sonunda, gelecek hafta yapılacak Çarşamba Sabah Toplantısında “Kadın ve Aile” konusunun ele alınmasına karar verildi.

Bakmadan Geçme