Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Muharrem Günay

AHİLİĞİN ÖZELLİKLERİ

Burgazî’nin Fütüvvetnâmesi’nde ahîliğin özellikleri şu şekilde anlatılmıştır:
“…İçki içen, zinâ eden, livâta eden, gammazlıkta bulunan, münafıklık yapan, sû-i zanda (kötü zanda) bulunan, hased (çekememezlik) eden, kin güden, sözünde durmayan, yalan söyleyen, hâinlik eden, insanlara kem gözle bakan, mütecessis olup herkesin gizli ayıplarını araştırıp ortaya atmaya çalışan, gıybet eden, iftirada bulunan, hırsızlık yapan, haram yiyen, kibirlenen kişi fütüvvetten düşer (Eraydın, 1997, s. 340).
Fütüvvet bir ağaç gibidir. Kökleri doğruluk gıdasıyla beslenir. Gövdesi ihsanda/iyilikte bulunmak, herkese iyilik yapmaktır. Budakları temizlik, yaprakları edeb ve hayâ, kökü vahdâniyet, yemişi velilerin sohbetleri, suyu rahmettir.
Ahî’nin cömert olması, dünyaya kalben bağlanmaması, kendi emeğiyle geçinip, yüzü ak, alnı açık olması, helâlinden kazanması, bir iş ve meslek sahibi olması esastır.
Ahî’nin onsekiz dirhem gümüşten fazla dünyalığı bulunmamalı (Bu ölçü o günde aslî ihtiyaçları karşılayan bir meblağdır) Fazlasını fakirlere infâk etmelidir. Herşeyin tuzu vardır; yiğitliğin, ahîliğin tuzu da ekmek kazanmak ve yoksulu doyurmaktır.
Ahî’nin bilgi sahibi olması, âlimleri sevmesi, beylerin devlet adamlarının, sultanların kapısına gitmemesi, aksine, hattâ padişahların bile onun kapısına gelmesi lâzımdır.(Selçuk Eraydın 1997, s. 341)
Anadolu’da Ahîli hakkında çok geniş bilgiler veren İbn Batuda’ya göre:
“Ahîler, Anadolu şehirlerinde oturan Türkmenlerin köylerine kadar nüfuz/etki etmişlerdir. Yabancıları korumak, misâfir etmek, ihtiyaçlarını gidermek, kötü ve fâsık kimseleri yok etmek, halka zulmeden şirretleri ortadan kaldırmak gibi davranışlarda eşleri yoktur.” (Eraydın, 1997, s.339)
Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Ahîlerin beylerin ve sultanların himayesi sayesinde bütün Anadolu sathına yayıldıklarını, birçok yerleşim biriminde zaviyeler açtıklarını, böylece idareciler ve halk nezdinde saygınlık kazandıklarını İbn Battuta’nın tespitlerinden de anlıyoruz. Sultan Orhan zamanında Anadolu’yu gezen İbn Battuta, Bilâd-ı Rûm’a (Anadolu’ya) yerleşmiş Türkmenlerin yaşadıkları her vilayette, her şehirde ve her köyde Ahîlerin bulunduğunu, bekâr ve sanat sahibi gençlerin oluşturduğu bu cemiyetin çok sıkı dayanışma içinde olduklarını, “dünyada eşi ve benzeri yoktur” ve “dünyada bunlardan daha güzel ve hayırlı işler yapan kimseler görmedim” diye övdüğü Ahîlerin misafirperverliğe büyük itina gösterdiklerini, kurdukları zaviyelerde ziyafet verip ibadet yaptıklarını ve kendisinin gittiği şehirlerde bunların zaviyelerinde konakladığını anlatır. (Özsaray, 2018, s.43)
Günümüzde bile köylerimizde bulunan ve köylere gelen giden, yolcu, ve satıcıların misafir edildiği “köy odaları” bu Ahîlik geleneğinin ve Türk’ün misâfirperverlik anlayışının hâlen devam eden en güzel örnekleridir.
İbni Batuda’nın verdiği bu bilgilere göre Ahîler, turizmin gelişmesine, Müslüman olmayan yabancıların İslâmiyet hakkında olumlu düşünmelerine ve İslamlaşmalarına ve kanunsuz hareketlerin yok edilmesine katkı vermektedirler. (Eraydın, 1997, s.341)
Ahiler, Osmanlı Devleti’nde Sultan 1. Murad zamanından itibaren, devletin içtimai hayatında daha etkin şekilde yer almaya başlamışlardır. Sultan 1. Murad bizzat Ahilik kuşağı (şed) kuşandığı gibi Ahi Musa adında birisine de kendi eliyle kuşak kuşatmış ve Malkara’da bir arazi tahsis ederek buraya Ahi tayin etmiştir. Edebali’nin kardeşi Ahi Şemseddin, ilk vezirler arasında bulunan Âlâeddin Paşa, Şeyh Edebali’nin Ahi Mahmud namındaki oğlundan olan torunu Nizameddin Ahmet Paşa, Sînâneddîn Yusuf Paşa, Çandarlı Halil Hayrettin Paşa ve sonraki devirlerde Hacı İvaz Paşa gibi 15.yüzyılın başına kadar yetişmiş bulunan birçok vezir de Ahi geleneğinden gelmektedir. (Ahilik ve Meslek Ahlakı:84) Daha sonraki yıllarda ise Ahiler siyasi bir güç olmaktan çıkarak esnaf kuruluşlarının idâri ekonomik alanları başta olmak üzere çeşitli işlerini düzenleyen “Lonca” lar olarak klasik Osmanlı esnaf ve sanatkârlar teşkilatı şeklini almıştır.
Ahi Evrenin doğmuş olduğu Azarbeycan MÖ 665’li yıllardan beri bir Türk yurdudur. Türklerin Ön Asya’ya doğru yayılmaları Saka Türkleri ile başlar. Sakalar, Asur kitabelerinde adı Gogu yahut Gog diye yazılan hükümdarlarının idaresinde Kuzey Kafkasya’daki Kimmerler’i sürüp izleyerek şimdiki Kuzey Azerbaycan’a geçtiler. Bu hadise M.Ö. 665 yılında gerçekleşmiştir. Kür ırmağını geçen Sakalar, şimdiki Gence vilayeti batısında Gog’un adıyla ilgili olduğu ileri sürülen Gogoren denilen, Gence’nin doğusunda Sakasen denen yerlere yerleştiler. (Togan, 1981, s.166)
Daha sonda bölgeye sırasıyla; Bulgar ve Vanand Türkleri, Udh ve Udhinler, Miladi 445 lerde Hunlar, 465′ lerde Agaçeri uruğu ve Kaçarlar, miladi 305’lerde Sabir Türkleri gelip yerleşmişlerdir. Azerbaycan’a Türk göçleri Oğuzların kitlesel göçleri ile devam etmiştir. Azerbaycan Türkleri onuncu asırda Müslüman olmuşlardır. Oğuzlar bölgede çeşitli adlarda devletler ve hakanlıklar kurmuşlardır. (Günay, 2004, s.138)
“Ahi Evran’in künyesi Şeyh Nasîrü’d-din Ebü’l-Hakâyık Muhammed b. Ahmed el-Hoyî’dir. Bu kayıttan O’nun Azerbaycan’ın Hoy kasabasından olduğunu öğreniyoruz. Hoy ve çevresi, Sultan Tuğrul zamanından beri (Orta Asyadan gelen) Türkmen(lerin) yerleşim bölgesidir. Anadolu fethedilmeden önce bu bölge Selçukluların askerî yığınak merkeziydi. Anadolu Selçukluları zamanında Azerbaycan’dan Anadolu’ya gelip yerleşen Ahi Türk (Urmiyeli), Fakih Ahmed (Esbustlu), Abdal Musa (Hoylu) ve Geyikli Baba (Hoylu) gibi pek çok Türkmen derviş ve bilim adamı vardı.” (Akdağ, Ö. ve Kurtuluş. M., 2016, s.19)

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER