• Haberler
  • Genel
  • Afyonkarahisar'ın çınarını kaybettik – Kocatepe Gazetesi

Afyonkarahisar'ın çınarını kaybettik – Kocatepe Gazetesi

Gazetemizin kurucularından İbrahim Küçükkurt vefatından önce son röportajını Taşpınar Dergisi’ne vermişti. Afyonkarahisar basınının duayenlerinden İbrahim Küçükkurt’un hayatını anlattığı son röportajını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz Taşpınar'ın bu sayısında sizlere Afyonkarahisar'ın yerel basınında bir duayeni tanıtmak istiyoruz. 60 yılı aşkın bir zamandır bu mesleğin içinde olan İbrahim Küçükkurt'la 1940'lı yılların Afyonkarahisar'ından 27 Mayıs darbesine, yerel basında bir [&hellip]

Afyonkarahisar’ın çınarını kaybettik

Gazetemizin kurucularından İbrahim Küçükkurt vefatından önce son röportajını Taşpınar Dergisi’ne vermişti. Afyonkarahisar basınının duayenlerinden İbrahim Küçükkurt’un hayatını anlattığı son röportajını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz

Taşpınar’ın bu sayısında sizlere Afyonkarahisar’ın yerel basınında bir duayeni tanıtmak istiyoruz. 60 yılı aşkın bir zamandır bu mesleğin içinde olan İbrahim Küçükkurt’la 1940’lı yılların Afyonkarahisar’ından 27 Mayıs darbesine, yerel basında bir ilk olarak bol fotoğraflı basılan Kocatepe Gazetesi’nden yine bir ilk olan Zafer Gazetesi’ne ve basın mahkemelerine varıncaya kadar pek çok konuda konuştuk.
İbrahim Bey bize kendinizden bahseder misiniz?
Hacı Kavaslar sülalesinin bir ferdi olarak 6 Eylül 1934’de doğdum. İlkokulu 4.sınıfa kadar Namık Kemal İlkokulu’nda, 5. sınıfı Cumhuriyet İlkokulu’nda okudum.O yıllarda Namık Kemal İlkokulu şimdiki Yeni Camii civarında Medrese binasında, kömürcüler içinde idi.4.sınıfı bitirdiğimiz yıl bina yıkılmaya yüz tuttuğu için boşaltıldı ve son seneyi Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladım .İlkokul bitince 1946 yılında ortaokula Afyon Lisesi’nin orta kısmına devam ettim.Fakat Orta 3. sınıfta Müzik ve Almanca dersinden sınıfta kaldım ve iki yıl bekledim.Sınıf arkadaşlarım beni bırakıp geçti. İki yıl bekle-dim.
Bu iki yıllık süre içerisinde birkaç işte çıraklık yaparak çalıştım.
Basınla tanışmanız nasıl oldu ?
O yıllarda Afyonkarahisar’da çıkan günlük gazeteleri takip ederdim. Çok enteresandır, bir hatıram var onu anlatmak isterim. Ortaokulda okurken günlük çıkan ve Uzun Çarşı’da şimdi ki Zekiler Gıda’nın olduğu yerde bulunan İkaz Matbaası’nda Suat Taşkapılı, Rüştü Kutman , Nusret Koçoğlu bir gazete çıkarırdı. Bu gazete bazen tek yaprak, bazen iki yaprak çıkardı. Bu gazetede bir fotoğraf neşredildi. Bu fotoğraf bir insanın belinden aşağısını, sadece bacaklarını gösteriyordu. Resmin yanında da “bu bacakların kime ait olduğunu bilene bir dolma kalem hediye edileceği” yazıyordu. Tabii o gazeteyi takip ettiğim için bu resmin kime ait olabileceğini tahmin ediyordum. O zaman Belediye Başkanı rahmetli Tevfik İsce idi ve bu kişi uzun bacaklı bir zattı. Bu bacaklar Tevfik İsce’ye ait desem dolma kalemi kazanacağım. Fakat yazıyı birazda süslemem gerekiyordu. Bunun üzerine de o günlerde gündemde olan bir tartışmaya atıfta bulunarak yazıyı hazırladım. Bu yazıda Belediye Encümen üyesi olan rahmetli Hasan Yabuz’un Belediye ile olan iş ilişkisine de değinmiştim. Hasan Yabuz, o günlerde Belediye Tanzifat Hayvanlarının (çöp toplamakta kullanılan hayvanlar) ot ve yem ihtiyacını karşılı-yordu. Bu da gazete de eleştiri konusu oluyordu.
Ben cevabı bir kâğıda yazdım ve zarflayıp posta ile gazeteye gönderdim. Adres olarak çıraklık yaptığım Tuzcu Avni”nin dükkânın adresini vermiştim. Aradan bir hafta geçti. Gazeteden dükkâna gelip “ İbrahim Küçükkurt kim? “ diye sordular.
“ Benim “ diye cevap verdim. Bunun üzerine dolmakalem kazandığımı söyledi-ler. Rahmetli Avni Amca şaşırdı.” Sen ne biliyorsun da dolmakalem kazandın? “ diye sordu. Gazeteye gidip dolmakalemi aldım ve ertesi günde dolmakalemi benim kazandığımı gazeteye yazdılar. O zamanlarda dolmakalem sahibi olmak bir ayrıcalıktı. Bu yaşadığım olay bende derin izler bıraktı. Basınla böyle tanıştım. O zaman İstanbul gazeteleri haftada iki gün gelirdi. Karagöz, Köroğlu gibi gazeteleri takip ederdim.
Lise yıllarında sanırım bu merak daha da yoğunlaştı
Ortaokul üçüncü sınıfta eğitime iki yıl ara verince biraz çobanlık, biraz kasaplık yaptım. Sonra bir akrabamızın dükkânında çıraklık yapmaya başladım. Eskişehir Ticaret Lisesi’nde memurluk yapan rahmetli Âşık Emre ile tanıştım. Bana okula devam edip etmeyeceğimi sordu. Bende devam etmek istediğimi ancak beraber okuduğum arkadaşlarımın üst sınıflarda olmasının benim bu isteğimi engellediğini söyledim. Bunun üzerine Â��ık Emre, babamı da ikna etti ve kendisinin görev yaptığı Eskişehir Ticaret Lisesi’ne velim olarak kaydımı yaptırdı. Kendisine çok şey borçluyum. Eskişehir’de bir akrabamızın yanında kalıyordum. Eğitime iki yıl ara vermeme rağmen başarılı oldum ve ilk kanaat döneminde iftihara geçtim. Dışarıdaki sıkıntıyı görmüş olmam benim başarımın en büyük sebebiydi. Eğer okumaya devam etmeseydim, ya çoban olacaktım, yâda kasap. Veyahut ailemi ikna edebilirsem bir manifatura dükkânı açabilirdim.
Eskişehir Ticaret Lisesi’ni başarılı bir öğrenci olarak 1954-1955 eğitim öğretim yılında bitirdim. Bu yıllarda arkadaşlarla birlikte Eskişehir’de “Erek” isimli bir edebiyat dergisini birkaç sayı çıkarmıştık. Bu arkadaşlardan birisi de sonradan tüm Türkiye’nin Cüneyt Arkın ismi ile tanıdığı Fahrettin Cüreklibatur’du.
Yüksek öğrenimi İstanbul’da tamamladınız bildiğim kadarıyla
Liseden sonra İstanbul Ticaret Yüksek Okulu’na kayıt yaptırdım. Kayıtlar sırasında lise öğretmenler kurulu bir yazı ile Yüksek Okula beni tavsiye etmişler. Okulun açıldığı ilk gün tahtada bir yazı vardı. “İbrahim Küçükkurt’un Müdüriyete başvurması” isteniyordu. Bunun üze-rine apar topar müdürün yanına çıktım. Müdür Ordinaryüs Profesör Nihat Sayar’dı. O beni Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nun talebe yardım ve neşriyat bürosuna muhasebeci olarak atadı.
İstanbul’da Pendik’de akrabalarımın yanında kalıyordum. Her gün sabah banliyö treni ile Haydarpaşa’ya geliyor ve oradan vapurla karşıya geçip Sultanahmet’te bulunan okuluma gidiyordum. Tren yolculuğunda o günlerin meşhur yazarlarından Refi Cevat Ulunay ile birlikte yolculuk yapıyordum. Kendisi o sıralarda Milliyet Gazetesi’nin başyazarıydı. Bir eğitim yılı boyunca yolculuklarda sürekli sohbet ederdik. Onun sayesinde Çetin Altan ile tanıştım.
Okulun açıldığı günlerde İstanbul’da 6-7 Eylül (1955) hadiseleri olduğu için sıkıyönetim vardı. Okul idaresi tüm öğrencilerin kimliklerinin değiştirilmesi kararını aldı. Ve bu işle ilgili de beni görevlendirdi. 15 gün içerisinde 3 bini aşkın öğrencinin kimliğini toplayarak yenileriyle değiştirdik. Bütün öğrencilerle bu suretle muhatap olmam öğrenciler arasında tanınmamı sağladı.
AFYON TALEBE
YURDU’NDA KALDIM
Okulun ikinci yılında Afyonkarahisarlı arkadaşlarımın ısrarı ile Şehremini’n de bulunan Afyon Talebe Yurdu’na geçtim. Burada da Yurt Müdürü olarak görevlendirildim. Afyon Talebe Yurdu İstanbul’da okuyan Afyonkarahisar’lı öğrenciler için kurulmuş ve merkezi yerde bulunan çok güzel bir bina idi. 1950 yılında tamamen Afyonkarahisar’lıların gayretleriyle arsa satın alınmış, bina yapılmış ve o yıllarda 90 öğrenci barınıyordu. Yurda geçmemle okula gidiş gelişlerim çok kolaylaştı. Ancak cemiyet hayatının içinde olmam sebebi ile pek çok işle uğraşıyordum. Neredeyse 24 saat bana yetmiyordu. İstanbul’da birkaç işletmenin defterini tutuyor, Afyon’da defter tutuyor ve ayda bir sefer memleketime geliyordum. Bu şekilde ben aileme yük olmadan kendim kazandım ve okudum.
Okulu bitirdiğim sıralarda İstanbul’da asistan olarak kalmam istendi. Fakat Eskişehir’de akademi başkanı olan hocam Profesör Orhan Oğuz’un isteği ile ve tabii çevremin de orada olması sebebi ile 1960’ın Şubat ayında mezun olup, Mart ayında Eskişehir’de İktisat Akademisinde göreve başladım.
Eskişehir’de geçen günleriniz nasıldı?
Eskişehir’de göreve başladığım günlerde Şeker Fabrikası lojmanlarında kalıyordum.Henüz birkaç ay olmuştu ki Başbakan Adnan Menderes’in Eskişehir ziyareti gerçekleşti.Bu ziyaretler sırasında ben de öğretim görevlisi olmam sebebiyle protokoldeydim. Havaalanında karşıladık. Orada genç subayların bir nevi protestolarına şahit oldum. Sonra binlerce kişinin hatta Afyonkarahisar’dan gelenlerin bile olduğu mitingi gördük, ne gariptir ki; orada olan binlerce kişi sadece iki gün sonra yapılan 27 Mayıs darbesinden sonra hiçbir zaman görünmediler.
25 Mayıs akşamı heyet Şeker Fabrikası’nda kaldıkları için beraber akşam 27 Mayıs sabaha karşı geç vakitte gürültülerle uyandım. Hatta o günlerde köşe yazarlığı yapan Peyami Safa gözlerini ovuşturarak “bu saatte de insan uyandırılır mı?” diye söyleniyordu.
Daha sonra askerin ihtilal yaptığını öğrendik. İlerleyen günlerde ihtilal yönetimi artık oturmuştu. Demokrat Parti yanlısı olanlar ya köşelerine çekilmiş, yada saklanmışlardı. Herkes onlardan “kuyruk” diye bahseder olmuştu. Onların tabiri ile “bu kuyruklardan” biri de bendim. DP Eskişehir Milletvekili ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile olan yakınlığımız sebebi ile bizde böyle nitelendiriliyorduk.
Bir gün önce Adnan Menderes taraftarlarının doldurduğu sokaklarda artık “ordu millet el ele” diye bağıran kalabalıklar yürüyüş yapıyordu. Yassıada Mahkemelerinin de bir duruşmasına katılmıştım. Orada bir dönemin siyasilerini, idarecilerini o şekilde görmek beni derinden yaralamıştı. Menderes ve iki arkadaşının idamı ile sonuçlanan o günler bana şunu öğretti. “en kötü demokrasi en iyi ihtilalden daha iyidir”
Afyonkarahisar yılları nasıl başladı?
İstanbul’daki yıllarımda Babıali’yi tanıdım. Neşriyat Bürosunda olmam sebebi ile matbaalarla içli dışlı oldum. Ve Eskişehir’e gelince bir şeyin eksikliğini gördüm. Matbaacıların hepsi eski usul ve makinalarla çalışıyordu. Biz ilk defa entertyp dizgi makinası getirttik ve Bozkurt Matbaasını kurduk. Bu matbaada okulun ihtiyacı olan defter, kitap ve evrakları basıyordum. 1964 yılında matbaa çok güzel çalışıyordu fakat aşırı yağışların getirdiği bir su baskını neticesinde tüm matbaamız sular altında kaldı ve büyük bir zararla karşı karşıya geldik. 400 bin liralık bir zararımız vardı. Ve bunu sigorta ödemedi. Bunun üzerine görevimden istifa ederek matbaayı Afyonkarahisar’a taşıdım. Ve bu zararı karşılamak için çalışmaya başladık.
Makinaları ilk başta Bankalar Caddesi’nde bir dükkana yerleştirdik. Sonraki günlerde dükkan sahibi makinaların çalışmasının binaya zarar vereceğini öne sürerek çıkmamızı istedi. Matbaa makinalarının montajı büyük zahmet isteyen bir işti. Tekrar bu zahmete gi-rerek matbaayı Alaca Hamam’ın ön kısmında yer alan Vakıf dükkanlarına taşıdık. Ve 42 yıl boyunca gazeteyi burada halkımızın beğenisine sunduk.
Kocatepe Gazetesini çıkarıncaya kadar “Çevre Mecmuası” adında bir dergiyi yaklaşık bir yıl boyunca yayımladık. Bu dergi o günlerin popüler dergilerinden Akis ayarında idi. Bu dergide sürekli yazanlardan Hüseyin Şen Şaştımoğlu Hocamız vardı.
1965 yılının 30 Ağustos günü Kocatepe Gazetesi’ni yayımlamaya başladık. O sıralarda ilimizde çeşitli matbaaların biraraya ge-lerek çıkarttıkları “Birlik Gazetesi” vardı. Bu gazetenin de yayın amacı tamamen reklamın yanı sıra resmi ilanları alabilmek amaçlıydı. Bunun yanı sıra haftalık yayınlanan Türkeli Gazetesi vardı.
Gazetenin ayakta durabilmesi için Resmi ilan alması şarttı. Altı ay sonra yapılan incelemede ilan almaya hak kazandık. Bir ay sonra diğer gazete (Birlik Gazetesi) kapandı. Çünkü haberden ziyade sadece ilanların yer aldığı bir gazete hüviyetindeydi.
Sonraki günlerde Dr. Aygen, Türkeli’ni günlük olarak yayınlamaya başladı. Onun yanı sıra haftalık veya 15 günde bir çıkan Cop Gazetesi vardı. O sıralarda Şuhut’ta dava vekilliği yapan Mehmet Tokman’ın yayınladığı bu gazete, bir nevi şahsa münhasır bir yayın hayatı sürdürürdü.
Kocatepe Gazetesi Afyonkarahisar’a birçok yenilik getirdi. O yıllarda yerel gazeteler pek fotoğraf kullanmazlar, sadece Vali, Belediye Başkanı gibi önemli kişilerin klişe fotoğraflarını basarlardı. Çoğu zaman onu da kullanmazlardı. Biz ilk defa günlük olayları fotoğraflı olarak yayınlamaya başladık. Bu o günler için çok masraflı ve zahmetli bir işti. Çünkü Afyonkarahisar’da klişe atölyesi yoktu, en yakın Ankara’da vardı. Çektiğimiz fotoğrafların nega-tiflerini otobüsle Ankara’ya gönderiyor ve orada klişesini yaptırdıktan sonra getirip yayınlıyorduk.
1966 yılında yerel gazeteler içinde ilk spor sayfasını yapan Kocatepe Gazetesidir. Bunun yanı sıra baskı olarak da o günlerin en modern makinalarını kullanıyorduk. Bu makinaları kullanacak usta bulmakta çok zor ve masraflıydı. Sonraları kardeşim Şükrü ve Osman, bu işi öğrenerek bizi bu zahmetten kurtardı.
1972 yılında gazete henüz 7 yaşında iken günlük baskımız 10 bindi. Yani 10 bin eve giri-yorduk. Aynı yıl seçimlerde şehrimiz için faydalı olacağına inandığımız bir kişiyi destekledik (Sami Öznur) ve büyük bir destekle bu kişi bağımsız olarak Belediye Reisi seçildi. Aldığı destek o kadar çoktu ki; diğer dört adayın aldığı oy toplamı onun oylarının yarısı kadar yapıyordu. Bu örnekte o dönem gazetenin gücünü göstermektedir. Onun döneminde şehrin elektrik ve su tevzi işleri gerçekleştirildi. Otogar şehir dışına alındı.
1972 yılı aynı zamanda Büyük Taarruz’un 50. yıldönümüydü. 26 Ağustos 1972’de ilimizde yapılan törenlere Atatürk’ün silah arkadaşı olan ve o günlerde 90 yaşını geçmiş olan Fahrettin Altay Paşa, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Ferit Melen, Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler, Senato Başkanı Tekin Arıburnu ve pek çok Bakan, Komutan katılmıştı. Aynı zamanda Afganistan Büyükelçisi olan bir General’de katılmıştı. O günlerde ben kendisi ile askerlik yaptığım 1968 yılında levazım okulunda bir konferansa davet ederek tanıştığım Fahrettin Altay Paşa’nın mihmandarlığını yapmıştım. Yine bu tören katılanların niteliği bakımından ilimiz tarihinde tektir. Kocatepe Gazetesi 1964 yılından itibaren Zafer Haftalarında katılımcılara yıllarca ev sahipliği yapmıştır. Bu gelenek bizden sonra başkaları tarafından devam ettirildi.
1973 yılında İsmet İnönü’nün vefatında da yine Kocatepe olarak bu töreni takip etmiştik. Hatta İnönü’nün kabrine Kocatepe’den aldığımız toprağı döktük. Milli Şef’e de bu şekilde son görevimizi yapmış olduk. 1974 yılı başlarında ilimizde bir yüksekokul açılması fikrini gazetemiz ortaya attı ve bu fikrin takipçisi oldu. Dilekçeyi 15 Temmuz 1974’te Başbakan Ecevit’e sundum ve bu dilekçemizin takibini yaptık. Bu girişimle-rimiz sonucunda Kasım 1974’te Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı Maliye Muhasebe Yüksek Okulu’nu ilimizde açtık. Bugün 30 bin civarında öğrenciyi barındıran Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin temelleri bu şe-kilde tarafımızdan atılmış oldu.
Savaş Muhabiri olarak Kıbrıs Barış Harekatı’na nasıl katıldınız ?
20 Temmuz 1974’te başlayan Kıbrıs Barış Harekâtını Anadolu Basını’ndan savaş muhabiri olarak izleyen tek gazeteci bendim. Hatta giderken evin bile haberi yoktu. İlimizde daha önce Batı Menzil Komutanlığı yapan ve o sıralarda YAŞ Komutanı olan Nihat Tolunay Paşa ve Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’la olan tanışıklığım sayesinde bu savaşı cephede takip ettim. Yine çıkartma komutanı Org. Nurettin Ersin’i de daha önceden tanıdığım için büyük yardımlarını gördüm. Orada yaptığım haberler günlerce gazetemiz Kocatepe’de fotoğraflı olarak yayınlandı. O günlerin Afyonkarahisar Valisi Lütfi Uraz’ın oğlu Tekin Uraz’la Kıbrıs’ta harekat sırasında tanıştık. Fotoğrafını ve sağlık haberlerini Vali Bey’e getirdiğimde çok şaşırdı ve memnun olmuştu. Cephede Rum askerlerinden ele geçirilen bayrak, mühimmat vs. Uzun Çarşı’da bir dükkânın vitrininde günlerce sergiledik. 1970’li ve 1980’li yıllar bu şekilde geçti.
1980’li yılların sonunda bir ilkte daha sizi görüyoruz.
Evet, 1989’un yaz aylarında Rahmetli Ahmet Kocaşaban bir gazete çıkarmak istediğini ve buna öncülük etmemi istedi. Çıkarılacak gazete son sistem bilgisayarlarda hazırlanan, ofset basılacak ve bol fotoğrafla desteklenen bir gazete olacaktı. Kardeşlerimle de görüştükten sonra İbrahim Yüksel, Fatih Gümüş, Recep Yaşayacak ve spordan sorumlu Salih Özkılınç ile birlikte gazeteyi çıkarmaya başladık. ‘’ Zafer‘’ adını verdiğimiz bu gazete Ordu Bulvarı’nda Karayiğit Apartmanı’nın zemin katında yayın hayatına atıldı. Zafer Gazetesi’nde de yıllarca aynı çizgiyi yani “Zafer yazdıysa doğrudur” anlayışını devam ettirdik. Okuyucuya güven telkin ettik. Ve uzun bir süre böyle gitti. Zannederim; 1995 yılıydı. Gazetenin el değiştirmesi gündeme gelince ekip olarak görevimizi bıraktık. Gazete de çok uzun ömürlü olmadı biz ayrıldıktan sonra, çünkü belli bir yayın politikası kalmamıştı.
Bu kadar uzun sürede kimler vardı yanınızda ?
Burası bir okul gibidir. 1965’ten bu yana sanırım 100’den fazla kişi geldi geçti. Gazeteciliğe meraklı olanlar devam etti, etmeyenler meslek değiştirdi. Bu gün en eski yazarlarımızdan Hüseyin Şenşaştımoğlu hayatta, Recep Yaşayacak, Çetin Özerdem, Lütfi Bozkurt Sepin, Mahir Erkmen, rahmetli oldu. Bunlar ilk aklıma gelenler… İbrahim Yüksel bir zamanlar gazete dağıtıcılığı yapardı. Sonra yetişti , gazetemizde Yazı İşleri Müdürlüğü, ulusal gazetelerin temsilciliğini yaptı. Pek çok kitap yayınladı. Ender Yurter, İrfan Ünver Nasrattınoğlu şu anda hatırladığım isimlerden sadece bir kaçı. Yaptığım her işte yanımda olan kardeşim Şükrü vefat etti. Ona da Allah’tan rahmet diliyorum. (Bu röpörtajı yaptığımız günlerde Kocatepe Gazetesi sahibi Şükrü Küçükkurt vefat etmişti.)
Gazetenizin uzun ömürlü olmasını neye bağlıyorsunuz ?
Kocatepe Gazetesi çizgisini bozmadığı, taraf tutmadığı, memleket meselesi olmadıkça kişilerle pek fazla uğraşmadığı, doğruya doğru dediği için güvenilir bir gazete olmuştur. Bizim tarafımız daima devlet, millet, memleket olmuştur. Böyle olduğu için de bugünlere kadar gelebilmişizdir.
Gazetecilik yaşantınızda aklınızda kalan ilginç olay var mı?
Evet, 1969 yılıydı sanırım. Afyonkarahisarlılar’ın çok sevdiği Hafız Cemal Eğretli Hoca Efendi vefat etmişti. Gazetemiz onun cenaze törenini yine fotoğraflarla vermişti. O günlerde basın mahkemesinden bir celp geldi. Mahkemede, gazetede yaptığımız yayınlarda merhum Eğretli Hoca’dan “Hoca Efendi” diye bahsederek “Hoca, Hacı” gibi unvanların kullanılmaması yasağını çiğnediğimiz belirtildi. Bende savunmamda “Hacı” sıfatını Sabancı Ailesi resmi bir vakıf kurarak (Hacı Ömer Sabancı) kullanınca suç olmuyor da biz “hoca” de-yince mi suç oluyor? diyerek savunma yapmıştım. Bu şekilde beraat ettim.
Yine zamanın Afyonkarahisar Müftüsü Celal Yıldırım’ın gazete-mizdeki yazılarının başına koyduğumuz “Besmele” klişesi yüzünden de mahkemeye çağrılmıştım. Gerekçe “Harf inkılâbına muhalefet.” Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler…
Günümüz yerel basınını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki gazetenin çıktığı günlerden, 23 gazetenin çıktığı günlere geldik. Bakıyorsunuz gazetelerde hep aynı haber. Yorum yok, farklı haber yok… Araştırma yok… Fikri takip yok… Olsa da çok nadir. Hazıra alıştık. Maalesef kâğıt israfı, kes yapıştır tarzı gazetecilik yapılıyor. Teknoloji eskisine göre işleri kat kat kolaylaştırdı fakat yukarıda bahsettiğim gibi habercilik bakımından kalite düştü. Bu eleştiriyi kendimiz için de yapıyorum…
Efendim bize zaman ayırdığ��nız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim,Taşpınar Dergimizin de uzun ömürlü olmasını dilerim.
(Kocatepe)

Bakmadan Geçme