• Haberler
  • Gündem
  • Afyonkarahisar değerli bir evladını daha kaybetti: Şaştımoğlu vefat etti

Afyonkarahisar değerli bir evladını daha kaybetti: Şaştımoğlu vefat etti

Afyonkarahisarlıların yakından tanıdığı, eğitimci, yazar, entelektüel, sevilen ve sayılan insan, basın camiasının 'hoca'sı, Hüseyin Şenşaştımoğlu 86 yaşında vefat etti. Şaştımoğlu'nun cenazesi cumartesi günü öğle namazını müteakip kendi köyü olan Anıtkaya'da toprağa verildi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Afyonkarahisar eski Şube Başkanı, emekli Öğretmen Hüseyin Şenşaştımoğlu'nun vefatı sevenleri arasında büyük üzüntüye neden oldu. Pek çok kişi Şaştımoğlu'nun [&hellip]

Afyonkarahisarlıların yakından tanıdığı, eğitimci, yazar, entelektüel, sevilen ve sayılan insan, basın camiasının “hoca”sı, Hüseyin Şenşaştımoğlu 86 yaşında vefat etti. Şaştımoğlu’nun cenazesi cumartesi günü öğle namazını müteakip kendi köyü olan Anıtkaya’da toprağa verildi. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Afyonkarahisar eski Şube Başkanı, emekli Öğretmen Hüseyin Şenşaştımoğlu’nun vefatı sevenleri arasında büyük üzüntüye neden oldu. Pek çok kişi Şaştımoğlu’nun ardından iyi dileklerini dile getirdi. >> Burak AYDIN’ın Haberi

Hüseyin Şenşaştımoğlu’nun 2 Ocak 2013 tarihinde gazeteniz Kocatepe’ye verdiği özel röportaj

Panolarla yola çıktı, duayen oldu

Hüseyin Şenşaştımoğlu, ömrünün yaklaşık 60 yılını Afyonkarahisar’ın basın-yayın hayatına adadı. Köy Enstitüsü’nden yetişip 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra gazeteciliğe adım atan Şenşaştımoğlu, bilgisi, yaşadıkları ve hafızasıyla, yakın tarihe ışık tutuyor. Şenşaştımoğlu’nun soyadının da ilginç bir öyküsü var. “Şen” olan soyadı da yazarlık yaptığı gazetede kullandığı mahlas isimden yola çıkılarak değiştirilmiş

Son 50 yılını, yazarak, çizerek, konuşarak, yol göstererek geçiren bir isim Hüseyin Şenşaştımoğlu. Şenşaştımoğlu’nun 27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra vatandaşları bilinçlendirmek üzere kentin farklı bölgelerindeki panolara gündemle ilgili haberleri asmakla başlayan gazetecilik hayatı, 1980 darbesine kadar fiilen devam etmiş. 1980 darbesinden sonra yine basın camiasından kopmamış, fikrini “Gazetem” dediği Kocatepe’de zaman zaman kâğıda dökmüş.
İşte, bilgisi ve tecrübesiyle örnek olan Hüseyin Şenşaştımoğlu’nun söyledikleri:
KOCATEPE: Gazetecilikle ne zaman tanıştınız?
ŞENŞAŞTIMOĞLU: Eskiden Ferah Kahvesi vardı. Memurlar, o kahveye gider sohbet ederlerdi. Ben de Köy Enstitüsü’nden sonra Fethibey’de öğretmen olarak çalışmaya başladım. Ferah Kahvesi’nde ilköğretim müfettişlerinden Süleyman Çalışkan’la tanıştım. Tanıştıktan sonra ailece görüşmeye de devam ettik. Görüş alışverişi yaptık. Atatürk İlkeleri’ne o zaman da sahip çıkıyorduk. Bu siyasi tavırlarımız var. Uzun Çarşı’da Halk Partisi İl Binası vardı. Oraya Hasan Akkuş başkan yardımcısı, Asım Yılmaz İl Başkanı dışında kimse girip çıkamazdı. Tahkikat Komisyonu var. Tahkikat Komisyonu terör estiriyor. Bana da arkadaşlar ‘Sakın konuşma, durum çok kötü’ diyenler oldu. Süleyman Çalışkan ile çalışmalarımız devam etti, 27 Mayıs oldu. 27 Mayıs olduğunda ben Öğretmenler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi’ydim. Milli Birlik Komitesi Üyeleri geldi Afyonkarahisar’a. Mehmet Özgüneş ve iki kişi daha geldi. ‘Öğretmenler Lokali’nde bir konuşma yapacaklar’ dediler. Öğretmenler Lokali, şimdiki Kızılay Binası’nın üst katı. Toplantı başladı, ‘söz almak isteyen var mı’ dediler. O anda bana ‘buyrun’ dediler. Sonra biz konuşma yapmaya başladık. Türkiye’de bir kalkınma hamlesi yapılması gerekir. Biz bunu gerekli görüyoruz. Bunun için de tasfiye edilen subayların bu alanda yararlanılması gerekir. Köy-Kentler gibi bir proje anlattım. Tasfiye edilen subaylar, 5 bin kişiydi. Türkiye’de 5 bin merkez olmak üzere köylerden kalkınma hamlesinin başlaması yönünde bir konuşma yaptım. Köylerin, çevrelerindeki köylerle birlikte her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak merkezler kurulmasını önerdim. İyi dediler. Bana bir broşür hazırlama görevi verdiler. Bir broşür hazırlamaya başladım. Dönemin valisine ‘Hüseyin broşür hazırlıyor’ demişler. Vali de ‘gelsin görelim’ demiş. Vali’nin yanına gittim. 8-10 sayfa bir şey yaptım. Biraz daha geliştirmemi istedi. Onun dediği gibi gözden geçirdim. O dönemde 24 saat olarak çalıştım. Bir taraftan öğretmenlik yaptım, bir taraftan broşür var. Bu nedenle o tarihte bronşit hastalığına yakalandım. 1961’de ağır bir bronşit geçirdim. İstanbul’da Validebağı Provantoryumu’na gönderdiler. Beslenme programı uygulandı. Askerlik uygulaması var, 80 bin kişi askerlik yapamamış. Birikmiş. Bir ay daha kalmam gerekiyor Provartoryum’da, o zaman da askerliğe geç kalacağım. Bronşit kalıcı oldu, geçmedi. İki yıldır yine tedavi altındayım. Çok kuvvetli ilaçlarım var.
Broşür çalışması devam etti bir yandan…
Çarşıda görülen ilan panoları var. Postane’nin önünde, Oruçoğlu Çarşısı’nın önünde, Anıtpark’ın önünde Süleyman ile ben pano yaptırdık. Buralarda Devrim ile ilgili çıkmış yazıları asıyorduk. Gazete ve dergilerde çıkan yazıları asıyorduk. Yazıları panolara asarken Süleyman Çalışkan ‘Biz kendimiz de yazabiliriz’ dedi.
Sizin başka görevleriniz de var mıydı?
Kurucu Meclis toplanacak, bir açık hava toplantısı yapılacak, bir de kapalı salon toplantısı yapılacak. Sene 1961’de, ben miting yapmak üzere görevlendirildim. 7 yıllık öğretmenim. O miting, buranın tarihinde öyle bir miting olmadı. Meydan doldu, Uzun Çarşı, İstasyon Caddesi her taraf tıklım tıklım oldu. Afyonkarahisar’da böyle bir miting görmedim.
O mitingin tek konuşmacısı benim. 27 Mayıs’ı anlatacağım. İyi kötü bir şeyler anlattım. Süleyman da Şafak Sineması’nda konuştu. Anlaşıldı ki biz 27 Mayıs’ın koordinatörü durumundayız. Her şey bize bırakılmış, Valilik’e gelir genelgeler, biz de gereken neyse yaparız. Köy ekipleri oluşturduk. Diyanetten bir kişi, öğretmen ve muhtar yer aldı bu ekiplerde. Süleyman Konya’ya, memleketine gitti, ben tek burada kaldım. Halkevi Başkanıyım, Öğretmenler Derneği Başkanıyım, 27 Mayıs’ın koordine ediyorum ve yazarlık yapıyorum. Yazarlık, o panolardan başladı.
İlk olarak hangi gazetede yazdınız?
Gazete olarak Gençliğin Sesi vardı, orada yazmaya başladım. Günlük gazeteydi. Gençliğin Sesi’nde bir köşe yazmaya başladım. Rifat Seloğlu ve Muammer Yalvaç’ın gazetesiydi. Devrim’i destekler nitelikte bir gazeteydi. O süreçte gazeteciliğe ve köşe yazarlığına başlamış olduk. Yazılarım dolayısıyla Belediye ile anlaşmazlığa düştüm. Belediye Başkanı, Vali. Hem Devrim ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, hem de şehirdeki özellikle kabzımallarla uğraşıyordum. Ben kendimi saklamak için mahlas kullanmaya başladım. O zaman Belediye binası olarak kullanılan binada toplantı düzenledi. Baktım orada 22 gazeteci var. Belediye tenkitlerini anlatıyor. Biraz laf etti. Ben bir şey demedim, sustum. Nusret Koçoğlu söz aldı. O söz aldıktan sonra ortam değişti. İl yönetimi ile ilgili eleştirilerde bulundu. Rahmetli Koçoğlu’nun görüşleri hakim oldu. Eleştiri daha genişledi. Diğer gazete Afyon Haber’di. Onlar Demokrat Partiliydi. Gençliğin Sesi 4 sayfaydı. Gazete olarak ne zaman kapandı bilmiyorum ama bizim gazeteciliğimiz devam etti. Bir taraftan çalışmalarımız da devam ediyor.
Gençliğin Sesi adı gibi miydi?
Sempatik bir gazeteydi, Gençliğin Sesi. Temiz bir gazeteydi. O devirde Jop diye bir gazete de vardı. O gazetede de yazdım. Jopçu’yu herkes tanır. Jopçu’nun hiçbir işi yok. Asıl adı Mehmet Tokman. Jopçu, 1 yaprak haftalık gazete çıkarır. Kimlerden kendisine yardım gelebileceğini hesaplar. Onlara atıflar yapar. Şiirlerini bırakır, geri kalan bölümleri ben doldururum. Orada yazdım. Ali Türk, Birlik gazetesini çıkarırdı. Birlik gazetesi, bazen yetiştiremezdi, ben Kadınana’ya gelmiştim, bana rica ederdi. Ben yazardım. Benim ismim geçmezdi.
İbrahim Küçükkurt’la tanıştınız sonra…
İbrahim Küçükkurt’la tanışmamız nasıl oldu?
İbrahim ile tanışmamız YÜNTAŞ üzerinden oldu. Eskişehir’de matbaalarını sel basmıştı. Afyonkarahisar’a gelmişti. Orada (harfler) çamurlar içinde. Onları yıkayıp dizgiye veriyorlar. Her taraf çamur içinde. Şimdiki sistem yok, elle diziyorlar. İbrahim, Afyonkarahisar’a geldi. YÜNTAŞ toplantısı yapıldı ama sendika başkanı Emin Dikmen’i kimse deviremiyor. Buraya Balıkesir’den geldi. Kimse onu yıkamıyor. Kooperatif kuruyor, bir kooperatif toplantısında İbrahim, konuşma yaptı. Köylülüğe hakaret etti gibi anladım. Gençliğin Sesi gazetesinde iç sayfa hariç tam sayfa buna ayırdım. Birinci sayfadan sonda 4’e de aktarmışımdır.
Bu yazıdan sonra karşılaştınız mı İbrahim Küçükkurt’la?
Yabuz Apartmanı’nın hisse senedi gelmişti. Karşılıklı iki daire YÜNTAŞ’ın. Ben götürdüm verdim. ‘Hoş geldin’ dedi. Çay kahve söyledi. Ondan sonra ayrılmadık bir daha. 1960’lı yıllarda. O konuşmadan sonra dargınlık yaşamadık hiç. Zaman zaman onunla da işbirliği yaptık. O entellektüel bir çevrenin adamıdır. Ben hiçbir zaman görev istiyorum dememişimdir. Sümer’den Kadınana’ya tayinim Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin faaliyetine yetişemediğim içindi. Üçüncü adam bendim. ‘Rahatlasın, bize zaman ayırsın’ düşüncesiyle çift öğretim olan okula tayinim çıkarılmıştı.
Dargınlık olmadığı gibi dostluk devam etti değil mi?
Matbaadaki harflerin o şekilde dizilmesi beni çok üzmüştü. Ben o sırada Halkevleri adına Taşpınar dergisini çıkarıyorum. Taşpınar dergisini Küçükkurt’ların matbaasına bastırdım. Çevre’yi çıkarmaya başladık.
Çevre, nasıl bir dergiydi?
Çevre Dergisi çıkardık. Acar Matbaası’na verdik. Yazıları verdik, yetişmedi onların dediği saatte. Nöbeti bana bıraktılar. Sabaha kadar matbaacı ve ben. Çevre çıktı. Açık bir siyasi görüşü yoktu. Tarafsız bir dergiydi. Kendi çevremiz ve kalkınma ile ilgili bir dergiydi. O derginin orta sayfasını ben yapıyorum. H.Şen’dir oradaki yazılarımdaki imza. O zaman askeri Vali yönetiyor Afyonkarahisar’ı. Çevre’deki yazımı askeri Vali’ye şikayet etmişler. Vali topluyor hepimizi. Matbaada da derginin bazı yerlerini boşaltıyorlar. Şikayete konu yerleri çıkarıyorlar. Gazetecileri çağırıyor. Vali köpürüyor. Oysa ben vilayetin nasıl kalkınması gerektiğini söylüyorum.
Çevre Dergisi’nden sonra Kocatepe Gazetesi ile yolculuk başladı…
Çevre Dergisi, bir müddet çıktı. ‘Günlük yapalım’ dedi İbrahim. İsim bulmaya çalışıyorlar. ‘Kocatepe var’ dedim. Telif hakkı var dediler, telif hakkının olmadığını söyledim. O zaman benim teklifim kabul edildi. 27 Ağustos’ta çıkacak, bunun duyurusu yapıldı. Bir gecikme oldu, 30 Ağustos’a kaldı. Hedef, Afyon’un kurtuluşu yaş günü olmak üzere Kocatepe’yi yayın hayatına sokmaktı. 3 günlük bir erteleme oldu. O günden bugüne Kocatepeli olduk.
Kocatepe’deki çalışmalarımda genel bir özetleme yapardım. 3-4 gazete alırdık. 3-4 gazeteyi okuduktan sonra kendim bir metin yazardım. Özenle çalışırdım.
Her gün köşe yazısı yazar mıydınız?
Her gün yazıyordum. Hiç aksatmadım. 12 Eylül 1980 darbesine kadar yazdım. 1981’e kadar. Bir gün Nurettin Ersin, komutanlık yaptı. Takışık durumdaydık. O da İbrahim’e çok güvenirdi. Ama Ersin ile ben anlaşamayız, onlar 27 Mayıs’a karşıdır.
Nurettin Ersin, Afyonkarahisar’dan giderken gazeteye uğramış. Şükrü Küçükkurt aradı beni, ‘ağabey bir şey diyeceğim, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum’ dedi. ‘Ne olacak, söyle’ dedim. Meğer Nurettin Ersin, ‘Arkadaşlık falan dinlemem, gazeteyi kapatırım’ demiş. Musa Seyirci ile benim yazmamamı istemiş. Arkasından da ben gözaltına alındım. Bir hafta karakolda nezarette kaldım. Sonra oradan Ankara Emniyeti’ne gönderdiler. Oradan en erken koğuşa gidenlerden biri oluyorum. Sendikal çalışmalarım nedeniyle hakkımda dava açıldı. 5 ay kaldım Mamak’ta. Vali, Milli Eğitim’e ‘çağırın ve hemen emekli edin’ demiş. Sıkıyönetim benim işime son verdi. Çalıştırması sakıncalıdır dedi, 1402 diye bilinen uygulamayla işime son verdi. Sonra mesleğe dönüş hakkı tanındı. Ben dönmedim göreve. Emekli oldum. Zaman zaman emekli olduktan sonra da yazdım.
Tutuklanma gerekçeniz neydi?
Genel Kongre’de doğaçlama olarak konuşmalarım var. 4 konuşma yapmışım. Marksist-Leninist propaganda yapmak, TÖB-DER. Onu kitap haline getiriyor TÖB-DER. O kitaptan bakıyorlar, 4 tane konuşma var. İddianame hâlâ vardır bende. Askeri Yargıtay bozdu. İkinci kez suçlu bulundum. Askeri Yargıtay kesin bozma yaptı. Beraat ettim. İşimi de kaybettim. Oysa benim konuşmalarım, vatanseverlik üzerineydi. Ben memleketimin Sevr anlaşmasına doğru sürüklendiğini fark ederek buna karşı çıktım.
Kocatepe Gazetesi’nde hangi konuları gündeme getirmiştiniz?
Genelde ideallerimi, güncel olayları yazdım. Bir dizi yazı hazırladım. Uygarlığa Doğru dizisini yaptım. Zaman zaman da arkadaşlarıma anlatırım. Birçok araştırma yaptım. Kocatepe Parkı’nın yapılması, yukarıdaki tepelerin Milli Park olması, Hıdırlık’ın iyileştirilmesi gibi konuları gündeme getirdim. Kocatepe’de sabaha karşı 5’te program yapılmasını önerdim.
Kitap yazmayı düşündünüz mü?
Kitap yazmayı düşünmedim. Hâlâ düşünmem.
MAHLAS BENİMSENDİ; SOYADINA DÖNÜŞTÜ
Soyadınızın “Şenşaştımoğlu” olmasının da ilginç bir hikâyesi var. Nedir bu hikâye?
1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’ mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’ olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana ‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu? ‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler. Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 1960 İhtilali’nden sonra yapılacak mitingde ‘Hüseyin Şen’ görevlidir denildi. O zaman soyadım Şen’di.
EĞRET’DEN KÖY ENSTİTÜSÜ’NE
Hüseyin Şenşaştımoğlu, ne zaman doğdu?
Nüfus cüzdanımda 5 Mart 1934, Afyon yazılı. Oysa ben Anıtkayalı, o gün için Eğretli’yim. Babam o köyün tek okumuş-yazmış insanı. Ayrıntılara önem verir, gelişigüzel davranmaz.
7 yaş zorunluluğu vardı. Biz 6 yaş grubu olarak 3 arkadaş fahri olarak okuma yazma öğrendik ama yaşımız tutmadığı için kaydedilmedik. O sene bir yaş gitti. Bir yaş da evlenme muamelesine gittiğim zaman, burada bir nüfus müdürü vardı, çok incelerdi. Bakıyor orada doğum 1934. O zamana kadar 1935 doğumluyum. 1934 doğumlu olsam kaydım olacak, bir sene önce mezun olacağım. Bir sene önce Köy Enstitüsü’ne girip Köy Enstitüsü olarak mezun olacağım. Ben 1935 doğumlu olarak mezun oluyorum, 1955’te evlenme muamelesine başladığım zaman 1934 oluyor.
Köy Enstitüsü’ne nasıl başladınız?
Eğret’de ilkokula başladım. Köy Enstitüsü’ne 1948’de girdim. Ben okumak istiyordum. Fakat babam, ağabeyim okumama karşıydı. Bir 27 Ağustos günü, Afyon’un kurtuluşuna gidiyorum diye yola çıktım. Trenle Akşehir’e, Akşehir’den de Yalvaç’a gittim, öğretmenimi buldum. Okumak istiyorum dedim. Babama mektup yazmış, gelsin okutacağım demiş. Geldik, Konya Sarayönü’ne Pratik Ziraat Okulu’na vermek istediler. Olmadı. Sanat Okulu’na vermek istediler. Buraya okumaya geleceğim, geri çevirdiler beni. Köyde kaldık. Susuz Osmaniye’ye mal satardık. Orada Emin Çavuş diye bir tanıdığımız var. Emin Çavuş’un yanına Salih Hoca diye bir eğitmen gelmiş. Salih Hoca’ya Çifteler Köy Enstitüsü’nden Sekterer geliyor. Onu ziyarete geliyor. ‘Buralarda kimse yok mu’ diyor Salih Hoca’ya. Emin Çavuş, babam köyden dönerken durduruyor ve durumu anlatıyor. Babam geldi, ‘seni göndereceğiz’ dediler. Babam Eskişehir’e götürdü. Hamidiye’ye gittik bulduk okulu. Banyo yaptırdılar. İmtihan yaptılar. 1948’de birinci sınıfa başladım. Bizim Hamidiye’de 800 dolaylarında öğrenci var. Mahmudiye resmen ilçe olunca orası kapatıldı. Bizim köylerde olmamız gerekiyordu. Mahmudiye kapatılınca oradan bizim okula gelenler oldu. Bizim okulda da dağıtım oldu. Ben o arada, yaz tatilinde beni çağırdılar. Böyle bir tayin olmayınca Yalvaç’a gittim. Bayrama rastg eldi. Bayram sonu okula geldi. Arefe günü Arifiye grubuna verilmişim, benim yerime orada olan bir kişiyi göndermişler. Ben Çifteler’de kaldım.
İvriz’e gittiniz sonra…
Sonra Konya İvriz’e tayinim çıktı. Konya Ereğlisi’nin Toroslar yamacında, yanında herhangi bir köy olmayan bir köy bu. Ertesi gün işe başladım. 1952’de oldu. 5’inci sınıfa başlamış oluyorum. Son sınıf olarak oraya gidiyorum, ancak mezun olmuyorum. Şubat ayında bir kanun çıkıyor, Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasıyla ilgili. Köy Enstitüleri kapatılıyor. Adı ilköğretim okulu oldu. İlköğretim okulları 6 yıl. Bir sene de oradan gitti. İki sene boyunca son sınıf olduk. Konya’dan 1954’te doğrudan ikmale kalmadan mezun oldum.
Afyonkarahisar’a geldim. Bütün buradaki memur kadrosu Ferah Kahvehanesi’ne çıktı. Benim tayinim geldi. Benim tayinim Recep Yaşacak’ın da çalıştığı Fethibey’e çıkmış. Öğrenci kaydı yapalım. Recep’in yazısıyla 18 Ağustos’ta göreve başladım. Recep Bey oranın müdürü. Benim göreve başladığım yazıyı Milli Eğitim’e bildirdi. Fethibey’de stajyerliğimiz kalktı. O sene ben merkeze geldim. Kazım Bozkurt diye bir arkadaşım vardı, Köy Enstitüsü’nde bizden büyüktü. Kalp hastasıydı, ağır hastalığı dolayısıyla yanında birisi olması gerek. Yanına bir destek arıyor. Sen gelirsen ben de gelirim dedi. Tayinimizin yapılmasını istedim. İkimizi birden Namık Kemal İlköğretim Okulu’na verdiler. İki sene orada çalıştıktan sonra Sümer’e gittik. Sümer’i de açan kadro içindeyim, o da benim yanıma geldi. Nereye gitsek beraber oluyoruz. O hastalanınca Ankara’ya, İstanbul’a götürdüm.
DAHA ÖNCE DE “BİRLEŞME” DENENDİ
Kadrolu başyazarlık da yaptınız, değil mi?
İkaz gazetesi, Afyon Haber, Gençliğin Sesi, Birlik birleşti. Gazeteler, Birlik adıyla birleşti. O Birlik gazetesinin başyazarlığına beni getirdiler. Birleşilen gazetede Birlik adıyla çıkan bütün yazılar bana aittir. Birlik gazetesinin altında Birlik gazetesinin imzası olan bütün yazılar benim görüşlerimi yansıtır. Patronlar kendi aralarında anlaşamadılar, ilanları kim tutarsa o aldı. Dolayısıyla Birlik yürümedi. Diğer ortaklar alamıyor. Tahmin ediyorum bir sene sonra Birlik dağıldı. 4 ortak var, resmi ilanları birlikte paylaşmaları lazım. Ama kim ağır basıyorsa o ay ilanı o aldı. Benim 150 lira aylığım var. O zamana göre bayağı iyi para. Ancak tahakkuk etmedi. Ücretimi almadığım halde çalışmaya devam ediyorum. Bir gazetede ilk kez ayrı bir ücret var. Tahakkuk etmemiş, ama bu önemli bir ayrıntı. Başyazarlık ücreti bağladılar, oldu ya da olmadı ayrı bir şey. Kendi aralarında güvensizlik nedeniyle bu iş yürümedi.

Bakmadan Geçme