Afyon Mevlevîhanesi dünyada ikinci sırada

Afyonkarahisar Mevlevîhanesi'nin, Konya'dan sonra mevlevîliğin en önemli merkezi olduğu ve dünyadaki 100'e yakın mevlevîhane arasında ikinci sırada bulunduğu belirtildi AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu tarafından Süleyman Demirel Fen Lisesi'nde 'Mevlâna'nın Torunu Sultan Divanî ve Afyonkarahisar'da Mevlevî Kültürü' konulu bir konferans verildi. Okul Müdürü Cemalettin Demircan, Müdür [&hellip]

Afyon Mevlevîhanesi dünyada ikinci sırada

Afyonkarahisar Mevlevîhanesi’nin, Konya’dan sonra mevlevîliğin en önemli merkezi olduğu ve dünyadaki 100’e yakın mevlevîhane arasında ikinci sırada bulunduğu belirtildi

AKÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı Nakilcioğlu tarafından Süleyman Demirel Fen Lisesi’nde “Mevlâna’nın Torunu Sultan Divanî ve Afyonkarahisar’da Mevlevî Kültürü” konulu bir konferans verildi.
Okul Müdürü Cemalettin Demircan, Müdür Baş Yardımcısı Veli Cengiz, Müdür Yardımcıları Osman Taş ve Osman Sunar’la birlikte, öğretmenlerin, öğrencilerin ve velilerin katıldığı konferansta Mevlâna’nın yedinci kuşak torunu Sultan Divanî ve mevlevî kültürünün ilimizdeki gelişimi konusunda bilgi veren Yrd. Doç. Dr. Nakilcioğlu, “Afyonkarahisar Mevlevihanesi’nin, Âsitâne adı verilen 15 mevlevihaneden birisi olduğunu ifade ederek şunları söyledi:
“1300’lü yılların başında önce zaviye olarak yapılan Mevlevîhane, sonraki yıllarda genişletilmiştir. Çeşitli yangınlar geçirmiş, 1845’te ve 1885’te onarılmış, 1902 yangınında tümüyle yanmış, yeniden yapılıp 1908’de Sultan İkinci Abdülhamid’in yardımlarıyla tekrar açılmış ve bugünkü yapıya kavuşmuştur. Caminin iç kapısı bizzat padişahın el emeğinin ürünüdür. Mescit, türbe ve semahanenin aynı çatı altında bulunduğu tek örnek Mevlevi (Türbe) Camii’dir. 1925’te Mevlevîhane camiye çevrilmiştir. İç bölümde Sultan Dîvanî ve Mevlevî büyüklerine ait 12 sanduka bulunmaktadır. Namık Kemal’in annesinin mezarı da Mevlevihane bünyesinde, bahçe içindedir.”
Mevlevîliğin ilk önderinin Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, ikinci önderinin de Semaî Mehmet Çelebi olarak tarihe geçtiğini hatırlatan Nakilcioğlu, Mevlânâ’nın yedinci kuşak torunu Sultan Dîvanî ile ilgili şu bilgileri verdi:
“Sultan Dîvanî adıyla ün kazanmış olan Semaî Mehmet Çelebi’nin dedesi bir Osmanlı paşası olan Hızır Paşa, Babası ise Karahisar Mevlevî büyüklerinden Abâ Pûş Bâlî Çelebi’dir.
1840 yıllarında doğduğu bilinen Sultan Dîvanî dergâhta özel eğitim almış, beş yaşında Kur’an öğrenmiştir. Yaşamı boyunca sürekli seyahatler yapmış, Anadolu, Rumeli, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı dolaşarak mevlevîliği Osmanlı coğrafyasına yayan kişi olmuştur.
Sultan Dîvanî usta bir örgütleyici ve iyi bir yönetici olup Yavuz Sultan Selim’e danışmanlık ve manevi rehberlik de yapmıştır.
Çevresindeki kırk Mevlevî ve kırk Bektaşi dervişini yâren (kardeş) ilan ederek bir yandan siyasi farklılığı eritirken, bir yandan da çeşitli inanç gruplarını kaynaştırarak ülke ve toplumun birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır.
Sırdaşı İbrahim Şahidî olup “Yaren” lakaplı dostları arasında, türbeleri halen ilimizde bulunan aşağıdaki gönül sultanları vardır:
* Mevlâna soyundan Devrane Sultan
* Yarenler Sultan
* Ayak Tekkesi Camii’nde yatan Molla Bahşi, Molla Yahşi
* Hacı Yahya Camii’nde yatan Hacı Yahya, Feyzullah Dede
* Dedeli Han içinde yatan iki Yaren
* Ulu Cami karşısındaki türbede yatan Mehmet Efendi ve arkadaşı
* Sandıklı Yolu üzerinde yatan Kudüm Baba.
Sanata ve sanatçıya büyük değer vermiş olan Sultan Dîvanî döneminde Ermeni ustaları Afyon’a gelmiş ve kentin mimari kültürüne önemli katkılar sağlamışlardır.
Aynı zamanda iyi bir eğitimci olan Sultan Dîvanî, Ulu Cami karşısında kendi adıyla anılan bir ilköğretim okulu açmış, Timur zamanında Konya’dan alınıp götürülen, Mevlâna’nın ünlü eseri Divan-ı Kebîr’i gidip Şah İsmail’den geri alarak yerine konulmasını sağlamıştır.
Şahidî’ye göre, selvi boyu, güzel yüzü, güzel yaratılışıyla seçkin bir kişi, iç ve dış özellikleriyle yetkin bir insan olan Sultan Dîvanî, İstanbul, Bursa, Kütahya gezilerinden dönüşte hastalanmış, bir hafta kadar yatmış, “yarın rahata erilecek” demiş ve bir gün sonra 1529 yılının bir Cumartesi günü Afyon’da vefat etmiş, Mevlevî Türbesi’ne, babasının yanına gömülmüştür”. Konuşmasında mevlevî kültüründen örnekler de veren Yrd. Doç. Dr. Nakilcioğlu, bu kültür öğeleri içinde çilenin önemli bir yeri olduğuna vurgu yaparak şunları söyledi: ��Çile, nefsi terbiye etmek için yaşanan bir süreç, manevi bir eğitim dönemidir. Üç yıl süren bu dönemde, insan ahlâkının olgunlaşması konusunda önemli aşamalardan geçilir. Çile çıkarmak için Mevlevîhane’ye gelen şahıs (Can), ilk üç gün Matbah’da (Mutfak) bulunur ve yapılan işleri izler. Eğer çile için kalmaya karar verirse bunu Kazancı Dede’ye söyler. Kazancı Dede, Mevlevîhane’nin şeyhinden sonra en önemli kişidir. Mutfak, ham olan insanın piştiği yerdir. Görünüşte yemek pişiriliyor gibi görünse de, aslında Kazancı Dede’nin rehberliğinde Can’lar pişer, ruhlar olgunlaşır.
1001 gün sürecek çile döneminin ana ilkesi, insanın insana karşılıksız hizmetidir. Nefis, hizmet etmeyi pek sevmez, karşılaştığı insana göre yön değiştirir. Fakat mevlevîhanelerde dervişler, ayrım gözetmeksizin herkese hizmet etmeyi ilke edinmiştir. Hizmet dönemi 18 basamaklıdır. İşe önce Pazarcılık ile işe başlanır, sonra Tahmisci (kahveci), tahmisci başı, çerağcı (aydınlatma işleri), çerağcı başı, abrizci (su taşıma-temizlik işleri), abrizci başı gibi görevler üstlenilir. Bu görevler içerisinde tuvalet temizlemek en zorudur. Derviş, tuvalet temizlemekle, başkasının ayıbını örtmeyi öğrenir. Kendini hakir görüp başkasının ayıbını örtmek, gerçekte nefse en ağır gelen şeydir. Çilenin son 40 günü Halvet’te geçer. Allah’la baş başa kalmak anlamına gelen halvet, Hz. Musa’nın Tûr Dağı’nda 40 gece kalarak Tevrat tabletleriyle dönmesini çağrıştırır. Dua ile çileye giren can, abdest almak ve cuma namazı kılmak gibi zorunlu haller dışında, 40 gün boyunca bu odadan çıkmaz. Nefis muhasebesini tamamlayan dervişe, Şeyh Efendi tarafından Sikke denilen Mevlevî Külâhı giydirilir. Külâhı, onun nefsinin mezar taşı, semazenin beyaz tennuresi de nefsinin kefenidir. Siyah hırka ise dünyayı temsil eder. Sema âyini sırasında hırka çıkarılarak dünya bir kenara bırakılmış olur.
Postnişin; Mevlevîhane’nin şeyhi ve post sahibi kimsedir. Post, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme sınavı sırasında gönderilen kurbanlığın temsilidir, yani fedakârlığın, babaya itaatin ve Allah’a tam bağlılığın sembolüdür. “Ney”e üflemek, “Sur”a üflemektir. Ölümden sonra tüm varlıkların Sur sesiyle tekrar dirilmesine işarettir. Sema, kudümzenin kudüme bir-iki darbe vurması ile başlar. Bu vuruş, Allah Teâlâ’nın kâinata “Ol” emrini verişini temsil eder. Sema töreni, bir bakıma kâinatın yaratılışını anlatır. Ardından da neyzen, bir giriş taksimi yapar ve neyle Allah’ın Hz. Âdem’i yaratırken ona kendi ruhundan üfleyişini anlatır. Semada sağ avuç göğe, sol avuç yere bakar, bu, Hak’tan aldığını halka vermeyi anlatır. Semazenlerin dönüşü yedi bölümdür ki bu da yedi kat göğün ve yerin simgesidir. Kısaca sema, varoluşu ve mükemmelliğe doğru yönelişi anlatır. Mevlevîhane’deki hattatlar ise çizgi sanatının ustalarıdır. Çünkü harfler çizgilerden oluşur. Kuran-ı Kerim’de “Allah insana kalemle yazmayı öğretti” ayetinden dolayı hattatlar için yazı kutsaldır. Hiçbir yazının üzerine basılmaz. Hattat, hatasını bile parmakları ile yalayarak düzeltir. Çünkü silmek, saygısızlık ifade eder. “Mürekkep yalamak” deyimi de işte buradan gelir. Mevlevîhane’de Destina Hatun gibi kadın yöneticiler de vardır. Buraya ham giren pişmiş çıkar. Hz. Mevlâna’nın “Hamdım, piştim, yandım!” sözü bunu vuırgular.”
Mevlevilikte bilgiye ve bilime verilen değerin de çok yüksek olduğunu kaydeden Nakilcioğlu, konuşmasını şöyle tamamladı:“Kutlu bir sözde ifade edildiği gibi, yaşam boyunca ya öğreten, ya öğrenen, ya da destekleyen olmalıyız. Bunların dışında olmamalıyız! Bu salonda öğreten olarak bulunan saygıdeğer öğretmenlerimize, öğrenen konumundaki sevgili öğrencilerimize, eğitime her türlü desteği veren fedakâr velile-rimize şükranlarımı sunuyorum.”

Bakmadan Geçme